Wednesday, April 29, 2009

ZOR GÜNLER

Zor günlerden geçiyor ülkemiz, doğuda yaşanan terör olaylarına sadece izleyici olarak kalıyorduk ki, geçtiğimiz gün evimizin hemen arkasında hücre evi basıldı. Biz kızımla olaylara istemeden de olsa şahit olduk, önümüzde yaralanan oldu, bomba seslerini evimizde duyduk, silahlara şahit olduk. Suçlu, suçsuz ölenler, yaralananlar,...Arka caddede kan gövdeyi götürüyor, ön caddede hayat devam ediyor, insanlar pastanede oturuyor, okulda ders devam ediyor, hemen arka caddede yerde bir ölü, bombalar...Hayat işte diyoruz buna. Bir şeyler iyiye gitmiyor, hayat daha da zorlaşıyor, canlar yanıyor, zor günlerrrr geçiyor umarım çabuk geçer. Bu zor günlerde biraz tat biraz neşe için öylesine bir lezzet için benden size çikolatalı çilek. Yapımı çok kolay, bir tava içinde kaynattığınız suyun içine cam kase koyup evde kalan çikolataları atıp eritiyorsunuz, aman dikkat içine su kaçmasın eriyen çikolataların. Çilekleri sıcak çikolataya batırıp soğuyunca servis yapıyorsunuz, bilmem moralinizi düzeltir mi?

Wednesday, April 22, 2009

PIRLANTA ET


Yandaki fotoğraflara ilk baktığınızda burayı ne dükkanı sanacaksınız merak ediyorum. Su sebili, oturma grubunun yanında çeşit çeşit çay ve kahveler, plazma televizyon, canlı bitkiler, oyuncaklar ve mis gibi parfüm kokusu...Burası bir kasap...evet bir kasap ama işte ayrıntılarla fark yaratmış, kalitesini hizmet anlayışına yansıtmış, içeri gelen her müşteriye özel davranan onu bekletirken güzel vakit geçirmesini sağlayan bir kasap. Kızım geçen gün "kıymacı" diye anlattı et satan yeri anlatırken, kimine göre kasap, kimine göre kıymacı, kimisine et butik...isim çok önemli değil önemli olan sunulan hizmet. Gerçekten Pırlanta Et'ten içeri girer girmez mis gibi parfüm kokusu karşılıyor sizi, o alışageldiğimiz et kokusu yok ya da sıra sıra asılmış halde değil etler, arka bölümde. Siz vitrinde güzel tanzim edilmiş ve kendilerinin hazırladığı özel etleri görüyorsunuz. İstediğiniz et hazırlanırken oturup çayınızı içebiliyorsunuz ve televizyonda son haberleri takip ediyorsunuz. Çocuğunuz varsa yanınızda hiç merak etmeyin onlar da düşünülmüş. Oyuncaklar tam onlara göre. Ve asıl işleri yani etleri....Hayatımda hiç sevmediğim ciğerin müdavimi oldum, bir dana ciğerleri var ki Türk lokumu. özel hazırladıkları bonfileler, kavurmalar herşeyiyle mükemmel. Ufuk ve Uğur kardeşler kendi kişisel kalitelerini etlerine de yansıtmışlar ve gerçekten yaptıkları işi tam anlamıyla harika yapıyorlar. Kredi kartı ile evinizde ödeme kolaylığı da sunuyorlar. Sipariş hatları, 0216.384.36.34, web sitelerinin de yakında açılacağını söylediler.

İşte bu dedirtiyorlar insana, önemli olan ne iş yaptığınız değil işi nasıl yaptığınız. Tebrikler Pırlanta Et, Ufuk ve Uğur.

Monday, April 20, 2009

BİZ FAKİR Mİ OLDUK ANNE?

