Sunday, June 21, 2009

AHHH BİZZZ

Altınoluktayız, anneaanne,dede, Güler Teyze, ben ve Duru. Üç dört günlüğüne geldik Duru ile hiç üşenmeden. Annemlerin evi denize çok yakın, Duru mest olmuş durumda. Dedesiyle, çarşıya köpekbalıklarına bakmaya gidiyor hergün, bir bakıyorum anneannesiyle sahilde kumdan kale yapıyor, Güler Teyzesiyle denizde adaya çıkma oyunu oynuyor, pamuk helva, mısır yiyor klasik olarak. Anlayacağınız tam çocukluğunu yaşıyor, tatil havası, deniz havası, dedesiyle kolbastı bile yapıyor. Biz de ne yapıyoruz sürekli yiyoruz, dedikodu yapıyoruz, babamın annemi kızdırmasına gülüyoruz, okey, tavla turnuvaları yapıyoruz ve bol bol denize giriyoruz. Hergün birisi yemek yapıyor, birbirimizden tarif alıyoruz, akşam çarşıya yürüyüş yapıp, İstanbulda her yerde satılan şeyleri sanki ilk kez görüyormuş gibi merakla inceliyoruz. Ailecek kalabalık ve samimi bir şekilde yaşıyoruz, sımsıcak ve çok mutlu...

Friday, June 19, 2009

BAĞDAT CADDESİ

En sevdiğim, dolaşırken hakikaten keyif aldığım, kalabalığına rağmen hiç bıkmadığım mekandır Bağdat Caddesi. Evimize yakınlığı, yerli yabancı her markanın kolaylıkla bulunabilmesi, şık şıkdım bayanların, model gibi genç kızların gözümüzü gönlümüzü açması sebebiyle her daim uğradığımız mekandır ailecek. Üstelik bazı mekanlar vardır ki, oraları artık bizim için ikinci adres gibidir. Oyuncakçımız, kitapçımız, tuhafiyecimiz, kahve içtiğimiz, döner yediğimiz mekanlar.... Bağdat Caddesinin kalbi Şaşkınbakkalda atar, buluşma noktası Marks&Spencer'ın önünde başlar hayat. İşte tam onun sağ karşısında bir pasaj...Kazım Kulan. Kuyumcuların, gümüşçülerin, aksesuarcıların olduğu bu mekanda alt katta Golden House gerçekten de aklınızda bulunması gereken bir adres. Hani en sevdiğimiz kolyenin sapı kopar, ya da yüzüğümüzün taşı düşer, tam düğüne gidecekken aklımıza gelir geline altın takmak. İşte tüm bunlara çözüm bulacağınız yerdir Golden House, hem kuyumcu, hem tamirat işleri. Sahibi Ahmet Usta hakeza bir beyefendi, dükkanı bırakır gider size, aklından tek bir kötü niyet geçmeden. Golden House'ın en güzel yanı ise, koca tepsisidir. İkinci el topladığı herşeyi bu tepsiye doldurur ve dükkana gidince kendinizi alamazsınız bu tepsiyi karıştırmaktan. Neler yoktur ki o tepside, antika küpeler, kolyeler, kol düğmeleri, saatler, yüzükler. Eşini bulabilirseniz ne ala küpelerin. Bulduğunuz takıyı bir de parlattılar mı, dışarıda bir mağazadan satın alacağınız fiyatın beşte birine harika gümüş takı sahibi oluyorsunuz. Hatta elinizde kullanmadığınız takılarınızı da götürebilirsiniz, onları verip yerine başka şeyler de alabilirsiniz.

İşte Bağdat Caddesinde işinize yarayacak, aklınızın köşesinde kalacak bir mekan. Devamı gelecek merak etmeyin.

