Monday, September 25, 2006

DAĞLAR DAĞLARRRR



"İnsan herşeye alışıyor", "başa gelen çekilir", "ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin."Son üç gündür sık sık kendi kendime kullandığım cümleler bunlar. Niye mi? Hafta sonu bir bankanın krediler departmanına -Bolu'ya 20 km. uzaklıktaki Aladağlarda- outdoor eğitimi verdim bir arkadaşla beraber. Tabi outdoor kısmını biz vermedik, onların yaptığı aktivitelerde onları gözlemleyip eğitim çadırında!!! gerekli mesajları biz verdik. E hal böyle olunca da aktivitelerin bizzat içinde bulunduk tabi.
Cuma günü çalışma arkadaşımla öğlene doğru yola çıktık, arabamı ben içindeyken kimseye kullandırmadığımdan tabi ki direksiyonda ben Bolu'ya doğru yola çıktık. Yol gayet güzeldi, nereye gittiğimizin merakı içinde Bolu Dağına kadar geldik. İsmail'in yerinde yediğimiz etlerin tadı damağımızda Bolu'nun içinden geçip yine bir dağ tırmanmaya başladık ve akşam üstü Mountrain'e geldik. Burası gerçekten rakımı yüksek, yayla evlerinin epeyce uzağında orman içinde çok büyük bir tesis. Yani tesis dediğime hemen aldanmayın. Bana kalacağım pembe çadırı gösterdiklerinde çok mutlu oldum. Mini mini sevimli bir çadır...Pembe panjurlu evim olmadı ama pembe naylonlu bir çadırım vardı artık. Çadırın içine girince sadece iki yatak vardı. Hani bunun kaloriferi dedim öyle ya gece derece eksilere düşünce yakarım da ısınırım diye. Bu soruma "bunlarda kalorifer yok" cevabını alınca çok üzülmedim herhalde soğuk olmuyor gece dedim. Tuvaleti sorduğumda "buyrun biz gösterelim" dediler. Bir de yanınızda fener yoksa biz temin ederiz" dediler. Niye ki acaba? Gece tuvaletye yürürken ormanda önümü görmek içinmiş. Neeeeeeeeeee ? Hayırrrr....Çadırımdan 200m. uzaklıktaki tuvalete gece en az 2 kere kalkan ben bu yolu mu yürüyecektim. Pardon burası bir orman.... Hayır olamaz kesin bir çözüm bulmalıydım. Buldum da.Bulunduğum yer aslında yazın ya da ilkbaharda süper bir yer oluyordur eminim ama bu mevsim gerçekten ısı çok düşüktü. Ortama çok çabuk ayak uydurmalıydım, ertesi gün katılımcılarımız geldiğinde dimdik, güleryüzlü olmalıydık. Akşam yanan büyük ateşin çevresinde oturup şarkılara eşlik etmek, Bolulu aşçının yaptığı enfes yemekler, sabah yayla köylerinden getirilen kaymakla açık havada kahvaltı yapmak, ellerim dona dona aktivitelerden sonra sıcacık çaya koşmak, gece uyku tulumunun içine kat kat girip sabaha doğru yavaş yavaş üstümdekilerden sıyrılmak, çadırın üstüne şıp şıp yağan yağmur sesiyle uykuya dalmak, hayatımda görmediğim kadar büyük bir hamak, kalabalık ve yeni tanıştığım insanlar... Bütün bunlar bir araya gelince bol adrenalinli, yemekli, temiz havalı, neşeli, maceralı bir hafta sonu geride kaldı. Hem eğleniyorum hem de üstüne para kazanıyorum dediğim işte bu...

