Wednesday, December 20, 2006

CADDE AKŞAMLARI



Bu ay böyle ışıl ışıl geçecek. Sevgili Eltoşun dediği gibi kırmızı yeşil olmasa da benim sayfam ışıl ışıl olacak. Ben de sendenim Burcu bu ayı rengarenk, cıvıl cıvıl yaşamak isteyenlerden yani. İçim açılıyor akşam olunca heryeri rengarenk, ışık çemberleri, süslü ağaçlarla görünce. Evlerin camlarındaki süslemeler, mağazaların dekorları, alışveriş merkezlerindeki hareketlilik moral veriyor bana. Keşke bayramlarımız, ramazanlarımız, törenlerimizde de yapabilsek çevremizi böyle canlı. Her yıl apartmanımızın girişindeki süs ağacını süslerdi apartman yönetimi. Bu yıl bahçemizdeki büyük çam ağacını ve apartman girişindeki korkulukları ışıklandırdılar. Harika oldu. 1998 senesine Paris'te girmiştim ve oradaki yılbaşı ışıklandırmalarına bayılmıştım. Orada her aralık ayında ışık vergisi diye bir pay alırlarmış mağazalardan. Eh "Işıklar Şehri" denmemiş boşuna oraya. Her mağaza büyüklüğüne göre bir vergi ödermiş ve yılbaşında da o paya göre mağazası ışıklandırılırmış. Nasıl bir renk ve ışık cümbüşüydü anlatamam. İhtişamın böylesini hiç görmedim.
Evim İstanbul'un en hareketli caddelerinden olan Bağdat Caddesine çok yakın olduğu için ben biraz daha fazla yaşıyorum bu canlılığı. Dün akşam da Aslı'nın işten eve erken gelmesini fırsat bilip Duru'yu da alıp caddeye indik. Evimizin bahçesinde başladı ışıltılar. Tabi Duru'nun merdivenlerden inme süresi beni çıldırttı çünkü her bir ışığa tek tek elledi bizim hanımefendi. Caddeye indiğimizde sanki akşam değil de günün en işlek zamanı öğle vakti gibiydi kalabalık. Bahar akşamlarını anımsatan hava, dopdolu kahveler, süslü mağazalar, insanlar, arabalar.... Duru'nun eline bir tüp çikolatayı tutuşturduk ve başladık gezmeye üç kız. Favori mekanım Vakko oldu. Yine muhteşem süslemişlerdi. Zaten en sade haliyle bile masallardaki beyaz evleri anımsatan köşk bu kez ışıklar şatosuna dönüşmüştü. Ve bahçesine kurdukları kamelayada piyanistin çaldığı parçalar gerçekten de çok hoştu. Biraz ilerleyince Afrodit mağazasında da bizi bir süpriz bekliyordu. Mağazanın önündeki dev çam ağacının yanında mısır patlatıyorlardı. Gerçekten cadde manzaraları görülmeye değer bu ara. Son olarak kahvelerimizi aldık ve üç kız hoş bir sohbetle geceyi kapattık. Ama tadı da damağımızda kaldı, en kısa zamanda tekrarlamak lazım.....

Sunday, December 17, 2006

DEDEM, GOFRET VE BEN

"Dedem, gofret ve ben" dizisinin adını ilk duyduğumda çocukluğuma gitmiştim. Bu isim bana çok hoş gelmişti, neler neler hatırlatmıştı. Diziyi çok seyretme fırsatım olmasa da hep benim için özel bir dizi ismi olmuştu. Benim de dedem vardı ve onun gofreti. Mustafa dedem, annemin babası. Ben on yaşındayken onu kaybettik bir gece aniden, sessizce. Dedem çok farklıydı çok da sıradan. Hayatı komik yaşayan, çevresine enerji yayan adeta bir kahkaha bombası hatırlıyorum ona dair. Hala ondan bahsederken annemler hep gülerek anarlar, hep yaptığı komiklikleri, eğlenceli laflarını, onlara ne kadar güzel bir çocukluk yaşattığını anlatırlar. Ben onları dinlerken çok gıpta ediyorum, nelerine mi; kalabalık olmalarına -tam 5 kızkardeşler- hep beraber güzel çocukluk anılarına, kardeş kavgalarına, evdeki işbölümlerine...Dedem bundan 60 yıl öncesine göre son derece modern, açık görüşlü, kızlarına güvenen, hepsini üniversitelerde okutan, onlarla arkadaş bir babaymış. Bizim için de hep tatlı bir dedeydi. Çocukluk işte, bazen yaptıklarına sinir olurdum, kızardım, bazen de çok güler, sevinirdim. Yanağımdan şapur şupur öperdi gıcık olurdum o zamanlar. Cepleri hep kuruyemiş dolu olurdu. Ne zaman isterseniz çekirdek, leblebi, fıstık çıkardı. Kızardım, bana o bayat şeyleri vermeeeeeeeee diye. Ama dedemin bir alışkanlığı vardı ki işte benim hafızamdan hiç silinmeyecek. Her geldiğinde bize yani tüm torunlarına gofret getirirdi: Dido Gofret. Fotoğrafta gördüğünüz gofretin daha eski ambalajlı olanı. Geçen gün markette görünce dedem geldi aklıma hemen. İşte bu gofret ve dedem.. Ayrılmaz ikili. Ne zaman bize gelse cebinden iki dido çıkarırdı. Dedeciğimin geçenlerde 22. ölüm yılıydı. 22 sene olmuş aramızdan ayrılalı. Canım hala bizimlesin, biliyorum ki beni duyuyorsun, görüyorsun, kızımı, kocamı seviyorsun. Keşke onlar da seni tanısaydı. Ama onlara gofret aldım dedeciğim senin adına Dido Gofret.