"Biz fakir mi olduk anne? " diye 4,5 yaşındaki kızım sordu geçen sabah. Sebebi de, ona örmek istediğim yeleğin kalıbını çıkartmak için kestiğim gazete kağıdını üstünde denememdi. Gazete kağıdı giymem diye isyan etti önce, sonra ikna oldu ama biz fakir mi olduk anne, niye gazete giyiyorum dedi. O yaştaki bir çocuğun fakir kelimesinden çıkardığı anlam tam olarak neydi, ona göre kim ya da kimler fakirdi, fakirler ne giyer ne içerdi tabi ki tam olarak anlayamadım ama vereceğim yanıtı kendi içimde bayağı düşündüm. Hayır fakir değiliz, hayır fakir olmadık, fakir değiliz ama bu hiç fakir olmayacağımız anlamına gelmiyor, fakirlik göreceli bir kavramdır.....ve daha bir sürü yanıt. Ne demeliydim, onun yaşı nasıl bir yanıtı anlayabilir bilemedim ama fakirlik, zenginlik o yaştaki çocuk için bile çok önemli bir yer kaplamıştı hayatında. Kim istemez ki evladının ömür boyu kalbi de gönlü de cebi de zengin olsun ama hayat süprizlerle dolu, bunu da bilmesi gerekiyor.
Bernard Shaw ne demiş "Diş ağrısı çekenler, dişleri sağlam olanları; yoksulluk çekenler parası bol olanları mutlu sanır."Mutluluk sadece para ile olsaydı hep zengin ol derdim böyle dua ederdim güzel kızım sana ama küçük şeylerle mutlu olmayı bil diyebilirim sadece , bazen bir gazete kağıdını giymek de insanı çok mutlu edebilir, buna mutlu olmak için de çok sebep sayabilirsin, annenin sana örgü yelek yapabilmesine mutlu olman gibi. Gerisini ileride hayatın boyunca sen bulacaksın benim küçük meleğim.

Wednesday, April 15, 2009

FARK ETMELİ İNSAN

Fark Etmeli İnsan
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını.
Ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın,
Ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.
Henüz bebekken Dünya benim! dercesine
Avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,
Ölürken de aynı avuçların
Her şeyi bırakıp gidiyorum işte!dercesine apaçık kaldığını
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.
Azrailin her an sürpriz yapabileceğini,
Nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan.
Hayvanların yolda, kaldırımda, çöplükte
Ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada
Yemek yediğini fark etmeli.
Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli
Ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni
Dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde kedi, köpek beslediği halde
Çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine seni çok seviyorum!
Demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 sadece üçünü giydiğini
Ama arka sokaktaki komşusunun
O beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin
Sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını
Ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli.
Fark etmeliyiz çok geç olmadan
Ömür dediğin üç gündür,
Dün geldi geçti, yarın meçhuldür.
O halde ömür dediğin bir gündür,
O da bugündür

Can Yücel

Friday, April 10, 2009

yükse yüksek kulelere kız vermesinler


"Kınayı getir ana
Parmağın batır ana
Bu gece misafirim yanında yatır ana"

Kınamız vardı dün akşam kına gecemiz...Hem ağlarım hem giderim misali, biz de hem ağladık hem oynadık. Nazlı'mızın evlenmesi bizim kurtlarımızı dökmemize vesile oldu ve günlerdir hazırlandığımız kına gecesi harika geçti. Ne güzel adetlerimiz var ve bu adetleri devam ettirmek, çocuklarımıza, torunlarımıza öğretmek bizim görevimiz diye düşünürüm hep. Yurtdışına gidince özellikle de Avrupa'da kentlisinden köylüsüne herkesin belirli örf adetleri yerine getirdiğine hep şahit olmuşumdur, yumurta bayramında evlerine astıkları renkli yumurtalar, noeller, evlenirken arabalarına bağladıkları tenekeler, çocuklarına isim koyma törenleri hepsini bir keyifle yaparlar. Bizim de çok renkli törenlerimiz var aslında ve kına da bunlardan biri. Düğünden bir gün ya da bizim yaptığımız gibi birkaç gün önce yapılan, çoğu zaman sadece kadınların katıldığı ama artık kadınlı erkekli olan kına gecesi hem bir eğlence hem de gelinin evinden ayrılacağı için kendisine bir veda anlamı da taşıyor. o kadar güzel maniler, türküler var ki kına gecesi için yazılmış biz de dün akşam birkaçını hepbirlikte okuduk ve türküleri mırıldandık.



