Tuesday, November 28, 2006

GÜZEL KARDEŞİME


Daha dün gibi hatırlıyorum, oturma odamızdaki sünger minderlerden evler yapıp içinde oyunlar oynadığımızı, sobadan elin yanıp da sesin çıkmadan akşam annemin gelmesini beklemeni, saç başa yaptığımız kavgaları...Şimdi yanımdasın, arkadaşımsın, kardeşimsin, bebeğimsin. İyi ki kardeşimsin, iyi ki kızımın teyzesisin ve iyi ki varsın güzel kardeşim. Doğum günün kutlu olsun, hayatta tüm güzellikler seninle olsun.

Monday, November 27, 2006

GEÇMİŞE YOLCULUK

Hafta sonu yoğun bir doğumgünü trafiğimiz vardı; önce Duru'nun kuzenleri Bulut ve Doruk'un daha sonra da yine bizimkinin biraz dolaylı olsa da kuzeni sayılan Efe'nin partisine davetliydik. Her ikisi de harikaydı. Tesadüf bu ya Efe ve Bulut aynı gün doğdular bundan tam iki yıl önce. Bu yıl doğumgünlerini allahtan her ikisi de gününde kutlamadı da ikisine de rahat rahat katıldık. Sevgili Eltoş Burcu çocukların doğum gününü cumartesi organize etti. Harika bir konu seçmiş partiye: Deniz. Ve denizle ilgili aklınıza gelen herşey vardı; tavanda balık ağından, duvarda oltaya, balıklı peçetelerden balık krakere kadar.....Pastayı, sünger Bob ve deniz canlılarından oluşan bir kompozisyon karışımı olarak hazırlamıştı Burcu. Efenin pastası ise Tweety şeklindeydi. Duru sevinçten uçuyordu adeta, her mum üfleme merasiminin ardından bir kez de Duru için yakıldı mumlar. Yoğun ve pastayla geçen bir hafta sonunun ardından pazartesi tabi hiç iyi gelmedi bizimkine. Akşam eve geldiğimde pasta da pasta diye tutturdu, üstelik söz verdiğim halde yumurta çikolatasını da almayı unutmuştum. Çocuğu olanlar bilir, hayatta insanın çok zor durumda kaldığı anlardan biridir bu an; akşama alacağınıza söz verip de alamadığınız ya da yapamadığınız şeyler. Ağzımdan "gel hadi bugün beraber çikolata yapalım" çıktı nasılsa. Ve o an yüksek ses tonuyla ağlayan kız gitti yerine pür neşe bir kız geldi.
Ve yine mutfaktayız. Aklıma küçükken ilk yaptığım çikolatalar geldi, özene bezene yapıp kızkardeşimle bir çırpıda bitirdiğimiz küçük muzur tatlılar... Geçenlerde çoktandır yapmadığım bu çikolata toplarının basit ve ölçülü bir tarifini bulmuştum. İşte tam zamanıydı. Malzemeleri de kolay evde bulunur cinsten. Duru'nun eline yoğurma kabını verdim ve tüm malzemeyi içine koydum. İyice mıncıklayarak güzel bir karışım yaptı Duru. Daha sonra da elimizle yuvarlayıp top haline getirdik. Son olarak da bir kısmını evde bulunan antep fıstığı tozuna, bir kısmını şekerlemelere, bir kısmını da fındık tozuna batırdık. Ama o an evde olsaydı hindistan cevizine bulamayı tercih ederdim. O bunları yaprken küçüklüğüm ve kardeşim Aslı geldi aklıma. Onunla beraber paylaştığımız güzel anlardan biriydi bu çikolata keyfi. O an ona sarılmak geldi içimden ve Duru'ya sarılıp Aslı'yı yaşadım. O yıllara döndüm birden, tabi bu geçmişe yolculuk Duru'nun çığlıklarıyla bir anda sona erdi ve biz normal akşam halimize geri döndük.
Bu yoğurma, karışımlarla oynama işi bayağı oyalıyor Duru'yu ve özellikle de onunla beraber geçirdiğim ve bir işi beraber yaptığımız bu başbaşa saatlerde onunla kurduğum iletişim bana çok şey katıyor.
İşte size sihirli büyülü topların malzemesi:
* 1 paket pötibör bisküvi (rondoda çekilmiş toz haline gelmiş)
*8 kaşık tozşeker
*4 kaşık kakao
* 100 gr. erimiş ve soğumuş margarin (ben 50 gr. terayağ 50 gr. margarin kullandım, margarini daha az kullanmak niyetiyle)
*1 portakal kabuğu rendesi
* Ben evde bulunduğu için sıvı vanilya kullandım ama kullanmak çok gerekli değil
*Hindistan cevizi
Bisküviler biraz fazla geldiği için ben yoğurması kolay olsun diye yarım fincan süt ekledim. Bir de Duru yiyecek olmasaydı içine portakal likörü de ekleyebilirdim.

