Tuesday, October 31, 2006

KARİDES GÜVEÇ

Soğuk bir hava, karanlık, yemek vakti. Koştura koştura işten eve dönüş..Yemek yok, evde malzeme var çok şükür. Bütün gün annesini bekleyen bir velet, oynamaya can atan. Yemek yapmak lazım. Çocukla ilgilenmek lazım. Mantarlar çocuğun önüne konur, birlikte yıkanır ve doğranır. Rondodan geçirilmiş ve kullanıma hazır olarak buzlukta saklanmış soğanlar çok az zeytinyağda tavada öldürülür. Öldürme işini çocuk yapar ki oyalansın. Soğanlar pembeleşince mantarlar ve doğranmış biberler eklenir. Çocuk çok büyük bir iş yapıyor olmanın mutluluğuyla tavayı karıştırır, küp şeklinde doğranmış domatesler eklenir. Çocuk döke saça karıştırmaya devam eder. Son olarak da buzluktan çıkarılan karidesler eklenir ve çok az salçayla bir taşım kaynatılır. Çocuktan saklı gizli konulan tuz ve karabiberle tava işi sona erer. Güveç kalıplarına paylaştırılan harcın üzerine yine çocuğun kestiği kaşarlar konur ve eriyene kadar pardon çocuk pişmesine sabredene kadar fırında pişirilir. Çocuğun bunu yemeyeceğini bilen anne saklı gizli pilav da pişirmeye çalışır ama ne mümkün, havada uçan pirinçlerin bir kısmının yakalanmasıyla pilav da pişirilir ve çocuğun da gönlü olur. Baba eve gelir ve tüm bu merhalelerden habersiz mutlu mesut yemeğini yer ve bir akşam yemeği de böylece sona erer.

Monday, October 30, 2006

YÜZYILIN AŞKLARI


Bir dönem Türkiye'yi sarsan gönül maceraları, eviyle sevgilisi arasında kalanlar, acı çekenler, kıskananlar, paşalar, sultanlar... Yani yüzyılın aşkları.
Can Dündar'ın kaleminden Mustafa Kemal ve Latife Hanım'dan Enver Paşa ve Naciye Sultan'a, Nazım'la Piraye'den Adnan Menderes ve Ayhan Aydan'a, Bedri Rahmi-Eren Eyüboğlu'ndan Yılmaz-Fatoş Güney'e, Yüksel Menderes ve İpek Kramer'den Yıldız Kenter-Şükran Göngör'e, Melih Kibar ve Çiğdem Talu'dan Afife Jale'yle Selahattin Pınar'a. "Hadi canım", "bu kadarına da pes", "olamaz böyle aşk" ....dedirten, heyecanla okunan, sürükleyici bir kitap. Kimi hala hayatta, kimi çoktan gitmiş uzak diyarlara ama hepsi aşık olmuş. Yaşanmış aşklar, yüzyıln aşkları...Çok etkilendim.

Sunday, October 29, 2006

NİCE 83 YILLARA

Cumhuriyet çocuğuyum annem gibi, anneannem gibi, doğacak torunlarım gibi..Anlı şanlı bir ülkenin evladıyım, dün gece 83. yıl kutlamalarında özgürce eğlenebilen kızım gibi. Behçet Kemal ve Faruk Nafiz'in aşağıdaki dizelerini her yıl söylerken gurur duyarım Türklüğümle, ülkemle. Gece Ortaköy'de cumhuriyet kutlamalarındaydık ailece ve dostlarımızla. Işıl ışıldı her yer, ışık gösterileri, havai fişekler, her dilden her dinden insan vardı çevremizde. Hep bir ağızdan, aynı coşkuyla katılıyordu herkes kutlamalara. Yedisinden yetmişine, çoluk çocuk, dövmelisi hızmalısı, başörtülüsü...İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir topluluk...Başarılı, kendini saydırmış Türk gençlerinin konserlerini izlerken.

"Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır. " sözleri geldi aklıma gecenin o en coşkulu anlarında ve bir kez daha söz verdim tüm kalbimle Ata'ma; çocuklarıma, torunlarıma benden sonrakilere seni çok daha iyi anlatacağım ve ebediyen yaşayacak ülkeme daha çok sahip çıkacağım.

Çıktık açık alınla on yılda her şavaştan;
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Ana yurdu dört baştan.
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,

Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türk'üz bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,

Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını,
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını.
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını.
Bütün dünya öğrendi, Türklüğü saymasını.
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,

Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz;
Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülkeye biz;
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,

Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri....