Friday, September 22, 2006

MEMNUN MÜŞTERİ



Yanda görülen bu fotoğraf nedir diye sorsam????? Eminim çok değişik yanıtlar gelecek. Erkanla başbaşa gittiğimiz dört günlük kaçamakta kaldığımız otelin hizmet kalitesi ve müşteri memnuniyeti adına yaptığı jestlerden bir tanesi... Hani tatilde otelde kalıyorsanız sabah odanızdan hiçbirşeyi toplamadan çıkarsınız ya, yatak açık, havlu yatak üstünde, kapılar sonuna kadar açık darman duman..... En azından ben böyle yapıyorum ama yanlış anlamayın biri gelip toplasın diye değil.. Kimse gelip toplamasa da hiç dert yapmam. Tatildeyim ya, rutinden çıkmam gerek. Kahvaltı derdi, yemek derdi, ev toplama derdi... hepsinden uzaklık demek tatil benim için.
İşte burada sabah odanızdan çıkıyorsunuz ve akşam odanıza döndüğünüzde değişik süprizlerle karşılaşıyorsunuz her gün değil ama. Hiç beklemediğiniz hiç ummadığınız anda. Sizi gülümseten de bu. İşte bir akşam odaya geldiğimizde yatağımız toplanmış ve gerçek kır çiçeklerinin yapraklarından yatağın üstüne iki tane çiçekle "hoşgeldiniz" yazısı. Hele biraz havanın kapalı olduğu bir günse ve siz zaten sayılı gününüzün birini yağmurla geçirdeyseniz ve ertesi günü merak ediyorsanız ve çiçeğin yanında bir de diğer günlerin güneşli geçeceğini gösteren bir not varsa....
Tatil güzel şey vesselam insan herşeyi daha bir güzel görüyor, daha bir sıcak, daha bir mutlu.

Thursday, September 21, 2006

KIZARMIŞ DOMATESLER

Ne güzeldi "Kızarmış Yeşil Domatesler" filmi. En beğendiğim ilk on film içinde yer alır bu dostluk filmi. Üniversitedeki ilk yılımdı galiba izlediğimde. Hey gidi günler. Kızarmış yeşil domates yerine kızarmış kırmızı domateslerden bahsedeceğim ama şimdi. Kışa hazırlanıyorum dedim ya, yiyecek olarak hazır sayılırım domatesler sayesinde. Her yaz sonu, kışın hormonsuz domatesle yemek yapmak ya da salça tüketimini azaltmak için yazın sonunda kilolarca domates alır ve değişik değişik uygulamalarla kavanozlarımı, buz kalıplarımı ve tabi ki buzdolabımı doldururum. Duru da domatese bayıldığı için bunları onunla beraber hazırlamak ayrı bir macera oluyor benim için. Çünkü doğradığım domatesleri önünden kaçırırken ona serzenişlerim hanımın çok hoşuna gidiyor. İşte domatesten yaptığım kış menüleri:

İlk tarif eltoş Burcu. Domatesleri büyüklüğüne göre ikiye ya da dörde bölüyorum. Bu kez ince uzun domates aldığım için dörde böldüm. Fırının ızgarasına domatesleri dizip 200 derecede fırının ızgara bölümünde yaklaşık 1,5 saat kadar domatesleri kızarttım. Altına bir tepsi koydum ki domatesin damlayan suları fırında yanmasın diye. Domatesler soğuyunca, kavanozun en altına bir sıra domates dizdim, üzerine halis zeytinyağı döktüm, bir diş sarımsak koydum. Tekrar domates, üzerine zeytinyağ ve bir diş sarımsak..... Kavanoz dolana kadar bu işlemi yaptım. Kavanozun ağzını kapatıp, kışın peynir tabağını süslemek ve bir çeşit meze olarak soframda yerini almak üzere dolaba kaldırdı. Burcu'nun söylediğine göre domatesler bitince kavanozda kalan zeytinyağını da salatalara kullanıyormuş. Domates aromalı süper bir sos oluyormuş.