Tuesday, November 21, 2006

Aysel'ce

Artık annemin de bir sayfası var. Kendisini ve resimlerini paylaştığı Aysel'ce. Elinden geldiğince, bilgisayarı ve interneti kullanabildiği kadarıyla o da artık bizlerle. Özellikle resimle, sanatla, sergilerle ilgilenenlere göre bir sayfa olacak burası galiba.

Monday, November 20, 2006

GÜLGEZ


Kızın adı.. Kitabın adı... Hayatın adı...
Son okuduğum kitap GÜLGEZ. Kitabın kahramanı, hayata sıkı sıkıya tutunmuş, ne olduğu bilinmeyen, tıbbın yetersiz kaldığı, kimsenin duymadığı bilmediği bir hastalığın pençesine düşmüş ama ona direnmiş, direnirken de çevresini hep mutlu etmeye çalışmış bir kişinin hayatı. Gerçek bir yaşam hikayesi. Okurken bir kez daha değerlendiriyorsunuz kendi hayatınızı, elinizdekileri, çevrenizdekileri, ailenizi , vatanınızı..Gülgez, kitabın yazarının bir akrabası. Yıllar boyu Gülgez'in yazdığı mektupları roman haline getirmiş Güldem Şahan. Bunu yaparken de ruhunu, sevgisini, hislerini, tüm varlığını katmış belli ki. Gülgezler var daha ne kadar çok kimbilir. Belki de biz günü gelecek Gülgez olacağız ama acaba onun kadar sağlam onun kadar duyarlı onun kadar güzel olabilecek miyiz? Güldem Şahan bir yazar, kitabı 2006 yılının en iyi roman ödülünü aldı Everest Yayınlarından. O da bir anne, bir baba, bir eğitimci, bir teyze, bir hala, bir kardeş.... daha birçok rolü olan bir insan.. Eminim onun da hayatı fırtınalarla, acılarla, kayıplarla, mutluluklarla, sevinçlerle geçti ve geçiyor. O da bizler gibi yaşıyor. Ama bize, insanlara çevresine birşeyler katıyor, üretiyor, kendisini, yüreğini paylaşıyor.
Akıcı, sürükleyici ve son derece yalın bir dille yazılmış bu kitapta aile sıcaklığı da o kadar güzel anlatılmış ki, kardeşinizin anne babanızın değerini bir kez daha anlıyorsunuz.

Sunday, November 19, 2006

FİLM HAFTASI


Geçtiğimiz hafta akşamları kendime nasıl vakit ayırabilirim diye düşündüm. Akşam işten gel, yemek hazırla, Duru'yla oyna, ona yemek yedir, sonra Erkan'ın gelişi ve bizim yemek faslımız, Duru'yu uyutma ve genelde onunla beraber uykuya dalma ya da en fazla onu uyuttuktan sonra bir saat gazete okuma, kitap okuma ya da başka işlerle geçtiğinden neredeyse kendime ayırabildiğim 5 dakikam bile olmadığını farkettim. Televizyonu aylardır açmadım bile. Evet televizyon açık ama ben açmıyorum, ya Duru cd lerini izliyor ya da Erkan.

