Sunday, July 25, 2010

BUGÜNLERDE

BUGÜNLERDE,

- Sıcaktan
- Fazla konuşan insandan
- Yemek yapmaktan
- Ukalalığı sınırları aşanlardan
- Araba kullanmaktan
- Dışarıda yürümekten
- Boğazımın bitmek bilmeyen ağrısından
- İnsan ayrımı yapanlardan
- Sürekli bir çocuk oyunu yaratmaktan
- Düşünmekten
- Plan yapmaktan
- Eğitim hazırlamaktan
- İstanbulda olmak zorunda olmaktan

NEFRET EDİYORUM

Saturday, July 24, 2010

Bunu da görecekmişiz

İnsanın düşündüğü başına gelir hep, ya da öyle deriz ya "aklıma gelen başıma geldi" diye...Bu sefer öyle olmadı, hiç aklımıza gelmeyecek şey başımıza geldi. Hem de kimsenin duymadığı görmediği bir şey. Evimize yıldırım düştü, düşmekle kalmadı bir de yaktı geçti. Evet evet bildiğimiz yıldırım, hani şimşek,gök gürültüsü,yağmur sonrası gelen o garip şey. 20 temmuz akşamı saat 17:00. Birgün önce döndüğümüz tatilin tatlı yorgunluğunu atmaya çalışırken, babamla telefonda konuşuyordum ki diğer hatta gelen haber o an hepimizi sarstı. Annemlerin, Sapanca İzmit arasında kalan ve çok meşhur Maşukiye beldesinin yakınındaki dört katlı evlerine yıldırm düşmüştü ve evin çatısı alev almıştı bile. Nasıl olurdu, şaka mı rüya mıydı, bizim eve böyle şey olmazdı, hadi canım....Herşey olurdu da yani yıldırım bizim evi mi bulacaktı. Ama malesef bulmuştu ve itfaiyeler gelmeye başlamıştı.

Yaklaşık 1 saat sonra eve ulaştığımızda dışarıdan öyle pek anormallik yoktu ama içeri girip en üst kata çıkınca yaşadığım şok umarım hayatımın en büyük acısı olur ve daha büyüklerini yaşamam yaşamayız. Üst kat kül olmuştu. Daha önce hiç yangın görmemiştim ya da yangın sonrası bir yer. İşte şimdi kardeşimin odası önümde tanınmayacak haldeydi. İnsanın ilk aklına gelen "ya içeride olsalardı"...Ne evde, ne yanan eşyalardaydı gözüm. Tek düşündüğüm ya olsalardı.....


İnsanın mutlu olmak için ne çok sebebi var aslında. Bir evimiz var ve başımızı sokuyor muyuz, yıldırım tepemize düşmüyor mu, çatımız var ve üstü kapalı mı, yiyecek aşımız içecek suyumuz var mı, kokusuz, issiz bir odamız ve ıslanmamış yataklarımız var mı bizden mutlusu yok o zaman. Kaybedince anlıyor insanın değerlerini. Varken çok önemli olmayan şeyler yokken ne büyük değer taşıyor.


Evimiz çok hasar gördü ama büyük bir aile olduğumuzu hissettirdi bize. Hep beraber girişip önce itfaiyenin verdiği hasarı temizleyerek sarmaya başladık yaramızı. Birbirimize özellikle de anne babamıza moral olduk, onlar çocuk biz ebeveyn olduk. Bize her zaman hayatta herşeyin yerine geleceğini önemli olanın can sağlığı olduğunu aşılayan anne babamıza bu kez biz bunu hatırlattık ve sımsıkı sarıldık.

İnsanın başına gelen her olay, birşeyleri hatırlatıp kazıyor biryerlere. "Kul kurar kader gülermiş" lafı ne anlamlı geliyor günden güne. Biz ne planlar yapıyoruz ve neler yaşıyoruz. Hayat süprizlerle dolu ve her zaman hoş olmayan süprizler bunlar. Herşeye rağmen nefes alıyor isek hayat devam ediyor ve bu hayatta herşey bizim için. Herşeyimiz yansa da duygularımız canlı ve başımıza gelenler bir işaret belki de. Buna da şükretmeyi bil.....Fotoğraflarda da görüldüğü gibi hala pencereler var gün ışığına açılan. Yeter ki bakmasını, çıkmasını bil.