Sunday, December 10, 2006

BKM MUTFAK



Cumartesi gecesi harika bir yerdeydim; BKM Mutfak. Beşiktaş Kültür Merkezi'nin yani Yılmaz Erdoğan'ın tiyatrosunun bir parçası. Beşiktaş'ta aynı merkezin hemen sağıdaki sokağın sonundaki şirin güzel mekan. Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ tarafından yine farklı yine güzel yine dopdolu bir eğlence ama bu sefer değişik bir gece kültürü yaratılmış mekanda. Burası küçük denebilecek , müzik dinlerken aynı zamanda Beşiktaş Kültür Merkezinin oyun atölyesinin öğrencilerinin kendilerinin yazdıkları ve oynadıkları skeçleri izleyebildiğiniz, nefis yemekleriyle lezzet ziyafeti çektiğiniz hoş bir mekan. Barış'ın kardeşi sevgili Bora ve arkadaşları da cuma ve cumartesi akşamları burada sahne alıyor. Akşam 21:00 de Bora'ların programı başlıyor yaklaşık 45 dakika sahne alıyorlar ve arkasından skeçlerin ilk bölümü başlıyor 15 dakika aradan sonra skeçlerin ikinci bölümü başlıyor ve tekrar Bora'lar sahne alıyor. Sabahın ilk ışıklarına kadar devam eden program gerçekten çok farklı bir eğlence anlayışı getirmiş İstanbul gece hayatına. Skeçler harika, şu anda bazı oyuncular zaten Bir Demet Tiyatro'nun yeni başlayan bölümlerinde rol alıyor, almayanlarda çok yakında eminim televizyonlarda görünecekler. Gerçekten hepsi birbirinden yetenekli gençlerdi. Gecenin sonunda onları izlemeye gelen hocaları Demet Akbağ "siz şu andaki Tv dizilerini izlemeye devam edin ama bu gençler gümbür gümbür geliyor" dedi. Gerçekten de bu kişilerle dizi kaliteleri eminim artacak ama keşke onları tiyatroda da izlesek, tiyatroya da en azından tv izlemeye ayırdığımız vaktin çeyreğini ayırabilsek en azından aralık ve ocak ayında belediye tiyatrolarının 500 YTL olduğu şu son günlerde.

Saturday, December 09, 2006

SICAK ŞARAP ZAMANI

Her ne kadar güneş bizden hala gülen yüzünü esirgemese de, ben hala çorap giymeden işe gitsem de ve hala manto değil de hırka ile sokağa çıksam da kış mevsimindeyiz fakındayım. Ama bugün bile öyle güzel bir hava var ki bahardan kalma. Oysa Aralığın ortalarına yaklaşıyoruz. Genelde karanlık bir hava, yağmur sesi bazen de kar manzaraları ile yaşarız İstanbul'da bu zamanlardave ben aralığın ilk haftasında başlarım "ne zaman sıcak şarap hazırlasam" demeye. Bir yılbaşı Almanya'da buz gibi bir havada yılbaşı için kurulan eğlence alanında içmiştim sıcak şarabı ilk kez ve soğuğun da etkisiyle çok güzel gelmişti bana. Sonra duydum ki evde de hazırlaması çok kolaymış. Artık kasım sonunda ya da aralık başında hazırlıyorum şarabı. Buzdolabında cam şişede çok uzun zaman bekleyebiliyor bozulmadan. İçmeden öncee sadece ısıtıyorum ve çay ya da kahve kupalarında ikram ediyorum. Soğuk kış akşamları, yılbaşı gecesi için harika bir içecek.
Dediğim gibi hazırlaması da çok basit;
1 su bardağı su, 3 kaşık tozşeker, 2 adet çubuk tarçın, 3 karanfil, 1/2 limon dilimi, 1 elmanın kabuğu, 1/2 portakalın kabuğunu kaynatıyorsunuz. Kaynayınca 1 şişe kırmızı şarabı ilave edip kaynamaya başlar başlamaz ocaktan alıyorsunuz. Bir gece bu karışımı bekletiyorsunuz ve ertesi gün tülbentten geçirip ağzı kapaklı cam kavanoza koyup buzdolabında muhafaza ediyorsunuz.
İstediğiniz zaman içeceğiniz miktarı bir cezveye koyup ısıtabilirsiniz, unutmayın kırmızı şarap aynı zamanda kan yapar tabi 1 kadehi sadece.

Friday, December 08, 2006

PATATESLİ MEZGİT FIRIN VE TÜREV


Cuma... Keyifli bir akşam. Bir DVD alınmalı güzel bir yemekle izlenmeli.Ne yesek? Akşama kadar düşündüm durdum ve son okuduğum tarif "patatesli mezgit" kazandı. Çok çabuk yaptım ve Türev'i izlerken bir omlet kıvamında midemize indi.