Wednesday, June 17, 2009

ARTIK YAZ GELDİ

Uzun zamandır yazamadım, buralardaydım aslında, ama hastalıklar, ufak seyahatler, koşturmalar ve de yazın o hafifliği ile boşladım biraz yazmayı galiba. Sevdiklerimle daha çok vakit geçirmek, hobilere biraz daha zaman ayırmak, kızımla vakit geçirmek derken bazen hiç yazasım olmadı bazen de düşüncelerimi tam aktaramamaktan korktum. Şimdi tekrar geldim ve buradayım, bekleyin neler neler gelecek yakında benden... Ama şimdi ağzımız tatlansın, gönlümüz neşelensin diye benden bir kek tarifi... Evin içinde en sevdiğimiz koku, kek kokusu Duru ile. Hele o fırında pişmenin son dakikalarındaki koku....Yanına bir fincan çay ile işte ACIBADEMLİ KEK. 2 adet büyük ya da 8 adet küçük acıbadem kurabiyesi, 3 yumurta, 1 su bardağı süt, yarım paket yumuşamış margarin, 1 su bardağı tozşeker, 1 paket kabartma tozu, 2,5 su bardağı un. Eğer çok şekeri isterseniz 1,5 su bardağı şeker de kullanabilirsiniz. Ufak parçalara blödüğünüz acıbadem kurabiyelerini süt ile ıslatıp yarım saat bekletiyorsunuz. Derin bir kap içine yumuşak margarin, 1 yumurta ve şekeri koyup mikserle birkaç dakika çırpıyorsunuz. Daha sonra ikinci yumurtayı ekleyip, yine çırpıyorsunuz ve son yumurtayı, sütlü kurabiyeleri, un ve kabartma tozunu ekliyorsunuz. Bir kaç dakika daha çırpıp, yağlanmış kek kalıbına döküyorsunuz. 5 dakika önceden yakılmış 175 derece fırında pişiriyorsunuz. Harika bir kek ve harika bir koku....

Tuesday, June 02, 2009

Bir alıntı

Bir alıntı;