Wednesday, July 07, 2010

El yapımı terlik

Yaz tatili...çocukları nasıl eyleriz...''canım sıkılıyor anne'' lafı...offf pufff.

Bu ara duymasam da çok yakında başlar sızlanmalar bizde. Okulu şimdiden özledi bile. Ben küçükken kitap okur, el işi yapar, beş taş oynardım ama Duru daha bunlar için henüz küçük. Okuyamıyor, tığ, şiş tutamıyor, şu an İstanbulda olmadığımızdan yüzme dışında diğer spor faaliyetlerine de ara verdi. Neyse ki kendi kendine oyalanmasını biliyor ama yine de onu ara sıra eğlendirmek bana düşüyor.





Geçenlerde öyle bir hediye geldi ki ona ''pes'' dedim doğrusu. Çocukların kendilerine terlik yapma seti. Evet terliği, yapışkanı süsleri hepsi içinde. Üstelik bir çift çocuk bir çift büyük terliği.

Büyük kitapevlerinde satılan bu setin alternatifleri de mevcut: magnet yapma seti, bandana seti, takı seti ve benzerleri...
Yaz için kurtarıcı olabilirler

Tuesday, July 06, 2010

YAVRULARIMIZ DOĞDU

Doğa üstü bir olay doğum bence. Bir insan yeni bir insan getiriyor dünyaya, içinde besliyor 9 ay boyunca. Minicik bir yumurtadan bir canlı geliyor dünyaya. Hatta şu an benim doğurduğum yanımda uyuyor mışıl mışıl...Bazen beni beğenmez, yargılar ama benim yavrum o, içimde büyüttüğüm.





Geçenlerde evimizin verandasında asılı olan sardunya saksısında bir kuşun yuva yaptığını fark ettik. Nasıl ot parçalarını ağaç dallarını taşımış bir yuva yapmış anlatılacak gibi değil. Bir mucize sanki, düzen, milimetrik, boyut herşey tamam. Adeta bir mimar. Daha sonraları çiçeği sularken fark etti ki kuş içinde yumurtalarıyla yatıyor ve biz yaklaşınca kaçıyor. Saksının içini de görmek mümkün değil, yüksekte olduğundan. İndirdik tabi, bir de ne görelim tam dört yumurta. Gerçekten tam bir mucize ve tanrı eseri. Nasıl oluyor da önce o kadar düzenli bir yuva yapıyor, sonra yumurtalar ve bugün doğum. Evet üçü doğdu biri hala yumurtada. Akşam sabah o da çıkar. İlk kez gördüm yeni doğmuş bir kuş, sadece bir et parçası fındık büyüklüğünde. Bir esniyorlar ki aynı yeni doğmuş bebek gibi. Kızım da öyle esnerdi doğduğu ilk günlerde.

Ve anne.. Kuş olsun, insan olsun fark etmiyor işte. Evladına siper oluyor, koruyor, yiyecek taşıyor. Tek beklentisi var bizden, onları rahatsız etmememiz. Tabi sitedeki çocuklar da en az benim kadar meraklılar bu olay karşısında. Günde bir kez bakma şansları var, işte ben de o arada fotoğraf çekmeyi başardım. Bakalım yarın diğer dördüncü doğum da gerçekleşecek mi? Kuşumuz yavruladı, darısı isteyen tüm kuşların başına...

Monday, July 05, 2010

Nurdan&Ceren Tasarım

Yaratıcı, üretken insanlara oldum olası hayranlık duymuşumdur. Çevremdekiler benim de yaratıcı olduğumu söylerler ama bazı insanları görünce hakikaten kendimi daha çok geliştirmem gerektiğini düşünüyorum. Evdeki ıvır zıvır ve boncukları kullanarak Duru'nun beyaz tişörtlerini süslemek, örgü ve kumaşı birleştirerek elbiseler dikmek ya da eski hasır bir çantadan vazo yapmak gibi alışıla gelmiş şeyleri saymıyorum. Biraz dergi karıştıran, çevresindeki tasarımlara dikkat eden herkes pekala bunları yapabilir. Hiç giymediği beyaz gömleğe rengarenk çiçekler örüp, bir de boncukla dikince yepyeni bir gömlek diye yutturdum laf aramızda geçen gün bizim bıdığa. Belki o da ileride benden öğrendiklerini uygular kimbilir.