İşte malzeme:
*1/2 kg. mezgit fileto
*4 patates
*3 yumurta
*1,5 çorba kaşığı un
*1 çorba kaşığı galeta unu
tuz

Önce mezgiti kızgın yağda kızarttım ve kağıt havlu üzerine aldım. Yağını çeksin diye. Küp küp doğradığım patatesleri de fritözde kızarttım ve aynı kağıt havlu işlemini uyguladım. Ayrı bir kapta 3 yumurta ve unu çırptım, kızarttığım patatesleri bu karışıma ekleyip iyice karıştırdım. Biraz tuz serptim.(Ben rondodan geçirdiğim maydanozları da ekledim ama tarifde maydanoz yoktu) Hafif yağlanmış cam tepsiye galeta unu serptim ve kızarttığım mezgiti tavuk gibi didikleyip tepsiye koydum. Üzerine patatesleri yaydım ve 150 derecede fırında 20 dakika pişirdim. Rendelediğim kaşar peynirini de fırından çıkmasına 5 dakika kala serptim ve 25 dakika sonra yemek hazırdı. Tarifte yanında humus vardı garnitür olarak ama benim onu yapmaya vaktim olmadığından roka salatası ile idare ettik.

Sunday, December 03, 2006

Dünden Devam



Günlerden pazar ve biz şeytanın bacağını kırıp Erkan'la aylardır ilk defa başbaşa sinemaya gittik. Duru'nun babaannesinin sabah bize gelmesiyle biz hop dışarı. Aylardır reklamı yapılan "Dondurmam Gaymak" filmine gittik malesefff. Hayatımda bir kez daha böyle kötü bir film izleyeceğimi sanmıyorum yani bundan kötüsü olamaz. Zaten kısıtlı zamanımızda böyle abuk sabuk bir filmle vakit geçirdiğimiz için çok üzüldük açıkçası. Dışarı çıktığımızda hava mis gibiydi. Fenerbahçe Parkı da bu havada bulunmaz bir nimetti doğrusu. Kış ortasında bir daha zor bulunacak bir havada güzel bir yürüyüşten sonra eve geldik. Bizimki babaannesi ve anneannesini almış yanına evin altını üstüne getirmiş... Bu yaşa kadar ellemediği ne kadar eşya varsa onların varlığını fırsat bulup hepsini indirtmiş. Buzluktaki buz kalıplarından ne istedi hiç anlamadım doğrusu. Haftasonumuzun başlıca konusu yılbaşı ağacı, noel baba ve süslerimiz olduğundan yine değişik süslerle evimizi bezemeye devam ettik. Teyzemin Almanya'dan getirdiği Noel Baba takvimini çıkarmanın tam zamanıydı. Evet bu alttaki resim ne diye sorarsanız o bir takvim. Ama öyle bildiğiniz takvimlerdn değil. Yılbaşına 1 ay kala başlıyorsunuz günleri tek tek açmaya. Numaralar koymuşlar; 1,2,15,31 .....Biz 1 den başladık. Yani 1 aralık. Her rakamın kutusunu açtığınızda içinden çikolata çıkıyor. İlk üç günü ben ondan gizli açıp çikolataları yedim. Bugün 4 ü açtık Duruyla, (noelbabanın sakalının tam altı) çikolatayı o yedi tabi. Böylece 31 aralığa kadar kutular açılacak ve hepsi bitince YENİYILLLLL. Tabi bizimki her gün bir tane açmaya dayanabilirse... En son bana "anneeeee!hepsini açalım! diyordu.
Gördüğünüz gibi bizde heyecan var bu yeni yıl için. Anneannesi ve babaannesine bile yılbaşı gecesi için aldığım geyik kafalarını taktırmış alem bu çocuk vallahi..

YILBAŞI AĞACI

Aralık ayı geldi çattı, sokaklar renklenmeye, geceler ışıklanmaya başladı yeni yılı karşılamak için. Yavaş yavaş evlerin süsleri, çam ağaçlarının ışıkları parlamaya başladı camlardan. Her zaman söylemişimdir, çocuğum olana dek öyle çok tantanalı hazırlanmamışımdır yılbaşına. Hatta benim için diğer gün ve akşamlardan farkı yoktu. Şu anda da öyle program filan yapmayız o geceyi ailemizle birlikte geçirmeyi severiz. Ama artık ağacımız var Duru doğduğundan beri. Renkli süsler, ışıklarla bezemek hoşumuz gidiyor kızımla. Bu yıl 2 yaşını çoktan geçtiği için daha bir anlıyor, günlerdir ağaç süsleyeceğiz diye seviniyordu. Sabah kahvaltıdan sonra yüklükden kocaman ağacımızı indirdik onunla beraber. Toplar, ışıklar, noel baba süsleri çıktı kutulardan ve her biri ortalara döküldü. Bana yardım etmeye söz veren kızım ağaç kurulana kadar yanıma uğramadı. Tabi işin en sevimsiz kısmıydı bu ve o da bunun farkındaydı: Ağacın dallarını tek tek açmak. Şimdiki çocuklar çok akıllı vallahi. Yardım etmediği gibi bir de uzaktan benim hatalı yaptığım işleri düzelttti bıcırık.
İş topları asmaya gelince yanımdan ayrılmadı. Beraber topları asarken rengarenk, parıltılı süsler beni aldı götürdü uzaklara, renklerin büyülü dünyasına. Biraz atarak biraz hoplatarak toplardan hevesimizi aldık önce. Renkleri yeni öğrenen Duru herbir rengi sorarak beni biraz çileden çıkarttı ama sonuç tüm yorgunluğumu aldı. Benim ağaç süslemem bitmişti, Duru da geçen seneden kalan yılbaşı yastığı, kuklası ve köpeğini ağacın altına yerleştirdi ve beraberce ağacımızın karşısına geçip eserimizi keyifle seyrettik.