Diğer domates saklama çeşidine gelince; iyice yıkanmış kurumuş domatesleri rondodan geçiriyorum. Rondo yerine biraz zahmetli oluyor ama rende de kullanabilirsiniz. Püre olmuş domatesleri tencereye koyup bir taşım kaynatıyorsunuz bir çimdik kadar tuzla. Daha sonra sıcakken kavanozlara doldurup kapaklarını kapatıyorum ve kavanozu ters çevirip soğuyana kadar bekletiyorum. Böylece kavanozların havası gidiyor. Soğumuş domates kavanozları da dolaba.
Aynı karışımı kavanoza koymak yerine bir kısmını da buz kalıplarına döküp buzluğa koyuyorum. Tablet olarak sıcak yemeklerde kullanıyorum hem çok pratik oluyor hem de buzdolabında yerden tasarruf oluyor. E daha ne olsun?

Wednesday, September 20, 2006

YAZA VEDA






İşte buradayım. Evimizdeki bilgisayarımız en sonunda çöktü ve uzun zamandır yeni bilgisayar oluşturma girişimlerimiz devam ediyor. Ve ben ısrarla dijital fotoğraf makinesi almamakta ısrar ettiğimden ancak cep telefonu ile ya da normal makinemle fotoğraf çekip cd ye aktardığımdan ve bu aktardıklarımı şirket bilgisayarıma yüklemeyi beceremediğimden yazılarım da bundan nasibini aldı ama artık herşeyi hallettim ve işte döndüm.
Bu arada koca yaz da bitti. Daha önceden de yazdığım gibi kızımla güzel ama yorucu bir Altınoluk tatili yaptık yaz başında. Anneanne, dede, büyük, küçük teyzeler..... Hatta hızımızı alamadık daha sonra da hafta sonu için iki günlüğüne tekrar gidip anneannesine süpriz bile yaptık. Kızım artık arkadaşım olmaya başladı galiba. Bu yazı aslında kızıma, kocişime, işime dengeli bir biçimde vakit ayırarak geçirdim. Duru ile tatilimi işlerimin hafif olduğu döneme denk getirdim, hafta sonlarını Sapancadaki evimizde geçiremeye çalıştım ve mümkün olduğu kadar onunla beraber oldum. Eylül ayının ilk haftasında da Erkan'la başbaşa harika bir tatil yaptık. Dört gündü ama bize gerçekten çok iyi geldi. Yunuslarla yüzmek, masa tenisi, çimlerde güneşlenmek, hamakta uyumak, rengarenk buz gibi kokteyller, romantik akşam yemekleri, bol kalorili kahvaltılar, deniz, güneş....Duru'nun emin ellerde olduğunu bilmek de içimizi rahatlattı ve onu bırakıp tatil yaptığımızı düşünmek gibi vicdani duygulardan uzak kaldık. İmkanı olan herkese zaman zaman bu gibi kaçamaklar yapmalarının önce çocuk için gerekli olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Yazın bu güzel anılarıyla avunarak soğuk ve yoğun kış günlerine hazırlanıyorum. Nasıl mı? Bir sonraki günde....

Wednesday, September 06, 2006

MİŞA

Uzun zamandır burada olamamamın sebebi evimizin bilgisayarının çökmüş olması. Malesef yazılarımı evden yazdığım için de buradan biraz uzak kaldım. Hala yapılma aşamasında biricik dostum. İnşallah bu akşam eve gelmesini dört gözle bekliyorum. Bu arada dört gün kadar da kocacığımla başbaşa bir tail yaptık. Yazı, Antalya'da romantik, çocuksuz, sakin, kuşlar kadar özgür bir şekilde kapadık. Deniz, yemekler, odamız, havuz, yunuslar çok güzeldi. Evet yanlış okumadınız yunuslar.... Harika yaratıklar.... Her insanın hayatında mutlaka bir kez yaşaması gereken bir duygu, yunuslarla yüzmek. Onların şovlarını izlemek. İpeksi yüzeyleri, boncuk gözleri, su fışkırtan delikleri, gülme sesleri. Bir yunusla aynı havuza girmek hatta ve hatta onların yüzgecine tutunup yüzmek? Bunları ben mi yapıyorum? Diyorum ya hamilelik, doğum, annelik beni çok değiştirdi. Yunusları öpmekten kendimi alamadım.