Ben de bu hafta kendime film haftası ilan ettim. Uzun zamandır izlemek istediğim Türk filmlerini belirledim ve kiraladım. Sırasıyla gün aşırı her akşam bir türk filmi izleyerek kendime bir "Türk Gecesi" yaptım. Seçtiğim üç filme de bayıldım. İlk izlediğim "Sen Ne dilersen" varlıklı bir ailenin hayat hikayesi. Hayata bakış açınızı değiştirecek mükemmel bir film. İkinci izlediğim "Gen" bir korku filmi. Gerçekten müzikleri, efektleri ve konusu ile işte budur dedirtecek cinsten. Bu filmde de o kadar güzel bir konu vardı ki. Hele son derece süpriz biten final, iyi ki almışım bu filmi dedirtti bana. Ama kan görmeye dayanamayanlar için biraz kötü olabilir. Son film ise, allah kimseye böyle rüya gördürtmesin dedirtti bana. Uyuşturucu müptelası bir gencin hikayesi. Oyuncular, konu, çekim mükemmel.
Hem filmler hem de gece el ayak çekilince çayımı alıp da televizyon keyfi oh be! dünya varmış dedirtti bana. Kendinize film haftası yapın ve keyfini çıkarın.

Saturday, November 18, 2006

EKOLOJİK YAŞAM


Bu sabah çok hasta kalktımmmmmmmmm. Grip beni de yakalamıştı ama günlerdir bu sabahı bekliyordum. Erkan ilk defa bir cumartesi evdeydi ve Duru'yu ona bırakıp mutlaka oraya gitmeliydim hem de erkenden. Yoksa herşey tükenir. Şişli'de olması önemli değil, atladım arabaya çıktım yola. O da ne sabahım köründe yine mi trafik....Boğaz Köprüsü sisten görünmüyor. Offf bana mal kalmayacak saat neredeyse dokuz buçuk oluyor ve hala trafikteyim. Burnumu çeke çeke, hapşura hapşura....İşte geçtim köprüyü, bekle beni geliyorummmmmmmm. Ve geldimmm, nereye :Türkiye'nin ilk organik halk pazarına. Şişli Feriköy’de cumartesi günleri kurulan bu pazarda kimyasal madde içermeyen, tamamen doğal yöntemlerle yetişmiş ürünler satılıyor. Meyvasından, sebzesine, baklagillerden ,zeytine, bebek mamasından süte kadar herşey var bu pazarda. Hem öyle bildiğiniz pazarlardan değil, "gelllllllll! gelllllllll! hıyara gel!" diye bağıran pazarcılara rastlamıyorsunuz. Son derece kibar, nazik ve bilgili esnaf var burada. Doktor esnaf bile var yani..Erzurum ve Ordu'dan tutun da Antalya, Mersin, Köyceğiz, Eskişehir, İzmir, Manisa ve Muğla'ya kadar birçok bölgeden gelen ürünler satışa sunuluyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin öncülüğünde kurulan pazara Şişli Belediyesi de çok güzel bir yer vermiş. Arabanızı park edip tertemiz bir ortamda alışveriş yapıyorsunuz. Mis kokulu Köyceğiz mandalinasını atıştırırken. Fiyatlar normal bir market ya da pazara göre biraz daha pahalı örneğin 2 milyona aldığınız mandalina burada 2,5 milyon ama sizin aldığınız mandalinalardan asla değil. Kokuyor, ağzınızda eriyor.

Ekolojik tarımda insan sağlığına ve doğaya zarar vermeyecek yöntemler uygulanıyor. Örneğin sofranıza bir domates geliyor, o domates sizi zehirlemiyor ama yetiştirilirken toprak ve su kirlenmiş ya da yetiştiren insanlar zehirlenmiş olabiliyor. Ya da ürün temiz yetişse de zehirli bir maddeyle beraber aynı kamyonda taşınabiliyor. Onu sofraya koyduğunuzda siz de zehirlenebiliyorsunuz. Bu yüzden ekolojik tarımda her şey tarlaya tohum atılmadan önce başlıyor. Üretirken, paketlerken, taşırken, depolarken ekolojik tarımın kurallarına uymak gerekiyor.

Bu pazar sayesinde artık organik ürünleri çok yüksek fiyatlara satan marketlere mecbur kalmayacağım. Fırsatını bulduğum her cumartesi erkenden pazardayım, saat 9:00 -19:00 arası açıkmış ama eminim ki saat 11:00 de birşey kalmıyordur.