Tuesday, November 28, 2006

GÜZEL KARDEŞİME


Daha dün gibi hatırlıyorum, oturma odamızdaki sünger minderlerden evler yapıp içinde oyunlar oynadığımızı, sobadan elin yanıp da sesin çıkmadan akşam annemin gelmesini beklemeni, saç başa yaptığımız kavgaları...Şimdi yanımdasın, arkadaşımsın, kardeşimsin, bebeğimsin. İyi ki kardeşimsin, iyi ki kızımın teyzesisin ve iyi ki varsın güzel kardeşim. Doğum günün kutlu olsun, hayatta tüm güzellikler seninle olsun.

Monday, November 27, 2006

GEÇMİŞE YOLCULUK

Hafta sonu yoğun bir doğumgünü trafiğimiz vardı; önce Duru'nun kuzenleri Bulut ve Doruk'un daha sonra da yine bizimkinin biraz dolaylı olsa da kuzeni sayılan Efe'nin partisine davetliydik. Her ikisi de harikaydı. Tesadüf bu ya Efe ve Bulut aynı gün doğdular bundan tam iki yıl önce. Bu yıl doğumgünlerini allahtan her ikisi de gününde kutlamadı da ikisine de rahat rahat katıldık. Sevgili Eltoş Burcu çocukların doğum gününü cumartesi organize etti. Harika bir konu seçmiş partiye: Deniz. Ve denizle ilgili aklınıza gelen herşey vardı; tavanda balık ağından, duvarda oltaya, balıklı peçetelerden balık krakere kadar.....Pastayı, sünger Bob ve deniz canlılarından oluşan bir kompozisyon karışımı olarak hazırlamıştı Burcu. Efenin pastası ise Tweety şeklindeydi. Duru sevinçten uçuyordu adeta, her mum üfleme merasiminin ardından bir kez de Duru için yakıldı mumlar. Yoğun ve pastayla geçen bir hafta sonunun ardından pazartesi tabi hiç iyi gelmedi bizimkine. Akşam eve geldiğimde pasta da pasta diye tutturdu, üstelik söz verdiğim halde yumurta çikolatasını da almayı unutmuştum. Çocuğu olanlar bilir, hayatta insanın çok zor durumda kaldığı anlardan biridir bu an; akşama alacağınıza söz verip de alamadığınız ya da yapamadığınız şeyler. Ağzımdan "gel hadi bugün beraber çikolata yapalım" çıktı nasılsa. Ve o an yüksek ses tonuyla ağlayan kız gitti yerine pür neşe bir kız geldi.
Ve yine mutfaktayız. Aklıma küçükken ilk yaptığım çikolatalar geldi, özene bezene yapıp kızkardeşimle bir çırpıda bitirdiğimiz küçük muzur tatlılar... Geçenlerde çoktandır yapmadığım bu çikolata toplarının basit ve ölçülü bir tarifini bulmuştum. İşte tam zamanıydı. Malzemeleri de kolay evde bulunur cinsten. Duru'nun eline yoğurma kabını verdim ve tüm malzemeyi içine koydum. İyice mıncıklayarak güzel bir karışım yaptı Duru. Daha sonra da elimizle yuvarlayıp top haline getirdik. Son olarak da bir kısmını evde bulunan antep fıstığı tozuna, bir kısmını şekerlemelere, bir kısmını da fındık tozuna batırdık. Ama o an evde olsaydı hindistan cevizine bulamayı tercih ederdim. O bunları yaprken küçüklüğüm ve kardeşim Aslı geldi aklıma. Onunla beraber paylaştığımız güzel anlardan biriydi bu çikolata keyfi. O an ona sarılmak geldi içimden ve Duru'ya sarılıp Aslı'yı yaşadım. O yıllara döndüm birden, tabi bu geçmişe yolculuk Duru'nun çığlıklarıyla bir anda sona erdi ve biz normal akşam halimize geri döndük.
Bu yoğurma, karışımlarla oynama işi bayağı oyalıyor Duru'yu ve özellikle de onunla beraber geçirdiğim ve bir işi beraber yaptığımız bu başbaşa saatlerde onunla kurduğum iletişim bana çok şey katıyor.
İşte size sihirli büyülü topların malzemesi:
* 1 paket pötibör bisküvi (rondoda çekilmiş toz haline gelmiş)
*8 kaşık tozşeker
*4 kaşık kakao
* 100 gr. erimiş ve soğumuş margarin (ben 50 gr. terayağ 50 gr. margarin kullandım, margarini daha az kullanmak niyetiyle)
*1 portakal kabuğu rendesi
* Ben evde bulunduğu için sıvı vanilya kullandım ama kullanmak çok gerekli değil
*Hindistan cevizi
Bisküviler biraz fazla geldiği için ben yoğurması kolay olsun diye yarım fincan süt ekledim. Bir de Duru yiyecek olmasaydı içine portakal likörü de ekleyebilirdim.

