Thursday, March 25, 2010

HAVADA SÜMBÜL KOKUSU VAR


Baharın en güzel habercisi, pembe, mor, lila, beyaz sümbüller, mis kokulu sümbüller. İnsanın koklamaktan başı dönebiliyor, ya da aldıkça alası geliyor. Evde parfüm niyetine, aksesuar amaçlı, göze hitap eden bu kadar güzel bir şey olabilir mi? Hele bu sene mutfakta duruyor, yemek kokusu diye birşey kalmadı. geçen senenin sümbüllerinin soğanlarını da saklamıştım bu arada, onlar Sapancada aralık ayı gibi ekildi saksılara ve orada çiçeklendiler. Onun keyfi bir başka, sakladığın soğanlardan ertesi sene tekrar çiçek üretmek.



Doğa gibisi var mı, ona verilen emeklerin karşılığını fazlasıyla veren? Huzur yaratan...

Tuesday, March 23, 2010

ALAŞARA VE AYLİN CANAY

İstanbul'a çok yakın bir o kadar da uzak bir köy...Adapazarına bağlı Kayalar Memduhiye köyü. Abhaza köyü de deniyor hatta ben daha çok bu adını duymuştum. Duymamın sebebi de burada çok meşhur bir restoran varmış ve özellikle kahvaltısıyla ünlüymüş. Gitmek görmek kısmet olmamıştı. Ta ki bundan birkaç ay evvel sevgili arkadaşım Kevser'in Adapazarı'nda açtığı "Kevser Aydoğdu ile Mutfak Deneyleri" nin bir kursuna katılana kadar. Orada sevgili Aylin ile tanıştım. Aylin'in Dünyasının güzel sahibi ve işte o meşhur Abhaza Köyündeki restoranın sahibi, sahibesi, sahibinin eşi...Sıfat ne olursa olsun fark etmez ama güzel Aylin yeter bence. Ben bu köyden bahsederken "bizin köy, bizim restoran orası" dedi. İşte dünya küçük tabiri tam da bunun için kullanılmış olsa gerek. O güzel günden sonra, iletişimimiz devam etti, fiziksel olarak uzak olsak da kalpler hep birdi. İşte bugün mesafeleri hiçe saydık ve Aylin'e misafir olduk. Hem de kahvaltıya. Tabi ki muhteşemdi, ben şanslıydım ki Aylin'in güzel evine konuk oldum. Ama öyle bir insan ki Aylin, siz de geçerken uğrayın hemen buyur eder sizi. İnanılmaz bir köy, temiz, bakımlı, modern. Bu inanılmaz köyde inanılmaz bir ev, şirin, sıcak, yaşayan ve mutlu bir ev. İncik boncuğu, antikaları, Aylin'in el sanatları ile birleşince saray yavrusu mu müze minyatürü mü desem karar vermedim. Bahçelerindeki salıncak ise beni hakikaten çok etkiledi. Aylin kadar eşi Selçuk Bey de güleryüzlü ve misafirperver. Harika bir kahvaltı, Nihan'ın eşsiz esprileri ve gündem yaratan sözleri, Kevser'in sohbeti derken bir de köy gezintisi. İşte sonunda o meşhur restoranları ALAŞARA'ya da uğradık. Hafta içi olmasına rağmen bahçe bayağı kalabalıktı. Çok güzel, zevkle dekore edilmiş bahçe kadar içerisi de çok şirin. Eski tip bir soba, çevresinde şirin masalar, güzel bir müzik...Alaşar'ın yemekleri ve özellikle kahvaltısı çok ünlü. Girer girmez kendinizi evinizde hissedebilirsiniz. Son derece içten ve samimi. Biz Aylin'in evinde o kadar rahattık ki, burasının da farklı olacağını düşünmüyorum. Benim gibi sürekli aynı tip kahvaltılardan ya da aynı mekanlardan bıkanlardansanız ALAŞARA'yı kesinlikle tavsiye ederim. Adapazarında, Kayalar Memduhiye Köyü, tel: 0264.35958.19

