Sunday, September 25, 2011

Benim domateslerim...

Ne kadar faydalı olduğunu ilk kez annemin 2003 deki rahatsızlığından sonra anladım. Doktoru, özellikle mevsiminde yenilecek olan domatesin faydasını anlata anlata bitiremiyordu. Öyle çok meraklısı değilimdir aslında hele yumuşak, renksiz olanlarını çok sevmem. Bilmediğim yerlerde pek yemem. Üstelik biz küçükken öyle her mevsim olmazdı domates, tadı da bu zamandakiler gibi yavan değildi. Domates, yazın başında çıkardı tezgahlara ve kıpkırmızı olup mis gibi kokardı. Şimdi her mevsim tezgahlarda üstelik çeşitleri arttı: Siyah, pembe,kiraz, armut şekilli...


Benim domatesi en yakıştırdığım yer simit ve beyaz peynirin yanı doğrusu. Tadından doyum olmaz yanında tavşan kanı çay ile. Bir de Sapanca'da kendi yetiştirdiğim domateslerin tadından geçilmiyor bu sene. Özellikle pembe domateslerim bu sene oskara aday vallahi. Sabah kahvaltı öncesi kızımın zevkle topladığı kiraz domatesler ise mini mini ama pek lezzetli. E tabi normal kırmızı domateslerimi de unutmamam gerek onlar benim ilk göz ağrılarım. Üstelik hepsi o kadar da bereketli ki, gelen konuklarımıza hediye ettik, İstanbul'a ailemize konu komşuya getirdik, okul açıldı kızım sınıf arkadaşlarıyla paylaştı.

Uzmanlar domatesin faydalarını saymakla bitiremiyor.

Cildinizi Korur: Kabuğu incecik bu meyvenin, cildinize güneş koruyucu krem etkisi sağladığını biliyor muydunuz?

Yaşlanmaya Karşı Savaşır: Domatesleri, az miktarda zeytinyağı ile birlikte tükettiğinizde, yaşlanmaya karşı vücudunuz daha güçlü bir hale gelir.

Kan Basıncınızı Düşürür: Hipertansiyondan şikayetçi bir grup hasta üzerinde yapılan bir araştırmada, hastaların günlük besinlerine domates eklendi. 8 hafta süren araştırmada her gün domates tüketen hastaların sistolik kan basıncınca 10 derece düştüğü ve diyastolik kan basıncı değerlerinin de 4 derece düştüğü gözlendi.


Gribi Önler: Karotenler (likopen ve beta karoten) gibi sebze ve meyvelerden elde edilen koruyucu pigment değerleri düşük olan insanların, günlük domates tüketmesi önerilir. Bakteri ve virüslerle savaşmaya yardımcı olan karoten bileşikleri çok önemlidir. Günlük domates ihtiyacınızı bir bardak domates suyu ile giderebilirsiniz. Göreceksiniz, soğuk algınlığı ve gribe karşı vücudunuz çok daha dirençli olacaktır.


Kolesterolü Kontrol Eder: Günde bir domates, sizin arter ve kalp sorunlarınıza karşı olan savaşınızda en güçlü dostunuz olabilir. Günlük domates yemeye başladıktan sonraki 4 hafta içerisinde HDL kolesterol seviyeniz %15 artar, bununla beraber LDL kolesterol seviyeniz düşer.

Sunday, September 18, 2011

Sistem mi sistemsizlik mi?

İster çalışan anne olalım ister ev hanımı hepimiz değişik şekillerde bir sistemin içindeyiz. Ev hanımı isek genelde sistemimizi kendimiz kurarız. Sabah kalkma, çocukların ev ya da okul düzeni, günlük yapılacak işler, temizlik, yemek, alışveriş, hobiler tüm bunları bir sisteme koymaya çalışırız. Bazen dış faktörlerden kaynaklı sistemin takıldığı noktalar oluşabilir ama yine de sistemi düzeltmek tekrar rayına oturtmak için liderlik rolü evdeki anneye düşer.Ev hanımı, sistemin koyucusu, uygulayıcısı ve uygulatıcısıdır çoğu zaman.

Çalışan anne için ise durum biraz daha farklıdır. Yaşam koçluğu yaptığım çalışan annelerin en büyük sorunları işyerlerindeki sistemlerle evlerindeki sistemin çakıştığı ve bundan kaynaklı yaşanan aksamalar oluyor çoğunlukla. Çalışan anne hem evdeki sistemin bir parçası hem de işyerindeki sistemin. Üstelik evdeki sistemi çoğu zaman kendi kurarken, iş hayatında sistemi uygulayan oluyor. Çalışma saatleri sistemi, doğum izni sistemi, yıllık izin sistemi, eğitim sistemi, raporlama sistemi, mesai dışı çalışma saatleri sistemi vs. Üstelik bu sistemleri değiştirme lüksü yoktur çoğu zaman. Tam evdeki sistemi yerine oturtur, çalışma saatlerinde bir değişiklik olur hop evdeki tüm sistem çöker. Kendi hobileri ya da çocukların sosyal aktiviteleri için bir sistem oluşturur pat diye mesai saati dışında çalışması gerekir ve sistem alt üst olur. Çocuğunun doğum tarihini bile yıllık iznine göre planlamaya çalışan ve buna denk getirmeye çalışan anneler tanıyorum. Hal böyle olunca da annenin iş kadını – ev kadını – anne rollerinin çakışması, duyduğu vicdan azapları, yetersizlik hissi, başarısızlık duygusu kaçınılmaz oluyor. Hatta iş bazen kendi fiziksel ve ruhsal sisteminin bozulmasına kadar gidiyor.