Tuesday, November 21, 2006

Aysel'ce

Artık annemin de bir sayfası var. Kendisini ve resimlerini paylaştığı Aysel'ce. Elinden geldiğince, bilgisayarı ve interneti kullanabildiği kadarıyla o da artık bizlerle. Özellikle resimle, sanatla, sergilerle ilgilenenlere göre bir sayfa olacak burası galiba.

Monday, November 20, 2006

GÜLGEZ


Kızın adı.. Kitabın adı... Hayatın adı...
Son okuduğum kitap GÜLGEZ. Kitabın kahramanı, hayata sıkı sıkıya tutunmuş, ne olduğu bilinmeyen, tıbbın yetersiz kaldığı, kimsenin duymadığı bilmediği bir hastalığın pençesine düşmüş ama ona direnmiş, direnirken de çevresini hep mutlu etmeye çalışmış bir kişinin hayatı. Gerçek bir yaşam hikayesi. Okurken bir kez daha değerlendiriyorsunuz kendi hayatınızı, elinizdekileri, çevrenizdekileri, ailenizi , vatanınızı..Gülgez, kitabın yazarının bir akrabası. Yıllar boyu Gülgez'in yazdığı mektupları roman haline getirmiş Güldem Şahan. Bunu yaparken de ruhunu, sevgisini, hislerini, tüm varlığını katmış belli ki. Gülgezler var daha ne kadar çok kimbilir. Belki de biz günü gelecek Gülgez olacağız ama acaba onun kadar sağlam onun kadar duyarlı onun kadar güzel olabilecek miyiz? Güldem Şahan bir yazar, kitabı 2006 yılının en iyi roman ödülünü aldı Everest Yayınlarından. O da bir anne, bir baba, bir eğitimci, bir teyze, bir hala, bir kardeş.... daha birçok rolü olan bir insan.. Eminim onun da hayatı fırtınalarla, acılarla, kayıplarla, mutluluklarla, sevinçlerle geçti ve geçiyor. O da bizler gibi yaşıyor. Ama bize, insanlara çevresine birşeyler katıyor, üretiyor, kendisini, yüreğini paylaşıyor.
Akıcı, sürükleyici ve son derece yalın bir dille yazılmış bu kitapta aile sıcaklığı da o kadar güzel anlatılmış ki, kardeşinizin anne babanızın değerini bir kez daha anlıyorsunuz.

Sunday, November 19, 2006

FİLM HAFTASI


Geçtiğimiz hafta akşamları kendime nasıl vakit ayırabilirim diye düşündüm. Akşam işten gel, yemek hazırla, Duru'yla oyna, ona yemek yedir, sonra Erkan'ın gelişi ve bizim yemek faslımız, Duru'yu uyutma ve genelde onunla beraber uykuya dalma ya da en fazla onu uyuttuktan sonra bir saat gazete okuma, kitap okuma ya da başka işlerle geçtiğinden neredeyse kendime ayırabildiğim 5 dakikam bile olmadığını farkettim. Televizyonu aylardır açmadım bile. Evet televizyon açık ama ben açmıyorum, ya Duru cd lerini izliyor ya da Erkan.

Ben de bu hafta kendime film haftası ilan ettim. Uzun zamandır izlemek istediğim Türk filmlerini belirledim ve kiraladım. Sırasıyla gün aşırı her akşam bir türk filmi izleyerek kendime bir "Türk Gecesi" yaptım. Seçtiğim üç filme de bayıldım. İlk izlediğim "Sen Ne dilersen" varlıklı bir ailenin hayat hikayesi. Hayata bakış açınızı değiştirecek mükemmel bir film. İkinci izlediğim "Gen" bir korku filmi. Gerçekten müzikleri, efektleri ve konusu ile işte budur dedirtecek cinsten. Bu filmde de o kadar güzel bir konu vardı ki. Hele son derece süpriz biten final, iyi ki almışım bu filmi dedirtti bana. Ama kan görmeye dayanamayanlar için biraz kötü olabilir. Son film ise, allah kimseye böyle rüya gördürtmesin dedirtti bana. Uyuşturucu müptelası bir gencin hikayesi. Oyuncular, konu, çekim mükemmel.
Hem filmler hem de gece el ayak çekilince çayımı alıp da televizyon keyfi oh be! dünya varmış dedirtti bana. Kendinize film haftası yapın ve keyfini çıkarın.