Saturday, October 28, 2006

HAYATIMIZDAKİ İLKLER



Anılara, önemli ve özel günlere oldum olası çok önem vermişimdir. Ama tek taraflı, beklemem öyle karşımdakinden illaki doğum günümü hatırlasın, kadınlar gününde çiçek versin... Ama hayatımdaki özeller önemlidir ve kendi kendime bir arşivim vardır kimi zaman beynimde, kimi zaman albümlerde, kimi zaman defterlerde. Hamileliğim, her gününü yazdığım defterimi açıp okudukça yaşadıklarım bir bir gelir aklıma. Seyahat anılarım, yediklerim, gördüklerim, kaldığım otel, metro biletlerim saklı durur anı defterimde. Hatta aynı yere gidenlere rehberlik yapar çoğu zaman bu defterler. Kızımın güncesi, el izinden hastane künyesine kadar saklarım. İlk yılbaşı, ilk doğum günü, ilk seyahati... Ona bu günceyi verdiğimde neler hissedeceğinin merakıyla kaydederim her bir özeli. Eşimle olan anılarımız, ilk buluşmalarımız...Ne kıyafet, ne ev eşyası, ne başka birşey saklarım, hatta atma meraklısı olarak tanınırım çevremde. Ama tek atamadığım, biriktirmekten bıkmadığım anılarım, güzel günlerim, yaşam sevinçlerim. İşte bunların başında da yaşam kaynağımız kızımızın anıları, ilkleri başı çekiyor artık. Ona dair herşeyi saklamak, her gününü, her güzelliğini ona anlatmak o büyüdüğünde. Hatta bir kitap çıkarıp ona annesinden bir yadigar bırakmak, en büyük arzum. Bugün de onunla bir ilki yaşadık anne kız. Sinemaya gittik. Filmin adı:"Parti Hayvanları". Önceden sinemanın ne olduğu, karanlık olacağı, gürültülü kocaman bir televizyon olacağı ve sessiz durulması gerektiği gibi bilgileri ona verdim ki korkmasın diye. Bizimkinde korku ne gezer sanki kırk yıldır gidiyor gibiydi sinemanın merdivenlerini çıkarken. Arkadaşları Eliz Dora ve Beyza(kendisi abla olsa da) ile gittik. Umduğumdan çok daha iyi ve usluydu kızım, yani ben hiç oturup seyretmeyeceğini düşünürken o biraz biraz da olsa izledi. Evde hiç çizgi film seyretmeyen biri için iyi sayılır bu performans. Onunla sinemada otururken neler geçti kafamdan; ne zaman büyüdüm, ne zaman anne oldum, kızımla sinema???????? o ne zaman büyüdü. Artık sinemaya bile gidiyorsak bundan daha iyi arkadaş mı olur. Daha sonra arkadaşım Nevra'ya baktım, aynı manzara orada da var. Anne kız sarmaş dolaş film izliyorlar, yanımızda benim canım arkadaşım ve Nevra'nın ablası Selva'nın kızı Beyza. Büyüdük ve şimdi kızlarımız büyüyor. Anne kız ne çok paylaşacaklarımız var. İlk sinema deneyimimiz benim için duygusal ve sevinç gözyaşlı Duru için de afacan ve hareketli geçti, aynı 23 Ekimde ilk ata bindiği günkü gibi. Ama ikimizde ortak olan duygu MUTLULUK tu ne kadar yorucu olursa olsun.