İşte Nurdan ile Ceren de böyle yaratıcı anne kız. Nurdan Türkiyenin önde gelmiş moda mağazalarında çalışmış, yönetmiş ve şu an pırlanta gibi bir genç kız yetiştiren bir anne. Kızı Ceren ise ben deyim geleceğin Donna Karan'ı siz deyin Donetella Versace'si. Gerek tasarımları gerek çabukluğu ve gerekse güzelliği ile bu işi okulunda okuyan bir üniversite öğrencisi. Geçen sene yapmıştı ilk tasarım tişörtlerini ve hemen bir tane kapmıştım. O kadar çok beğenildi ki, bu sene Ceren ve Nurdan'ın yeni tasarımlarını görünce kendimi kaybettim diyebilirim. Üstelik yoktan var ediyorlar her birini. Dolayısıyla emeklerinin hakkı dışında çok uygun fiyatlara satıyorlar, paranın nasıl kazanıldığını biliyorlar çünkü.

Yeni olarak hamile tişörtleri de eklediler kolleksiyonlarına ve ilk müşterisi kardeşim oldu. Bir erkek bebek bekleyen kardeşim için tasarladıkları tişört çok ses getirecek. Sırada kız çocukları için tişörtler var.





Üstelik beğendiğiniz ya da kendi tasarladıklarınızı da yapıyorlar, mesela ben siyah bir aksesuar bulmuştum pazarda geçen kış. Bunu Ceren öyle bir hale getirdi ki hem gece abiye olarak giyeceğim hem de gündüz bir beyaz pantalonla giyeceğim harika bir siyah bluz yarattı.










Ceren ve Nurdan şu an yeni yeni duyuluyorlar ama ileride kapılarında sıra olacak eminim ve o zaman tabi biz ilkler ayrıcalıklı olacağız. Nurdan ve Ceren'e ulaşmak için sadece 0533 720 19 60 numarayı arıyorsunuz ve ister kendiniz için ister hamile bir arakdaşınız için ya da bir doğumgünü çocuğu için özel tasarım tişörtler yaptırıyorsunuz. Kişiye özel......

Friday, July 02, 2010

2. Sapanca Kırkpınar El Sanatları Festivali

Kırkpınar, Sapanca Gölünün kıyısında, bizim evimize 5 dakika uzaklıkta, tamamen yeşil, şirin evlerle kaplı bir belde.Tarihi İpek Yolunun Kırkpınar'ın ortasından geçtiği, şu anda Bağdat caddesi olarak anılan mekanda şirin cafeler, son derece estetik evler, bisiklet ve yürüyüş yolu, dondurmacılar mevcut. Bizim her zaman gözleme ve çiğ börek yediğimiz Fitos bu kır kafelerinden sadece biri. Evimiz gibi oldu adeta.
Kırkpınar bugünlerde çok canlı, sebebi de bu yıl ikincisi düzenlenen el sanatları festivaline ev sahipliği yapması. Becerikli hanımların yaptığı çeşit çeşit el sanatları örnekleri karşısısında benim ağzım açık kaldı. Hünerlerini paraya dönüştürmeleri de ayrıca takdire şayan. Ahşap boyama ürünleri, takılar, taçlar, kıyafetler, çeşit çeşit pasta börekler, rengarenk boncuklardan yapılmış kutular, aklınıza gelen her şey var. Tabi Duru ile gidince biz toka ve takı stantlarından ayrılamadık. Yemyeşil ormanın ve Sapanca Gölünün arasında kurulmuş olan Kırkpınar'a yakışır bir şekilde organize edilen festival 3-4 Temmuzda da gezilebilir.