Saturday, November 18, 2006

EKOLOJİK YAŞAM


Bu sabah çok hasta kalktımmmmmmmmm. Grip beni de yakalamıştı ama günlerdir bu sabahı bekliyordum. Erkan ilk defa bir cumartesi evdeydi ve Duru'yu ona bırakıp mutlaka oraya gitmeliydim hem de erkenden. Yoksa herşey tükenir. Şişli'de olması önemli değil, atladım arabaya çıktım yola. O da ne sabahım köründe yine mi trafik....Boğaz Köprüsü sisten görünmüyor. Offf bana mal kalmayacak saat neredeyse dokuz buçuk oluyor ve hala trafikteyim. Burnumu çeke çeke, hapşura hapşura....İşte geçtim köprüyü, bekle beni geliyorummmmmmmm. Ve geldimmm, nereye :Türkiye'nin ilk organik halk pazarına. Şişli Feriköy’de cumartesi günleri kurulan bu pazarda kimyasal madde içermeyen, tamamen doğal yöntemlerle yetişmiş ürünler satılıyor. Meyvasından, sebzesine, baklagillerden ,zeytine, bebek mamasından süte kadar herşey var bu pazarda. Hem öyle bildiğiniz pazarlardan değil, "gelllllllll! gelllllllll! hıyara gel!" diye bağıran pazarcılara rastlamıyorsunuz. Son derece kibar, nazik ve bilgili esnaf var burada. Doktor esnaf bile var yani..Erzurum ve Ordu'dan tutun da Antalya, Mersin, Köyceğiz, Eskişehir, İzmir, Manisa ve Muğla'ya kadar birçok bölgeden gelen ürünler satışa sunuluyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin öncülüğünde kurulan pazara Şişli Belediyesi de çok güzel bir yer vermiş. Arabanızı park edip tertemiz bir ortamda alışveriş yapıyorsunuz. Mis kokulu Köyceğiz mandalinasını atıştırırken. Fiyatlar normal bir market ya da pazara göre biraz daha pahalı örneğin 2 milyona aldığınız mandalina burada 2,5 milyon ama sizin aldığınız mandalinalardan asla değil. Kokuyor, ağzınızda eriyor.

Ekolojik tarımda insan sağlığına ve doğaya zarar vermeyecek yöntemler uygulanıyor. Örneğin sofranıza bir domates geliyor, o domates sizi zehirlemiyor ama yetiştirilirken toprak ve su kirlenmiş ya da yetiştiren insanlar zehirlenmiş olabiliyor. Ya da ürün temiz yetişse de zehirli bir maddeyle beraber aynı kamyonda taşınabiliyor. Onu sofraya koyduğunuzda siz de zehirlenebiliyorsunuz. Bu yüzden ekolojik tarımda her şey tarlaya tohum atılmadan önce başlıyor. Üretirken, paketlerken, taşırken, depolarken ekolojik tarımın kurallarına uymak gerekiyor.

Bu pazar sayesinde artık organik ürünleri çok yüksek fiyatlara satan marketlere mecbur kalmayacağım. Fırsatını bulduğum her cumartesi erkenden pazardayım, saat 9:00 -19:00 arası açıkmış ama eminim ki saat 11:00 de birşey kalmıyordur.

Sunday, November 12, 2006

PAZARIN NEŞESİ DÜĞME KURABİYESİ


Günlerden pazar, çok keyifli değiliz.. Duru biraz hasta, grip mi, diş mi, psikolojik mi bilmiyoruz..Neşemiz pek yerinde sayılmaz, birşeyler yapmalı güne biraz renk katmalı. Alışveriş ııı. Çizgi film ııı. Oyuncakçı ehhh işte.. Park ııı. Buldummmmmmmm. Kurabiye hamuru. Haydi gel kurabiye yapalım. Eh işte bu biraz yüzünü güldürdü minik kızımın. Duru için en keyifli kurabiye sanırım düğme kurabiye yapmak olacak. Parmağını hamurun ortasına batırmaktan zevk alacak. Önce ben un, pudra şekeri, kabartma tozu ve sıvı vanilyayı (Kuzenim Bahar sayesinde tam bir Dr. Oetker'in taraftarı oldum. Likit vanilyayı da o bana getirmişti) koyup karıştırdım. Duru da da en sevdiği işi yaptı yani yumurtaları kırdı. Sonra ben yağı, suyu koydum ve bir hamur yoğurdum. Kulak memesi yumuşaklığında. Tabi o bu kısmı mızmızlanarak geçirdi, bir an önce hamurla oynamak istiyor ya. Yuğutduğum hamurdan büyük parçalar kopardım ve masanın üzerinde önce silindir biçiminde yuvarladım. Daha sonra antep fıstığı tozuna buladığım bu silindirleri 2cm. eninde kestim. Böylece kenarları fıstığa bulanmış yuvarlak kurabiyelerim oluştu. Tabi ben bunları yaparken Duru'yu hamurla siz tahmin edin. Tepsiye dizdiğim bu kurabiyelerin ortasına parmağını batırıp çukurlaştırmak görevi tabi Duru'nundu. Bu yuvaların içine birer çay kaşığı marmelat koydum. Annemin Safranbolu'dan getirdiği kuşburnu marmelatı imdadıma yetişti bu kurabiye için. Önceden ısıttığım fırında hafif pembeleşene kadar pişirdim. İşte düğme kurabiyelerimiz hazırdı ama benim düğme burunlu kızım hala mutsuzdu.
Belki başkalarını mutlu eder, işte malzemeler:
* 1 su bardağı pudra şekeri
*250 gr. yumuşak margarin
*2 yumurta
*1 paket kabartma tozu
*1 paket vanilya
*1 kahve fincanı su
*Aldığı kadar un
*Antep fıstığı tozu