Wednesday, October 18, 2006

ZEYTİNLİ AÇMA

Tam sonbaharın ortasındayız. Yavaş yavaş kışa doğru yaklaştığımızı yanan kaloriferden, sokaklarda atkılara bürünmüş insanlardan ve erken kararan havadan anlıyorum. Deniz, güneş, kum artık geride kaldı ve bir sonraki yazın hayallerinde. Kış demek benim için evde daha çok vakit geçirmek, haftasonu evde değişik uğraşlar bulup zamanı değerlendirmek oluyor daha çok. Tabi bir de arkadaşlarla daha çok görüşmek. Geçtiğimiz hafta sonu da havanın azizliğine uğrayıp, Duru da biraz nanemolla olduğu için evde oturduk. Tabi ben yine mutfağa girip tehlikeli bir o kadar da keyifli tarifler yaparak günü geçirdim. Uzun zamandır denemeyi düşündüğüm zeytinli açmayla işe başladım. Kızım biraz zeytin delisi olduğu için değişik zeytinli tariflere her zaman ilgi duyuyorum. Kahvaltıda, öğlen, akşam her öğün bir tabak dolusu zeytin yer önüne koysam. Zeytin ezmesi ise hak getire...İşte bu tarif tam bize göre dedim ve işe koyuldum. 2 su bardağı ılık sütün içinde bir paket yaş mayayı erittim. İçine yarım çay bardağı toz şeker ve bir tatlı kaşığı tuzu ekledim. 1 su bardağı sıvıyağ ve aldığı kadar unu koyup ele yapışmayacak kadar bir hamur elde edip, mayalanmaya bıraktım. Hamur iki katına çıkınca (45 dak. kadar sonra) bezelere ayırdım. Biraz fazla oldu bizim için bu yüzden bir daha ki sefere ben yarım ölçü yapacağım. Bu ölçülerle 18 beze çıktı. Bezelerin her birini biraz un serpip merdaneyle açtım ve fındık büyüklüğünde margarinle yağlayıp üzerine zeytin ezmesi sürdüm. Rulo yapıp, etrafında doladım; pastanelerde satılan açmalara benzedi. Bu kadar bezeye zeytin ezmesi yetmedi tabi, kalan hamuru da çikolatalı açma olarak sardım. Nasıl mı, zeytin ezmesi yerine nutella sürerek. Böylece çikolata delisi olan Duru'ya ikinci bir süpriz oldu. Üzerlerine yumurta sarısı ve çörek otu serpip daha önceden 180 derecede ısıtılmış fırında kızara kadar pişirdim. Açmalarımız hazırdı. Zeytinli ve çikolatalı böreklerimiz yani Duru'nun deyişiyle.

Friday, October 06, 2006

TELETUBBIES

Ben çocukken turuncu renkli oyuncak arabam vardı, eniştemin aldığı. O zaman uzaktan kumanda filan yoktu pilliydi kapıları açılan. Çok severdim arabamı ve küçük plastik mutfak takımlarım. Bundan başka çok oyuncak hatırlamıyorum genelde bahçede çamurları karıştırıp ağaç dallarına sararak yaptığımız dolmalar, çamurdan yapıp güneşte kuruttuğumuz tencerelerdi oyuncaklarım. Bahçeli evde, ağaç üstünde büyüyen şanslı çocuklardanım ben. İnciri, kirazı, dutu, elmayı dalından koparan hatta zaman zaman aşıran o yaramaz çocuklardan. Sonraları hatırladığım Almanya'dan gelen kuzenlerimin getirdiği zeka oyunları oldu oyuncaklarım. O zaman Türkiye'de hiçbirşey yoktu ve aman allahım ne cazip gelirdi bana o oyunlar. Çizgi film olarak da pazar günleri yayınlanan Heidi, şeker kız Candy, Uçan Kaz Mortan hatırlıyorum. Şimsdi kızım bunların hiçbirini bilmediği gibi, bir türlü şekillerine, konuşmalarına, gülmelerine kısacası hiçbirşeylerine alışamadığım Teletubbies e tapıyor adeta. Eskiden televizyonda yayınlanırdı şimdi kaldırdılar. Ama vcd ve dvd ler sayesinde yokluklarını hiç çekmiyoruz. Sabah kalkar kalkmaz ilk işimiz La La ya günaydın demek oluyor yanı başında yatan. Sonra tubby evin kapağını açıyoruz tek tek hepsini uyandırıyoruz ve sonra doğru dvd nin başına.. La la, dipsi,tinkivinki,po......Üstelik gittiğimiz her oyuncakçıdan mutlaka bir tane ürün alarak çıkıyoruz bu sevimsiz yaratıkların sülalesinden. Tubytost, tuby rüzgar, tubyuyku,tubyyemek bunlar her an dilimizde. Hatta şarkılarımız bile bunlarla ilgili oldu. Hangisi iyi hangisi doğru karar veremiyorum ve işin içinden çıkamıyorum. Bunun yanında onlar sayesinde çok da düzgün konuşuyor ve gelişimi çok hızlı oluyor. Bir doğrusunu bilen var mı acaba?
.