Friday, March 19, 2010

ÇİNGENEM ÇİNGENEM KARA GÖZLÜ ÇİNGENEM

İnsanı en çok mutlu eden hangisidir? Belli, özel bir günde ona verilen bir hediye, yapılan sürpriz mi yoksa hiç ummadığı, beklemediği bir anda verilen hediye yapılan süpriz mi? Aslında ilki sürpriz olmuyor bence çünkü zaten bekleniyor. Mesela doğum günü, evlilik yıldönümü...Zaten o gün ister istemez bir hoşluk bekliyorsunuz yakın çevrenizden. Bana göre, beni daha doğrusu ikincisi daha çok mutlu eder. Hiç ummadığım anda bana verilen bir kitap, yapılan bir jest, davet edilen bir yemek. Çünkü beklemediğim bir zamanda yapılmıştır ve yapan kişi beni düşünmüştür o an hakikaten. Bu nedenle çevreme de ummadıkları bir anda sürprizler yapar onları bu şekilde memnun etmeye çalışırım daha çok. Çevrem deyince tabi bu sadece ailem ya da çok yakın arkadaşlarım olmaz her zaman. Benim çevrem biraz genişçe. Kuaförümden kasabıma herkes zaman zaman yakın çevremde olabilir. Evime renk katan günlük taze çiçeklerimi aldığım çiçekçi çingenem bile. Bir şekilde bağ kurduğum, sözel bile olsa alışverişte bulunduğum herkes.
Sabah kızımın giymediği, küçük gelen ya da artık çok sevmediği kıyafetlerini toparladım ve koca bir torba oldu. Daha önceden de aynı şekilde oyuncaklarını ayırmıştım ve arabanın bagajında aylardır benimle geziyordu. Hani zaman zaman arabanızın camını silmeye kalkan çocuklar var ya, işte onlara vermek üzere bulundurduğum oyuncak torbası. İki koca torbayı alıp, çiçekçinin önünde durdum. Tabi doğal olarak çiçek alacağımı düşündü. O gün tesadüf ya iki kızı da orada, onun yanındalardı. Soğuktan gevrek gevrek olmuş kanlı canlı yüze, sümüklü burna sahip iki dünya tatlısı. Çiçek alacağımı sanıp hiç oralı olmadılar, ama ben torbaları açıp onlara gösterince siz düşünün nasıl sevindiklerini. Annelerinin dizinin dibinde yarı uykulu yarı üşümüş halde iken bir anda canlandılar. Nasıl sevinmesinler, bir sürü kız çocuk oyuncağı, boyalar, bebekler...Kıyafetler daha çok annelerini sevindirdi eminim, onlar ise pembe dünyalara daldılar.
Bugün onlar mutlu oldu, dünyada 2 çocuk sevindi, güldü daha güzel ne olabilir?

Monday, March 15, 2010

SİM ANİMASYON

Şimdi size anlatacağım hikaye tamamen gerçektir ve kahramanları asla hayal ürünü değildir ama hayal bile edemeyeceğiniz kalbe, ruha, samimiyete, güven dolu ilişkiye, ilişkilere sahip kişilerdir. Bundan neredeyse 21 yıl önce geçiyor olay. Yeditepeli şehrimizin en güzel tepelerinden birinde Nakkaştepede denize nazır okulumun -o zaman sadece okulumuz vardı ve heryer papatya tarlasıydı- arka bahçesinden yeni yapılan spor salonunun bitişiğindeki demir parmaklıklarından kaçmaya çalışan ben ve birkaç arkadaşım tabi ki koskoca papatya tarlalarının ortasında sıyrılmış ve beden eğitimi öğretmenimize yakalanmıştık. Amacımızın kötü olmadığını , boş olan derste çok sıkılıp zaten gün sonu olduğundan biraz nefes almak istediğimizi söyledik ve beden eğitimi öğretmenimiz çok tehlikeli olan demir parmaklıklara tırmanmak yerine , merdiven dayayıp buyrun böyle çıkın kendinize zarar vermemiş olursunuz dedi ve adeta bizi okuldan kendi elleriyle kaçırdı. Evet yanlış duymadınız, bize yardım etti ama onun istediği saatte okulda olmamız kaydıyla. O zaman onu, Bahar Hocamızı çok seviyorduk, bize suç ortaklığı yaptığı için değil, bizi anladığı, bize güvendiği ve bizi adam yerine koyduğu için. Sonra ablamız oldu artık hoca değil ablaydı bizim için. Kardeş okullarımızdan birinde meslektaşına gönlünü kaptırdığını duyduk. Müstakbel eniştemizde kendi okulunda en az Bahar Hoca kadar sevilen Beden Eğitimi öğretmeni Fadıl Hoca. Önümüzde gelişen bir hikaye evlilikle sonuçlanan...Sonra kopukluk olsa da bebekliğini, büyümesini kaçırsak da oğulları Yavuz. İşte bu hikaye böyle bitiyor demeyeceğim ama. İdealist, gerçekten ruhlarını koyarak işlerini yapan bu iki güzel insan 1999 yılında oğullarına bir doğumgünü yapıyorlar ve öyle muhteşem oluyor ki, orada bulunan kişilerin de teşviki ve kendilerine de böyle bir organizasyon yapmalarını istemeleriyle Sim Animasyonu yaratıyorlar. Böyle harika insanlar tabi ki harika işler yapıyorlar ve klasik animasyon ya da organizasyonlardan farklı olarak eğitim amaçlı oyunlar hazırlıyorlar.Çocukların kendi başlarına yapamadıkları ya da oynayamadıkları oyunları animatörler eşliğinde yapabilmelerini sağlıyorlar. Grup oyunlarının amacı hep paylaşma ve takım ruhunu yaşatma. Bireysel oyunlarda ise lider ruhlu çocukları ortaya çıkarmak, onore etmek. Yani aslında benim şu anda verdiğim yetişkin eğitimlerini onlar şimdiden çocuklara vererek ileride çok daha yetkin, her açıdan sağlıklı bireyler, yöneticiler yetiştiriyorlar.