Sunday, November 05, 2006

YENİ YIL GELİYOR


Eskiden çok önemi yoktu yılbaşlarının benim için, yeni yıla girmek, o geceyi kutlamak öyle çok önemli değildi. Çok yılbaşı gecesi hatırlarım saat gece yarısını görmeden yatıp uyuduğumu. Hala da öyle özel programlar yapmıyoruz ama kızımızın doğduğu yıldan beri evimizde özel hazırlıklar yapıyoruz. Özel günleri, bayramları, yılbaşlarını bilmesi o günlere özel neler yapılır, nasıl kutlanır bizden görmesi hoşuma gidiyor. Aralık ayının ilk haftasında başlıyoruz onunla ağacımızı süslemeye iki yıldan beri. İlk sene küçüktü hiç anlamadı. Ama bu yıl çok keyifli olacak bu işleri yapmak onunla. Kimileri bizi yadırgasa da biz ağaç süslemeye, noel babayla oynamaya, hediyeleri alıp ağaç altında yılbaşına kadar saklamaya bayılıyoruz. Tabi bu yıl Duru ne kadar açmadan tutar onları bilemem. Masraflı da olmuyor artık bu işler, çünkü her yılbaşı aynı ağaç, aynı süsler çıkıyor depodan. Ben bile heyecanlanıyorum unuttuğum süsleri bulduğumda. Rengarenk, çeşit çeşit, pullu payetli süsler, toplar, mumlar... Tabi her yıl yine dayanamayıp eklemeler yapıyorum bu süslere. Geçenlerde gezerken dayanamayıp aldığım yeni aksesuarları eve gelir gelmez açıp odaya yaydım. Duru'dan saklanmak zor oldu tabi, o görsün istemedim süpriz olsun diye. Ama ne kadar saklayacağım bilmiyorum aklım her an dolabın üstünde duran onlarda. O kadar şirinler ki. Üçümüzün beraber kutladığı ilk yılbaşında üçümüz de parti şapkası giymiştik. İkinci yılımızda, üçümüz noel şapkası giydik ve işte üçüncü yılımızda yine üçümüzün kafasına takacakları.....

Tuesday, October 31, 2006

KARİDES GÜVEÇ

Soğuk bir hava, karanlık, yemek vakti. Koştura koştura işten eve dönüş..Yemek yok, evde malzeme var çok şükür. Bütün gün annesini bekleyen bir velet, oynamaya can atan. Yemek yapmak lazım. Çocukla ilgilenmek lazım. Mantarlar çocuğun önüne konur, birlikte yıkanır ve doğranır. Rondodan geçirilmiş ve kullanıma hazır olarak buzlukta saklanmış soğanlar çok az zeytinyağda tavada öldürülür. Öldürme işini çocuk yapar ki oyalansın. Soğanlar pembeleşince mantarlar ve doğranmış biberler eklenir. Çocuk çok büyük bir iş yapıyor olmanın mutluluğuyla tavayı karıştırır, küp şeklinde doğranmış domatesler eklenir. Çocuk döke saça karıştırmaya devam eder. Son olarak da buzluktan çıkarılan karidesler eklenir ve çok az salçayla bir taşım kaynatılır. Çocuktan saklı gizli konulan tuz ve karabiberle tava işi sona erer. Güveç kalıplarına paylaştırılan harcın üzerine yine çocuğun kestiği kaşarlar konur ve eriyene kadar pardon çocuk pişmesine sabredene kadar fırında pişirilir. Çocuğun bunu yemeyeceğini bilen anne saklı gizli pilav da pişirmeye çalışır ama ne mümkün, havada uçan pirinçlerin bir kısmının yakalanmasıyla pilav da pişirilir ve çocuğun da gönlü olur. Baba eve gelir ve tüm bu merhalelerden habersiz mutlu mesut yemeğini yer ve bir akşam yemeği de böylece sona erer.

Monday, October 30, 2006

YÜZYILIN AŞKLARI


Bir dönem Türkiye'yi sarsan gönül maceraları, eviyle sevgilisi arasında kalanlar, acı çekenler, kıskananlar, paşalar, sultanlar... Yani yüzyılın aşkları.
Can Dündar'ın kaleminden Mustafa Kemal ve Latife Hanım'dan Enver Paşa ve Naciye Sultan'a, Nazım'la Piraye'den Adnan Menderes ve Ayhan Aydan'a, Bedri Rahmi-Eren Eyüboğlu'ndan Yılmaz-Fatoş Güney'e, Yüksel Menderes ve İpek Kramer'den Yıldız Kenter-Şükran Göngör'e, Melih Kibar ve Çiğdem Talu'dan Afife Jale'yle Selahattin Pınar'a. "Hadi canım", "bu kadarına da pes", "olamaz böyle aşk" ....dedirten, heyecanla okunan, sürükleyici bir kitap. Kimi hala hayatta, kimi çoktan gitmiş uzak diyarlara ama hepsi aşık olmuş. Yaşanmış aşklar, yüzyıln aşkları...Çok etkilendim.

