İlk durağımız öyle bir kanyondu ki, hani eşyalarınız olsa yanınızda inip, rafting yapasınız gelir. Batı ayaz denilen kanyon sanki İsviçre Alplerinin eteklerindesiniz hissi yaratıyor ya da Karadeniz'in yemyeşil ormanlarındasınız gibi. Kanyonun hemen üstünde yer aldığımız köprü Fransız Köprüsü olarak biliniyor. Hakikaten temiz havadan ve manzaranın muhteşemliğinden olsa gerek büyüye kapılmış gibi hissettim o an kendimi ve bu büyü bir sonraki durağımızda daha da etkisini hissettirdi ve ben daha da çarpıldım.
Artık Samandağ'a geliyorduk. Musa Dağı, Kel Dağı ve Saman Dağı arasında bulunan Asi nehrinin Akdenize döküldüğü deltada kurulmuş ilçe, aynı zamanda çok önemli tarihi eserlere de ev sahipliği yapıyordu. Doğal bir liman olan Samandağ çok uzun bir sahile sahip. Burada ilk gördüğümüz yer, Kapısuyu bölgesinde bulunan Dor Mabedi oldu. Tanrıların kralı Zeus adına yapıldığı söylenen mabetten bugüne kalan sadece sütunun taş kalıntıları.
Seleukeia Pieria antik kentininin aşağı şehir kısmında bulanan M.Ö 1. yy da yapılmış olan Titus Vespasianus Tüneline geldiğimizde gerçekten ''ağzı açık kalmak'' deyimini bizzat
yaşadım. Dağdan gelen suların yarattığı sellerin taşıdığı kum ve çakılların limanı doldurmasını engellemek için yapılan tünel adeta bir dünya harikası. Öyle sanıldığı gibi kapalı bir mekan da değil. Toplam 1380 metre olan tünel, doğayla iç içe bir yürüyüş parkuru gibi. Titus tünelininin hemen sonundaki tarihi hazine Kaya Mezarlığı yani Beşikli Mağara tam bir mimarlık harikası. Geniş alana yayılan mezarlık, kayalık yamaçlara oyularak yapılmış. Baktığınızda karşılıklı birbirine paralel iki mezar görüyorsunuz. Beşiğe benzediği için Beşikli Mağara denmiş. Mezarların tavanlarında görülen istiridye kabuğu şeklinin kalıntıları, b
urada donanmaya ait birilerinin yattığı gibi bir rivayete konu olmuş. Antakya'ya gelip buraları görmeden dönseydik herhalde çok şey kaybederdik, Samandağı Çevlik bölgesi hakikaten de ülkemizin tarihi açıdan zengin bölgelerindenmiş ve bugüne kadar hiç haberim olmamış.
Samandağı'nda Hıdır Bey türbesinin hemen yanıbaşında Dervişhan'da yediğimiz balık ile hakikaten bugünkü gezimizin Karadeniz turuna neredeyse eş değer olduğunu düşündüm bir an.
Buraya yazarken ya da okurken bir solukta bitiyor da gün ama gezerken öyle olmuyor. İşte hava kararmaya başlamış, bir Antakya günü de bitmeye yaklaşmıştı. Güzel insanlar, güzel yerler, güzel yemekler...İnsanoğlu güzele ne çabuk alışıyor. Ne haber, ne domuz gribi, ne başka şey...Sanki bu ülkede yaşamıyor gibi oluyor insan ve gerçeğe dönünce, gerçeği düşününce kötü oluyor, zor durumdakileri, gezmeyi bırakın yaşamaya hayatta kalmaya çabalayan insanlara üzülüyor, bir yandan kendi olanaklarına şükrederken niye ülkemde buraları herkes göremiyor, niye medenice, sağlıkla, temiz, ferah, refah bir ülkede yaşayamıyor benim insanım, üstelik bunları hak etmiş bir maziye sahip iken deyip düşünmeden, üzülmeden edemiyor ya da BEN EDEMİYORUM.
No comments:
Post a Comment