Çocuklar geldiklerinde HOŞGELDİN ile karşılanıyor, giderken HOŞÇAKAL ile gönderiliyor. Bundan daha güzel birşey olabilir mi?

Okul organizasyonlarından uçurtma şenliklerine, şirket organizasyonlarından doğum günü kutlamalarına, yeni yıl şenliklerine....Farklı, özel, uzman kişilerden hizmet almak ve özel bir dostluk kazanmak istiyorsanız Sim Animasyonu mutlaka tanıyın. Arayın zaten farkı hissedeceksiniz hele bir de Damla'yı tanırsanız hiç şansınız yok, ayrılamazsınız. Ha benden de selam söyleyin, ben o ailenin hayranıyım.

0216.572.99.46

Thursday, March 11, 2010

HAYALLERİMİZ OLDUĞU SÜRECE VARIZ

Küçük ya da büyük, yavaş ya da çabuk, ulaşılabilir ulaşılamaz...Ne olursa olsun, insan hayalleri olduğu sürece var. Hayallerimiz bize yaşam gücü veren, coşturan kimi zaman yıkan. Hayalinin peşinde giden insanın duyduğu enerji kimde var, hele bir de hayaller gerçek olunca. Hayal kırıklığı deriz, hani çok yıkıldığımızda, düştüğümüzde. Oysa ki her düşüşün bir kalkışı da var. Yoksa nasıl bulurdu ampülü Edison? Hiç mi hata yapmadı, hiç mi hayal kırıklığına uğramadı. Ama her hayal kırıklığında eminim ki sonucu düşünüp hatalarından öğrendikleriyle yoluna devam etti. Bizi hayallerimize ulaştıran ne peki? Hedeflerimiz....Kısa, orta, uzun vadeli hedeflerimiz. Hedef yoksa neye ulaşır ki insan, nereye gideceğini, nasıl gideceğini, daha ne kadar yolu kaldığını nereden bilebilir.


İşte benim de hayallerim böyle. Hep bu dünyada kalıcı bir eser bırakabilmek, adımı olumlu bir şekilde başkalarının da duyacağı bir eser. Ben öldükten sonra beni anacakları birçok anı, eşya, yapıt...ne derseniz deyin. Bunun için tabi ki önümde fırsatlarım, engellerim var bunu hep biliyorum. Ama hayallerime ulaşabileceğim hedeflerimi seçerken hep yapabileceklerim üzerinde durmayı, neyi yapamayacağımı çok düşünmemeye çalışıyorum artık. Yıldığım, yorulduğum zamanlarda hep hayallerime kavuşmuş halimi getiriyorum gözümün önüne. İşte o zaman koşmaya devam ediyorum.


Hayallerime ulaşabilme yolunda orta vadedeki hedeflerimden biri de 2010 yılında bir kitabımın olmasıydı. Bu bana yazma isteğimin, heyecanımın bir artısıydı ve işte bir fırsattı. Eşimin ve kızımın katkılarıyla hedeflerimden birine ulaştım ve her zaman alışveriş yaptığım kitapçılarda artık kendi kitabımı raflarda görüyorum. tanıdığım, tanımadığım çok kişiye imza atıyorum benden bir parçaya. Bu anlatılmaz bir duygu, kendinizi gerçekleştirme yolunda attığınız bir adım. Çocuk, aile bölümünde en ünlü yazarlar arasında benim de kitabım orada duruyor. Çok mu mükemmel, eleştiri almıyor muyum? Bu kitap çıkana kadar hiç mi pes etmedim? Ama o raflarda olacağı anı hep hayal ettim ve şu an gelen her bir yorumu ilerideki hedeflerim için bir fırsat olarak görüyorum. Kitabım orada duruyor, benim yanımda hiç tanımadığım birileri gidip alıyor ve ben yanaşıp kendimi tanıtıyorum. Yeni kişiler, yeni fikirler...