Bir zamanlar bir psikoloji kitabında okuduğum bir bölümvardı... Hayatın ve getirilerinin kıymetini anlamak için tavsiye edilen bir metod vardı içinde..Deniyordu ki; "arada bir, çok bunaldığınızda,hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzdekendinize 10 dakika ayırın ve kendi cenaze töreninizi düşünün"... Cümleyi ilk okuduğumda çarpılmıştım...Ben girişin akabinde pozitif bir gelişme ve tavsiye bekliyordum... Ama " kendi ölümümüzü ve cenazemizi " düşünmemiz tavsiye ediliyordu...
Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm o an... Ama önyargı düşmanı biri olarak okumaya devam ettim...
Diyordu ki; " bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi,dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız...Özellikle insanların sizin için neler söyleyeceklerini,onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın...O andan geriye dönme şansınız olmadığını, hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün...
Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin...
Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın...
Bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz...
Orada, o musalla taşında düşünün kendinizi...Seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini...Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin...
Kitaba devam etmeden bıraktım kenara ve gözlerimi kapatıp aynen düşünmeye başladım...Eşimi, oğlumu, annemi, babamı, kardeşlerimi ve diğer tüm çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine... birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini...hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı...görüyordum işte "babaaaa..." diye ağlayan biricik oğlumu...Eşim kucağında "ağlayan emanetimle" ayakta durmaya çalışıyordu per perişan...
Koca çınar babacığım, belli belirsiz dualar okuyordu, o gözümden hala gitmeyen vakur duruşuyla...Annem, ciğerinden bir parça canlı canlı koparılmış gibi hem içine hem dışına akıtıyordu gözyaşlarını... Kardeşlerim, akrabalarım "çok erken gitti, doyamadı oğluna.."diyordu acıyan ses tonlarıyla... Ve dostlarım... Onlar da şaşkındı... Bazısı "daha dün birlikteydik, nasıl olur.." diyordu...Bunları seyredip onlara "hayır ölmedim, burdayım.." demek istedim hayal olduğunu unutup...
Sonra anladım yazarın ne demek istediğini daha devamını okumadan kitabın...
Farkındalık önemli bir kavramdır psikolojide...Belki de hiç aklımıza gelmeyen ve gelmeyecek bir farkındalığı göstermek istemişti yazar...
Kitabı okumaya ne gücüm kalmıştı, ne de isteğim...Almam gereken dersi ve mesajı almıştım...Şimdi ne kitabın adını ne de yazarı hatırlamıyorum...Şu an bunları yazarken bile çok kötü oldum...Bu olayda tek farkındalık da yok üstelik...Biraz kendime geldikten sonra devam ettim hayatımın en zor hayaline...
Sırada çevremdekilerin ölümümün akabinde neler söyleyecekleri vardı..Usulen ve nezaketen söylenenlerin dışında...Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları veyaşanamayanları elden geçirerek ben konuşturacaktım hayalimde... İçlerini okuyacaktım, senaryo bana ait olarak...
Yaşarken neler yazmıştım, ölümümle neler okuyacaktım...Gerçek duygularıydı ulaşmaya çalıştığım, ölüm acısının etkisiyle girilen duygusal mod değildi,deşifre etmem gereken metin...Canım oğlumun söyleyecek çok şeyi yoktu...Özleyecekti, yokluğumu hissedecekti.. ağlayacaktı aklına geldikçe...
Belki ölümün ne anlama geldiğini hissedecek yaşa gelinceye kadar sıradan bir üzüntünün ötesine geçmeyecekti duyguları... Ama hayal bu ya, 18-20 yaşına getirdim 2 saniyede oğlumu... "hayal - meyal hatırlıyorum be baba seni...
Keşke şimdi yaşıyor olsaydın da erkek erkeğe sohbet etseydik seninle... Bak mezuniyet törenimde de babasızdım... Askere giderken kimin elini öpeceğim senin yerine..."diyecek canı yanarak bir köşede...
Sevgili eşim... Benim muhteşem hatunum... Nasıl dayanır bensizliğe?...O ki, benim için herşeyini feda edip koşmuştu bana...Hayatının tek adamı şimdi toprak olacaktı...Bir daha " Seni seviyorum " diyemeyecekti...Bir daha hevesle açamayacaktı çalan kapıyı...Ve her gelen gece bensizliğini haykıracaktı yüzüne...Her sabah da bensiz başlayacaktı koca gün...Tek cümlesi takıldı o an içime; " Oyunbozanlık yaptın be böceğim, hani beraber ölecektik ?..."
Babam-annem, o bugüne kadar evlat olarak mutluedecek hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahrolduğum güzel insanlar...
Helaldi şüphesiz hakları...Bilerek hiç kırmamıştım onları... Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü işte önlerinde ve dualarına muhtaçtım....Kaç anne ve babanın çekebileceği bir acıydı ki evladının cenazesinde bulunmak...Herhalde insanın uzun yaşadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek...
Diğerlerine geçmiyorum... Bu yazıyı şu an yazıp sizlerle paylaştığıma göre "diğerlerine" artık sizler de dahilsiniz...
Düşünün, birgün bir mail ulaşıyor mail-boxınıza "ölmüş"diye... Sizler kimbilir neler düşünür ve yazardınız...
Eşim şu an yanımda ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi...Oysa ki yazarın amacı " Yaşamanın ve hala nefes alıyor almanın kıymetini " göstermekti...Benim de öyle...Lafı çok uzattım farkındayım...Ama dediğimiz çözümü zor süreç 2 satırla özetlenemeyecek kadar girintili çıkıntılı...
Ben o gün kurduğum o hayalle, canımın tüm yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM...
Bilgisayar diliyle "format attım hayatıma"...Sahip olduklarımın farkına vardım ve hala nefes alıyor olduğum için şükrettim...
Gözlerimi açtığım anda o kötü ve acı sahne bitmiş,oyun perde demişti...
Peki ya hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde birdaha açılmamak üzere kapansaydı...
İşte bu final bu yazıyı buraya kadar okumanıza değmişolmalı... Belki gerildiniz, kötü oldunuz ama devamını getirirseniz buna değer bence...
Ben bu akşam melankoliğim ve biraz abartmış olabilirim...Hani sanatçı ve şairiz ya ondandır belki...
Bence bu yazıyı sadece okuyarak bırakmayın...LÜTFEN ARADA BİR, BURADAN ALDIKLARINIZI TARTIN,DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN...
Ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah tan başkabilen yok...
İşte bu yüzden hazır yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin...
Bilerek - bilmeyerek kırdığınız kalpleri tamir edin...Sizi sevenlere ve sevdiklerinize daha fazla zaman ayırın...Ve en önemlisi;
VERDİĞİ-VERMEDİĞİ, ALDIĞI-ALMADIĞI HERŞEY İÇİN,TEKRAR TEKRAR ŞÜKREDİN YÜCELER YÜCESİ YARADANA
CAN DÜNDAR