Sunday, October 29, 2006

NİCE 83 YILLARA

Cumhuriyet çocuğuyum annem gibi, anneannem gibi, doğacak torunlarım gibi..Anlı şanlı bir ülkenin evladıyım, dün gece 83. yıl kutlamalarında özgürce eğlenebilen kızım gibi. Behçet Kemal ve Faruk Nafiz'in aşağıdaki dizelerini her yıl söylerken gurur duyarım Türklüğümle, ülkemle. Gece Ortaköy'de cumhuriyet kutlamalarındaydık ailece ve dostlarımızla. Işıl ışıldı her yer, ışık gösterileri, havai fişekler, her dilden her dinden insan vardı çevremizde. Hep bir ağızdan, aynı coşkuyla katılıyordu herkes kutlamalara. Yedisinden yetmişine, çoluk çocuk, dövmelisi hızmalısı, başörtülüsü...İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir topluluk...Başarılı, kendini saydırmış Türk gençlerinin konserlerini izlerken.

"Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır. " sözleri geldi aklıma gecenin o en coşkulu anlarında ve bir kez daha söz verdim tüm kalbimle Ata'ma; çocuklarıma, torunlarıma benden sonrakilere seni çok daha iyi anlatacağım ve ebediyen yaşayacak ülkeme daha çok sahip çıkacağım.

Çıktık açık alınla on yılda her şavaştan;
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Ana yurdu dört baştan.
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,

Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türk'üz bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,

Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını,
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını.
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını.
Bütün dünya öğrendi, Türklüğü saymasını.
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,

Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz;
Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülkeye biz;
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,

Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri....

Saturday, October 28, 2006

HAYATIMIZDAKİ İLKLER



Anılara, önemli ve özel günlere oldum olası çok önem vermişimdir. Ama tek taraflı, beklemem öyle karşımdakinden illaki doğum günümü hatırlasın, kadınlar gününde çiçek versin... Ama hayatımdaki özeller önemlidir ve kendi kendime bir arşivim vardır kimi zaman beynimde, kimi zaman albümlerde, kimi zaman defterlerde. Hamileliğim, her gününü yazdığım defterimi açıp okudukça yaşadıklarım bir bir gelir aklıma. Seyahat anılarım, yediklerim, gördüklerim, kaldığım otel, metro biletlerim saklı durur anı defterimde. Hatta aynı yere gidenlere rehberlik yapar çoğu zaman bu defterler. Kızımın güncesi, el izinden hastane künyesine kadar saklarım. İlk yılbaşı, ilk doğum günü, ilk seyahati... Ona bu günceyi verdiğimde neler hissedeceğinin merakıyla kaydederim her bir özeli. Eşimle olan anılarımız, ilk buluşmalarımız...Ne kıyafet, ne ev eşyası, ne başka birşey saklarım, hatta atma meraklısı olarak tanınırım çevremde. Ama tek atamadığım, biriktirmekten bıkmadığım anılarım, güzel günlerim, yaşam sevinçlerim. İşte bunların başında da yaşam kaynağımız kızımızın anıları, ilkleri başı çekiyor artık. Ona dair herşeyi saklamak, her gününü, her güzelliğini ona anlatmak o büyüdüğünde. Hatta bir kitap çıkarıp ona annesinden bir yadigar bırakmak, en büyük arzum. Bugün de onunla bir ilki yaşadık anne kız. Sinemaya gittik. Filmin adı:"Parti Hayvanları". Önceden sinemanın ne olduğu, karanlık olacağı, gürültülü kocaman bir televizyon olacağı ve sessiz durulması gerektiği gibi bilgileri ona verdim ki korkmasın diye. Bizimkinde korku ne gezer sanki kırk yıldır gidiyor gibiydi sinemanın merdivenlerini çıkarken. Arkadaşları Eliz Dora ve Beyza(kendisi abla olsa da) ile gittik. Umduğumdan çok daha iyi ve usluydu kızım, yani ben hiç oturup seyretmeyeceğini düşünürken o biraz biraz da olsa izledi. Evde hiç çizgi film seyretmeyen biri için iyi sayılır bu performans. Onunla sinemada otururken neler geçti kafamdan; ne zaman büyüdüm, ne zaman anne oldum, kızımla sinema???????? o ne zaman büyüdü. Artık sinemaya bile gidiyorsak bundan daha iyi arkadaş mı olur. Daha sonra arkadaşım Nevra'ya baktım, aynı manzara orada da var. Anne kız sarmaş dolaş film izliyorlar, yanımızda benim canım arkadaşım ve Nevra'nın ablası Selva'nın kızı Beyza. Büyüdük ve şimdi kızlarımız büyüyor. Anne kız ne çok paylaşacaklarımız var. İlk sinema deneyimimiz benim için duygusal ve sevinç gözyaşlı Duru için de afacan ve hareketli geçti, aynı 23 Ekimde ilk ata bindiği günkü gibi. Ama ikimizde ortak olan duygu MUTLULUK tu ne kadar yorucu olursa olsun.