Thursday, January 28, 2010

Sevgi ve Tebessümle Kalın

Okul yıllarında hiç hayran olduğunuz bir öğretmeniniz olmuş muydu? Bilgisine, tipine, yaşına, güzelliğine, yakışıklılığına, samimiyetine...Herhalde hepimiz zaman zaman öğretmenlerimize hayranlık duyup onlar gibi olmaya çabaladık ya da en azından ben tattım böyle duygular. Özel bir lisede geçen on rakamlı yaşlarımda biz öğretmenlerimize hayrandık ve onlarla aramızda çok da sıkı bir bağ vardı. Bizim için ağabey abla gibilerdi. Okulumuzun ilk öğrencilerinden olmanın verdiği fırsat bir yana öğretmenlerimizin de yaşları bize çok yakındı. Şimdi düşünüyorum da bize öğretmenlik yaparken aslında onlar da ne kadar gençmiş. O zamanlar kurduğumuz bağlar, karşılıklı sevgi ve saygı yıllar sonra yeniden hem de daha da kuvvetle gelişir mi? Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığına inanan ben işte yıllar sonra, bahsettiğim öğretmenlerimden biriyle iki yıl önce karşılaştım. Paylaştık, beraber seminere katıldık, arada konuştuk sohbet ettik. Hayatlarımız devam ederken biz hep bir yerlerde karşılaşmaya devam ettik. Kimi zaman yağmurlu bir günde tost büfesinde, kimi zaman bir spor salonunda barfiks çalışırken kimi zaman da bir kişisel gelişim seminerinde. Evren bizi buluşturdu hep ve şimdi ben de sizleri buluşturmak isterim öğretmenimle. Spor akademisi mezunu olan Ali Murat Güldoğan, şu an kişisel gelişim, kendiyle ilgili farkındalık, reiki gibi insana çok fazla değer katan güzel konularla ilgileniyor ve bunları "sevgi ve tebessümle kalın" adlı blogunda sizlerle paylaşıyor. İçinizi bir parça ısıtmak ve yaşadığınızı hissetmek istediğinizde bir bakın, çok şey bulacaksınız.
Sevgi ve tebessümle kalın.

Wednesday, January 27, 2010

SİZ NE ALIRDINIZ

Dünkü yazımda "eski çocuklukların tadı başkaydı" demekle beraber bugün "şimdi ki çocukların fırsat ve olanakları daha çok" diyorum. Bu fırsat ve olanaklara sahip olanlar var olamayanlar var, tabi olanlar da ne kadar farkında şanslarının orası tartışılır. Bizim evde kızımın oyuncaklarıyla herhalde on çocuk daha büyür. Ona sorarsanız hiç oyuncağı yok. Her defasında kınadığım halde bazen babası bazen ben yine de tutamayıp alıyoruz istediklerini. Son zamanlarda biraz daha aldığımız şeylerin cinsini değiştiriyoruz ve uzun süre ilgisini kaybettirmeyecek oyun ve aktivitelere yöneliyoruz. Tabi çocukları da anlamak gerek aslında, biz bile gittiğimiz oyuncakçı ve kitapçılarda çılgına dönüyoruz gördüğümüz manzara karşısında. Rengarenk boyalar, masal dünyasını andıran oyuncak evler, bebekler, hayvanlar...Al alabilirsen çocuğu bunların önünden.


Hafta sonu aldığımız bu seti görür de hangi kız çocuğu almak istemez? Binbir çeşit boncuk....İpleri de beraber. Hele benim kızım gibi süslü birini asla alamazsınız karşısından. Boncuk mağazasından tek tek alabileceğimizin çok daha düşük fiyatına aldığımız bu set, sömestre tatili için de bayağı bir meşgale oldu bize doğrusu.
Boncuk diziyoruz evet, babaya tesbih, anneye kolye, kıza bilezik...siz ne alırsınız?

Tuesday, January 26, 2010

BEMBEYAZ ÖRTÜYLE KAPLANDI ŞEHİR

Uzun yıllar önce, daha ortaokuldaydım sanırım. Çok karlı geçerdi kışlar, İstanbul'da. Bir yağdı mı bir ay kalkmazdı ve neredeyse okullar sürekli tatil olurdu. O tatil zamanları benim için ayrı bir mutluluktu çünkü annem de evde olurdu. Öğretmen olan annem o zaman bir de idarecilik yaptığından sürekli evde bizimle olamazdı ve bu kar tatilleri hepimiz için bir fırsat olurdu. Tabi çok fazla eğlence yoktu bahsettiğim yıllarda.Televizyonda bile belli saatlerde renkli yayın yapılırdı. Tabi tatil olunca çocuk programlarına ağırlık verilirdi. Bu saatleri kaçırmaz televizyon izledikten sonra dışarı kar topu oynamaya çıkardık. Lojmanda geçen çocukluğumuza dair hatırladığım en güzel şeylerden biri de koskocaman bahçeler, parklar ve meyve ağaçlarıydı. Kızakla kayar, kardan adam yapar doya doya yaşardık. Bir de beş çayına giderdik bu kar tatillerinde annemle. Kime gidelim diye sabahtan program yaptırırdım anneme, içimde kalıyordu ya normal günlerde annemle gidemediğim beş çayları. Çcukluğumda kar tatilleri vardı işte böyle.