Sistemlerin bizi yönetmesine izin vermek yerine bizim sistemleri yönetmekten başka çaremiz yok o zaman. Hayattaki asıl hedefimizi, bizi mutlu edecek şeyi belirleyip diğer tüm yaptıklarımızı bu hedefe ulaşmak için bir amaç olarak görürsek sistemler bizi daha az etkiliyor. Hayattaki tek hedefimiz nefes almak değil elbet, ama dar bir mekanda nefessiz kaldığımızda değerini anlıyoruz nefes alıp vermenin. Aynı bunun gibi hayattaki hedefiniz neyse diğer tüm sistemlerin bu hedefi gerçekleştirmekteki adım olduğunu unutmazsanız zorunlu sistemlerin sizi daha az etkilediğini göreceksiniz.

Monday, September 05, 2011

Nereden geçtim bu yoldan?

Bugün kızımla sabah arabayla giderken bir mezarlığın yanından geçiyorduk. "Anne biz ölünce nereye gömecekler, mezarımız nerede?" diye bir soru geldi arka koltuktan. Hadi buyurun bakalım. Boğazıma düğümlenen o şeyi nasıl çıkaracağım da yanıt vereceğim, yanıtım ne olacak, ne demeliyim, ideal anne bu soruya nasıl tepki vermeli, duygusal anne ben ne demeliyim....saniyeler içinde bunlar geçti aklımdan ama o hala devam ediyordu. E bizi kim gömecek, beraber mi ölecez...Allahım nereden geçtim bu yoldan sabah sabah. Dokunsalar ağlayacağım ama arkada yanıt bekleyen bir cadı var, toparladım kendimi. Başlayacağım da nereden? 7 yaşında bir çocuğa ne demeliyim, onu korkutmadan üzmeden nasıl anlatmalıyım ve gerçekten biz bir mezar yeri almalı mıyız şimdiden? Ama o susmadı tabi, ev alıyoruz da niye mezar almıyoruz demez mi...Ay bayılacağım ya da arabayla mezarlığa uçup bir yer bulacağım. Elimden geldiğince anlattım ama şuna daha kendim karar veremedim, her canlı birgün ölümü tadacaksa bugünden bir mezar yeri satın almalı mı? Ne dersiniz, fikirlerinizi yazarsanız belki bir yol bulurum ben de...

Sunday, September 04, 2011

Frenk yemişi

Bu yaz çok şey öğrendim, bilgi dağarcığım, kelime haznem, yemek kültürüm ve daha pek çok yönüm gelişti gezdiğim gördüğüm yerler sayesinde. Yeri gelince her birinden bahsedeceğim ama paylaşmadan geçemeyeceğim harika bir tatla tanıştım bu yaşımda. Frenk yemişi, frenk meyvesi, kaktüs meyvesi, kaynana dili, dikenli incir, babutsa, frencir...bunlar pazarcılardan duyduğum isimleri. Evet anlayacağınız üzere bu bir meyve hem de harika bir meyve. Faydası saymakla bitmiyor ama malesef her yerde ve her zaman yetişmiyor. Ben kendisi ile Bodrum Gümüşlük pazarında tanıştım. Satan Çiçek Teyze' nin dediğine göre ülkemizde Antalya yöresinde yetişmekle beraber asıl vatanı ona göre İtalya imiş. Üstelik sadece ağustos ayında yetişiyormuş ve toplaması çok zahmetliymiş. Nasıl olmasın ki yerken bile görünmeyen dikenleri elinize battı mı yandınız..Çiçek Teyze Antalya dedi ama Bodrumda çalılık gibi yayılmıştı maşallah kaktüs meyvesi. Plaja gittiğiniz ve arabanızı park ettiğiniz yerlerde bile istemediğiniz kadar. E niye pazardan alıyorsun derseniz, öyle koparıp toplayım diyeceğiniz gibi bir meyve değil. Dikenleri bakımından yanına yaklaşmak çok zor. Eve alıp getirdiğinizde bile peçeteye ya da beze sarıp öyle soymanız gerekiyor ama soyunca vardığınız o lezzet var ya herşeye değer.


Üstelik inanılmaz vitamin deposu. Vücut direncini artırma, güç ve zindelik verme, bağırsakları çalıştırmanın yanısıra açlık hissini bastırma özelliği ile diyet yapanlar için de ideal. Kan yapma, yara kapatma gibi özelliklerinin yanısıra doğal viagra etkisi de yaratıyormuş. Bilmedim, görmedim, duymadım sonuncusunu diyelim ve bu meyvenin marmara bölgesine de yavaş yavaş gelmesi için dua edelim:)