Sunday, November 12, 2006

PAZARIN NEŞESİ DÜĞME KURABİYESİ


Günlerden pazar, çok keyifli değiliz.. Duru biraz hasta, grip mi, diş mi, psikolojik mi bilmiyoruz..Neşemiz pek yerinde sayılmaz, birşeyler yapmalı güne biraz renk katmalı. Alışveriş ııı. Çizgi film ııı. Oyuncakçı ehhh işte.. Park ııı. Buldummmmmmmm. Kurabiye hamuru. Haydi gel kurabiye yapalım. Eh işte bu biraz yüzünü güldürdü minik kızımın. Duru için en keyifli kurabiye sanırım düğme kurabiye yapmak olacak. Parmağını hamurun ortasına batırmaktan zevk alacak. Önce ben un, pudra şekeri, kabartma tozu ve sıvı vanilyayı (Kuzenim Bahar sayesinde tam bir Dr. Oetker'in taraftarı oldum. Likit vanilyayı da o bana getirmişti) koyup karıştırdım. Duru da da en sevdiği işi yaptı yani yumurtaları kırdı. Sonra ben yağı, suyu koydum ve bir hamur yoğurdum. Kulak memesi yumuşaklığında. Tabi o bu kısmı mızmızlanarak geçirdi, bir an önce hamurla oynamak istiyor ya. Yuğutduğum hamurdan büyük parçalar kopardım ve masanın üzerinde önce silindir biçiminde yuvarladım. Daha sonra antep fıstığı tozuna buladığım bu silindirleri 2cm. eninde kestim. Böylece kenarları fıstığa bulanmış yuvarlak kurabiyelerim oluştu. Tabi ben bunları yaparken Duru'yu hamurla siz tahmin edin. Tepsiye dizdiğim bu kurabiyelerin ortasına parmağını batırıp çukurlaştırmak görevi tabi Duru'nundu. Bu yuvaların içine birer çay kaşığı marmelat koydum. Annemin Safranbolu'dan getirdiği kuşburnu marmelatı imdadıma yetişti bu kurabiye için. Önceden ısıttığım fırında hafif pembeleşene kadar pişirdim. İşte düğme kurabiyelerimiz hazırdı ama benim düğme burunlu kızım hala mutsuzdu.
Belki başkalarını mutlu eder, işte malzemeler:
* 1 su bardağı pudra şekeri
*250 gr. yumuşak margarin
*2 yumurta
*1 paket kabartma tozu
*1 paket vanilya
*1 kahve fincanı su
*Aldığı kadar un
*Antep fıstığı tozu

Sunday, November 05, 2006

YENİ YIL GELİYOR


Eskiden çok önemi yoktu yılbaşlarının benim için, yeni yıla girmek, o geceyi kutlamak öyle çok önemli değildi. Çok yılbaşı gecesi hatırlarım saat gece yarısını görmeden yatıp uyuduğumu. Hala da öyle özel programlar yapmıyoruz ama kızımızın doğduğu yıldan beri evimizde özel hazırlıklar yapıyoruz. Özel günleri, bayramları, yılbaşlarını bilmesi o günlere özel neler yapılır, nasıl kutlanır bizden görmesi hoşuma gidiyor. Aralık ayının ilk haftasında başlıyoruz onunla ağacımızı süslemeye iki yıldan beri. İlk sene küçüktü hiç anlamadı. Ama bu yıl çok keyifli olacak bu işleri yapmak onunla. Kimileri bizi yadırgasa da biz ağaç süslemeye, noel babayla oynamaya, hediyeleri alıp ağaç altında yılbaşına kadar saklamaya bayılıyoruz. Tabi bu yıl Duru ne kadar açmadan tutar onları bilemem. Masraflı da olmuyor artık bu işler, çünkü her yılbaşı aynı ağaç, aynı süsler çıkıyor depodan. Ben bile heyecanlanıyorum unuttuğum süsleri bulduğumda. Rengarenk, çeşit çeşit, pullu payetli süsler, toplar, mumlar... Tabi her yıl yine dayanamayıp eklemeler yapıyorum bu süslere. Geçenlerde gezerken dayanamayıp aldığım yeni aksesuarları eve gelir gelmez açıp odaya yaydım. Duru'dan saklanmak zor oldu tabi, o görsün istemedim süpriz olsun diye. Ama ne kadar saklayacağım bilmiyorum aklım her an dolabın üstünde duran onlarda. O kadar şirinler ki. Üçümüzün beraber kutladığı ilk yılbaşında üçümüz de parti şapkası giymiştik. İkinci yılımızda, üçümüz noel şapkası giydik ve işte üçüncü yılımızda yine üçümüzün kafasına takacakları.....