Hayal edin, hayal etmek yolun yarısı. Hatta zaman zaman başkalarının hayallerini dinleyin, sıkılmadan, sıkmadan. Hayalini sizle paylaşan kişilerin heyecanına ortak olun, göreceksiniz daha enerjik olacaksınız.

Monday, March 08, 2010

KADINLAR GÜNÜ

Bugün "Dünya Kadınlar Günü"ve bugün yurdumda yine sabaha karşı bir deprem oldu ve kaç kadın öldü, yaralandı. Kaç kadının doğurduğu evlat, baba, ağabey öldü, kaç kadın evsiz yurtsuz kaldı. Kaç kadın bugün ağlıyor aç, kaç kadın işsiz. Kaç işi olan kadın tacize uğruyor, kariyeri engelleniyor, işsiz kalıyor bu yüzden.. kaç kadın şiddet görüyor, kaç kadın töre cinayetlerine kurban gidiyor. Kaç kadın canlı canlı toprağa gömülüyor, kaç kadın işkence görüyor.

Kaç kadın Bebek'te sabah sporu yapıp koşuyor, kaç kadın alışveriş merkezlerinde öğle yemeklerinde poz veriyor, kaç kadın duyarsızca şuursuzca para harcayıp ekranlarda boy gösteriyor. Kaç kadın boş oturmaktan, üretmemekten şişip yağlarını aldırıyor, kaç kadın sadece adı görünsün diye konserlere katılıp, sergi geziyor. Kaç kadın okuyor, kaç kadın dinliyor, kaç kadın...

Kaç kadın mutlu halinden?

Wednesday, March 03, 2010

EYVAH KIZIMIN KÖŞELERİ OLUŞMAYA BAŞLADI

Bugün, okuldan eve dönen kızımla anne kız sohbeti yapıyorduk. Önce yüzme dersinin nasıl geçtiğini anlattı, serbest yüzdüklerinden, arkadaşlarıyla oynadıklarından bahsetti. Okuldaki arkadaşlarını, kimin ne giydiğini, öğretmenin ne dediğini...Sonra akşam yemeği, banyo derken laf lafı açtı ve o sırada " anne bugün yüzmeye giderken kırık kalpler durağı çaldı radyoda " dedi. Candan Erçetin şarkısı, bu ara onu okula götürürken arabada çok sık çalıyoruz. Aa ne güzel dedim ben de doğal olarak. O da bana "ama anne ben bu şarkıyı bilmiyorum dedim, çünkü utandım biliyorum dersem gülerler diye" demez mi?

İşte o an anladım kızımın yavaş yavaş kalıplarının oluşmaya başladığını..K harflerine T diyen küçük kızım "anne çot torttum, toşa toşa geldim" dediğinde ona güldüğümüz halde hiç utanmayan hatta yine söyleyen kızım şimdi utanmaya, bildiğini bilmiyormuş gibi yapmaya başlamış. "Başkaları ne der" sendromu oluşmuş bile biz farkına varmadan.
Eskiden doğal, rahat olan, hiç düşünmeden konuşan, kendisiyle alay edilir edilmez hiç düşünmeyen kızımın artık köşelerinini çizmeye başlamış arkadaşları, sosyal ortamı ve daha kimbilir neler...
Candan Erçetin'in parçası komik mi, ayıp mı, gülünür mü bu parçayı sevene bilemem. Kime göre neye göre doğru ya da yanlış onu da bilmem. Bildiğim tek şey böyle başlıyor herşey, özbenliğimiz böyle değişiyor, kök salıyor ve belli bir yaştan sonra da değişmiyor. İşte saf, duru, doğal kızımın başladı benlik çatışmaları... Gözümüz aydın, kızımın köşeleri oluşuyor, yıllar sonra bu köşeleri yumuşatmak, ilk haline getirmek için yine uğraşacak, uğraşacağız ya da uğraşacaklar...ama köşeler oluşuyor maalesef ve işte bu kadar hızlı