Çoğu zaman özellikle de modern kentlilerin çok tasvip etmediği hatta yapanlara küçümseyerek baktığı bu tip adetler bence tam tersi özenilerek yapılması gereken, kimliğimizi, renkli tarihimizi, el emeği ile işlenmiş yöresel kıyafetlerimizi yaşatmak için de bir fırsat. Herşeyden öte bir buluşma, toplanma, bir araya gelme aracı. Dün akşam uzun zamandır görmediğimiz dostlarımızla eski günlere döndük, bir amaç için toplandık, arkadaşımıza hoş bir anı bıraktık ve en önemlisi birbirimiz için önemli olduğumuzu hatırladık. Hayatın koşturması içinde, bin türlü de derdin kederin içinde bir buse kondurduk kendimize fena mı?


Gelelim kına gecesinin olmazsa olmazı kınaya. Efendim dedim ya günler hatta aylar öncesinden başlayan hazırlığımızda bir organizasyon ekibi kurduk ve arkadaşlarımızla iş bölümü yaptık. Ev sahibinin zaten telaşlı olduğu günlerinde ona yük olmaması için her türlü yiyeceği bölüştük ve hepimiz bir parça getirdik. Müzikleri birimiz ayarladı, biz kına alışverişi için Nur ile Mahmutpaşa'ya gidip kına tepsisi, kına örtüsü gibi eğlenceli kısmı yaptık. Kına , özel hazırlanmış bir tepsi içinde geldi salona benim tarafımdan ve gelinin yüzü dantel ve pullarla işlenmiş bir örtü ile kapatıldı. Bayanlar ellerinde mumlarla o meşhur türküyü söyledi, YÜKSEK YÜKSEK TEPELERE KIZ VERMESİNLER....Amacımıza ulaştık, anneyi de kızı da ağlattık, hatta biz daha çok ağladık. Klasik olarak gelinin eli açılmadı kına için. Niye??????????Kaynana altın taksın diye ve kaynana altını verince eller açıldı....Bindallı giyen Nazlıcım o kadar sıcak o kadar doğaldı ki.








"Mendili eline, mendili verdim geline, kara kına yollamış yar benim ellerime...." Kına bahane göbek havası şahane.

Tuesday, April 07, 2009

BAHARI SEVİYORUM




Hem kuzenim Bahar'ı çok seviyorum, hem de mevsim olan baharı. İkisi de taze başlangıçları anımsatıyor, ikisi de neşeli, ikisi de sakin..


Haftasonu bahara merhaba dedik Sapanca'da evimizde. Yarın da bizim Bahar geliyor İstanbul'a. Yani heyecan var bugünlerde ben de. Toprakla haşır neşir olduk bu hafta sonu. Yazlık hasır saksılar çıktı dolaplardan, eski çiçekler temizlendi, yeni çiçekler alındı. Sakız sardunyaları başlamış çıkmaya, Akdenizliyim ben canlı, neşeli, sıcak kanlı der gibi....kırmızı, pembe, fuşya...Çuhalar rengarenk hala..açelyalar hala dipdiri ve ağaçlar... patlamaya hazır dallarıyla gelinlik kız gibi. Ellerimiz solucanlarla karşılaştı Duru ile toprakla oynarken, tırnaklarımızın içleri kapkara oldu, elimiz yüzümüz kirlendi ama mutluyduk. Hele de çiçekleri dikip çayımızı alıp karşısına geçip işte bu bahçe bizim der gibi bakışımız... herşeye değdi. Bahar hoşgeldin ne olur uzun kal.