Wednesday, October 04, 2006

SÜS VE DE PÜS


Çok gezen mi bilir çok gören mi derler, bence her ikisini de kullanmak lazım. Görmeden de gezemem, gezmeden de göremem. Evimin eşyalarını, kıyafetlerimi, takılarımı hatta yiyeceklerimi bile çok gezip çok görerek almayı hep tercih ederim.
Bu ara kızımın yatağını büyüterek genç kız yatağı haline getirdik tabi bizim ki genç kız olduğunu sandığı için. Tabi artık yataktan inip koşa koşa yanımıza gelme ya da yatağında tek yatmak istememe halleri de başladığı için günlerce odasını ve yatağını nasıl cazip hale getirebilirim diye de düşünüyordum. İşyerime çok yakın ve çok ünlü bir çocuk mobilya mağazasında gördüğüm süslü püslü cibinlik benzeri tül dekor çok hoşuma gitti ama fiyatını öğrenince mağazadan koşar adım çıktım söylene söylene. İsimleri satıyor kesinlikle, yani iki parça tül ve birkaç kurdela için bu fiyat mı dediğimde, efendim sopaları bilmem kaç paraya bilmem hangi marangoza yaptırıyorlarmış da kem küm....Oradan çıkıp birkaç perdeciye bu tahta çubukları sordum ama malesef hiçbirinde yoktu. Galiba haklılar dedim ve boynum bükük eve döndüm ama kafama da taktım bu dekoru.
Hafta sonu çıktığım alışverişte büyük yapı marketlerden birine girdim ve araya sora hırdavat bölümünde istediğim boylarda demir sopalar buldum, uçlarına elbet takacak birşey bulurum dedim. Gerçi satış görevlisine bu çubukları ne için kullanacağımı söylediğimde pek tuhaf baktı yüzüme ama olsun. Eve geldim ve Duru'nun çekmece kulplarının yedeklerini sakladığım yerlerden çıkarttım işte bugünler için saklamıştım onları... Silikonla bu kulpları sopaların ucuna yapıştırdım. Matkapla duvarı delme ve bunları monte etme işini de Erkan'a verdim ve o da layıkıyla yaptı sağolsun.
Sıra aldığım mor tülün kenarına geçireceğim kurdelayı dikmeye geldi. Elde dikilecek gibi değil, bunu kızımın bakıcısına verdim makinesi olduğu için iki dakikada dikiverdi. Diktiğim tülü duvara gördüğünüz şekilde monte ettiğim sopalardan geçirmek kaldı. Ama sopalar demir olduğu için kötü görünüyordu, onları da mor kurdelayla kapladım. Ve tülü geçirdim, boruların altından iğneyle diktim. İşte kabası olmuştu. Sıra en zevkli kısmına geldi. Evde ne kadar yeşil, lila, mor taşlar, pullar, süsler varsa Duru ile seçtik. Mor ve yeşil kurdelalardan fiyonklar yaptık ve ana kız beraber tülün üzerine yapıştırdık. İşte eserimiz bitiiiii. Mağazada 260 milyona satılan bu dekoru sadece 30 milyona yaptık. Duru mu ne yaptı:
"Babacığım bak yatak çok güzel oldu artık sen burada yat" dedi tabi ki.

Monday, October 02, 2006

MİNİATÜRK

Pazar günü Türkiye’nin ilk minyatür parkı Miniatürk’e en sonunda gittik. Açılalı üç yıl olmasına rağmen biz ancak bu hafta sonu gidebildik. Hava ilk başlarda biraz kapalı olmasına rağmen, biz parkın kafesinde oturup çayımızı içene kadar güneş yüzünü gösterdi. Türkiye ve Osmanlı coğrafyasından seçilmiş eserlerin maketlerinin yer aldığı Miniaturk gerçekten de gezilip görülmesi gereken bir yer. Duru da bu geziden çok keyif aldı. Açık hava, oyuncak gibi maketler hele bir de parkı gezdiren tren yok muydu, bizimkinin keyfine diyecek yoktu. Ayasofya'dan Selimiye'ye, Rumeli Hisarı'ndan Galata Kulesi'ne, Safranbolu Evleri'nden SümelaManastırı'na, Kubbet-üs Sahra'dan Nemrut Dağı Kalıntıları'na dek pek çok kültür ve medeniyetin izlerinin bir araya geldiği parkta, bugün artık yerlerinde olmayan Artemis Tapınağı, Halikarnas Mozolesi, Ecyad Kalesi gibi eserler de yeniden canlandırılmış.
Hele her eserin önünde park biletinizi yerleştirdiğinizde eserin tarihçesi hakkında bilgi veren akıllı makineler Duru'nun çok ilgisini çekti. Masal dinler gibi dinledi.
Güzel bir havada yolunuz düşerse önce miniatürke daha sonra da yeni açılan teleferiğe binerken Haliç'i tepeden seyreden Pierre Loti'de bir çay içmenizi tavsiye ederim.