''İşte geldim gidiyorum şen olasın Halep şehri'' demiş Aşık Ömer ne de güzel demiş. Biz de hava durumu dışında şen başladık Halep yolculuğumuza. Bir önceki günün pırıl pırıl havası gitmiş yerine sağanak bastırmıştı. Ama yine de farklı bir ülkeye değişik bir şehre gidiyor olmaktan dolayı içim içime sığmıyordu. Amik Ovasına kurulmuş olan Reyhanlı ilçesi Halep'e olan sınırımız. Cilvegözü sınır kapısı Reyhanlı'ya çok yakın mesafede. Reyhanlı aynı zamanda Türkiye'nin en zengin ilçesiymiş, vallahi Burçak'ın yalancısıyım bu konuda. Zira zenginlik göstergesi olarak pek bir şey göremedim tabi Amik Ovasının bereketinden, verimliliğinden yararlanmanın zenginliğini saymazsanız. 
Halep'e girişimiz çok zor olmadı, sorun çıkmadan, vizesiz olarak sadece pasaportumuzu göstererek giriş yaptık ama siz sanmayın ki çıkışımız bu kadar kolay oldu. Dönüşümüzün muhteşem olacağından habersiz güle oynaya Suriye topraklarına ayak basmıştık ve ilk durağımız tarihi İpek Yolu oldu. Ben hep İpek Yolunu efsanelik bir yol zannederdim, yani öyle üstünde yürünecek bir yol olduğunu hiç bilmezdim doğrusu. Ama Halep'te gerçekten İpek Yolu'nda yürüdüm. Tarihten de hatırladığımız Çin'den başlayan İpek Yolu eski dünyayı dolaşarak Pakistan Afganistan Türkiye İstanbuldan geçerek ta Roma'ya kadar uzanırdı. Ama malesef şimdi başlangıç noktası bile belli değil, bırakın yürünecek yolu. Dünyada sadece Suriye'de Halep'e yakın bir köyde 500 metre uzunluğunda bir parçası korunmuş. Üstünde yürümek çok ayrı bir hazdı gerçekten de.

Halep'e doğru ilerledikçe yol boyunca binaların mimarisi göze çarpıyordu. Kayşani denilen yapı cinsi yani beyaz taş neredeyse tüm şehre hakimdi ve çok hoş görünüyordu. Binalar ilk yapıldığında beyaz olan taş güneş gördükçe sarıya döndüğünden, hangi binanın yeni hangi binanın eski olduğunu rahatlıkla anlıyorsunuz. Evlerde pencerelerin hiçbiri açık değildi ve panjurlar sonuna kadar inikti, bunun nedeni Arapların mahremiyete verdikleri önemden kaynaklanıyormuş. Yol boyunca gördüğümüz evlerin çatılarının olmaması da bir başka dikkat ç
ekici noktaydı. Burada kar yağışının olmamasından dolayı çatı yapılmıyormuş ve hava çok sıcak olduğundan insanlar çatıda uyuyabiliyorlarmış bu sayede.
Halep, arapça süt anlamına geliyormuş. Hz. İbrahimin bugün kalenin olduğu tepede süt sağıp ihtiyacı olanlara hayır olarak dağıtmasından geliyormuş şehrin adı. Dünyanın en eski şehirlerinden olan Halep'de ilk durağımız tabi ki ünlü Halep Kalesi. Şehirden 50 metre
yükseklikte doğal bir tepenin üstüne kurulmuş Halep Kalesi 12yy. sonu 13.yy. başlarında Malik El Zahir tarfından yapılmış. Aynı zamanda dünyanın en ieski ve en iyi korunan kalesi olduğundan Guinness Rekorlar Kitabına girmiş. Giriş kapısı hendeğin üstüne açılıyor ve benim en çok ilgimi çeken ve içinde bir felsefe barındıran ikinci kapısı. Bir sürü aynı yöne bakan nal ve bir tane de farklı yöne bakan nal. Aynı yöne bakanlar kulları, farklı yöne bakan Allahı temsil ediyor.
Kalede yaklaşık iki saatimizi geçirdikten sonra şehrin dar sokaklarından, baharat kokulu yollarından geçip harika bir avlusu olan ve eski bir Halep evi olan Beit Wakil'de öğlen yemeği yedik ki, Antakya mutfağına benzemekle beraber ''Ben Suriye Mutfağıyım'' dedirten yemeklerdi doğrusu.
Dönüşümüz muhteşemdi demiştim ya, pasaport kontrolümüzde sorun çıkmasa da otobüs şoförümüzün bazı davranışlarından dolayı, Kerem'in Aslının ateşine Halep'te yanıp kül olması gibi bizde Bab El Hawa sınır kapısında az daha kül oluyorduk. Herşeye rağmen Halep görülmeye değerdi.
İşte Halep hakkında bugüne kadar bilmediklerim;
* Türkiye'deki ilk kadın-doğum kliniğinin kurucusu Pakize Tarzi Halep'de doğmuş.
* Ünlü şarkıcı Erol Büyükburç eğitiminin bir kısmını Halep'de tamamlamış.
* Halep kalesi hiçbir zaman fethedilmemiş, anahtar bizzat Osmanlılara verilmiştir.
* Ferhat ile Şirin burada birbirine aşık olmuş.
* Mevlana, Halep'deki medreselerde tahsil görmüş.
No comments:
Post a Comment