Kendi çocuğumla da bu kar tatilleri gibi olmasa da keyifli zaman geçirmeye çalışıyoruz bembeyaz örtüyle kaplanmış şehrimizde, bu ara. Dışarı çıkıp bulabildiğimiz daracık parklarda kardan adam yapmaya çalışıyoruz, dvd izliyoruz, ev oyunları oynayıp dans ediyoruz.Sanki yapacak çok şey var mış gibi geliyor ama yıllar geçtikçe zevkler azalmış mı ne. Ya da kar eskisi gibi değil ya da biz eski biz değiliz, ya da şehir eskisi gibi değil. Ne değil bilmiyorum ama eski karlar başkaydı ya da eski çocukluklar.

Tuesday, January 19, 2010

GAZETEDEYİM

18 OCAK 2009 Hürriyet Gazetesi Seyahat Eki'ndeyim.
http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/13504127.asp?gid=56
Beni okuyan, yorum yapan, tanıdığım, tanımadığım, bu köşeden tanıştığım herkese teşekkürler.



Friday, January 15, 2010

BİRİ BANA YARDIM ETSİN

Ben bu ara ölümü çok düşünüyorum. Ölümden korktuğumdan değil, öldükten sonra kaçıracaklarımdan, ya da ölünce göremeyeceklerime üzüldüğümden. Genç yaşta ölümleri duyunca daha bir düşünmeye başladım. Herkese mahsus birşey, bana gelmez, uğramaz, teğet geçer diyemeyiz ki. Geliyor başına herkesin, yaşa, cinsiyete, sağlığa, iyiye, kötüye bakmadan geliyor. Düşünüyorum ölünce kim üzülür kim sevinir, güzel şeyler söylerler mi ardımdan...Biliyorum daha evvel de yazmıştım bir şeyler buna benzer. Dedim ya düşünüyorum, geliyor aklıma. Hele bir de üzdüklerimi, bilmeden kırdıklarımı düşününce daha bir aklıma yerleşiyor. Ben ölürsem ya da onlar...nasıl affedeceğiz birbirimizi, nasıl vicdanımızı rahatlatacağız? Kırmayım, kırılmayım diyorum her defasında, ayırt etmeden seveyim herkesi bana yaptıklarına bakmadan diyorum ama tam olarak beceremiyorum. Yapabilen var mı, varsa biri bana yardım etsin.

Sunday, January 10, 2010

Bir İstanbul Masalı

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, üniversite yıllarında çok sık vapura bindiği halde şimdi neredeyse aylardır hiç vapurla avrupa yakasına geçmemiş bir kız yaşarmış. Bu kızın bir gün çok sevdiği Sultanahmet'te işi çıkmış ve Kadıköy'den binip vapura, Eminönü'ne geçmiş. Karşısında camiler, Galata Kulesi, tarihi binalar ve yanından geçen martılar eşliğinde. Bir tatlı huzur kaplamış içini, eskiyi anmış, okul yıllarını, karda ayazda vapur çalışmayınca motorla denizi geçip sınavlara yetiştiği günleri, şimdi çoluk çocuğa karışmış yıllardır görmediği okul arkadaşlarını..Hepsine sevgi göndermiş ta yüreğinden. Tavşan kanı çayını içerken ne kadar harika bir şehirde yaşadığına şükretmiş, tahta köprüden atlayıp karaya ayak basmış. İşinin olduğu tarihi caddede bir sıcak simit yemiş ve daracık sokaklarda randevu saatine kadar dükkan dükkan incelemiş. Antika abajurlar, çiniler, halılar, altın, gümüş mücevheratlar...Rengarenk, ışıl ışıl.











İşi bitince de vermiş kendini Kapalı Çarşı, Tahtakale yollarına. Pastırmacısından kahvecisine, börekçisinden boncukçusuna allah ne verdiyse artık uğramış birer birer. Kiminde yemek yemiş, kiminde alışveriş yapmış, kiminde sadece bakmış ama çok mutlu olmuş. Yine bir tatlı huzur duymuş.

Dönüş saati yaklaşmış, ayakları ağrısa da yürümekten kalbi çok ama çok dinlenmiş. Vapura binmiş, en uca oturmuş. Bu kez kulelere, plazalara, modern binalara bakmış, martıların eşliğinde ve yine şükretmiş bu kadar değişik motiflerle süslü ve bu kadar zenginliğe sahip bir şehirde yaşadığı için ve yine bir tatlı huzur kaplamış içini....