Wednesday, December 20, 2006

CADDE AKŞAMLARI



Bu ay böyle ışıl ışıl geçecek. Sevgili Eltoşun dediği gibi kırmızı yeşil olmasa da benim sayfam ışıl ışıl olacak. Ben de sendenim Burcu bu ayı rengarenk, cıvıl cıvıl yaşamak isteyenlerden yani. İçim açılıyor akşam olunca heryeri rengarenk, ışık çemberleri, süslü ağaçlarla görünce. Evlerin camlarındaki süslemeler, mağazaların dekorları, alışveriş merkezlerindeki hareketlilik moral veriyor bana. Keşke bayramlarımız, ramazanlarımız, törenlerimizde de yapabilsek çevremizi böyle canlı. Her yıl apartmanımızın girişindeki süs ağacını süslerdi apartman yönetimi. Bu yıl bahçemizdeki büyük çam ağacını ve apartman girişindeki korkulukları ışıklandırdılar. Harika oldu. 1998 senesine Paris'te girmiştim ve oradaki yılbaşı ışıklandırmalarına bayılmıştım. Orada her aralık ayında ışık vergisi diye bir pay alırlarmış mağazalardan. Eh "Işıklar Şehri" denmemiş boşuna oraya. Her mağaza büyüklüğüne göre bir vergi ödermiş ve yılbaşında da o paya göre mağazası ışıklandırılırmış. Nasıl bir renk ve ışık cümbüşüydü anlatamam. İhtişamın böylesini hiç görmedim.
Evim İstanbul'un en hareketli caddelerinden olan Bağdat Caddesine çok yakın olduğu için ben biraz daha fazla yaşıyorum bu canlılığı. Dün akşam da Aslı'nın işten eve erken gelmesini fırsat bilip Duru'yu da alıp caddeye indik. Evimizin bahçesinde başladı ışıltılar. Tabi Duru'nun merdivenlerden inme süresi beni çıldırttı çünkü her bir ışığa tek tek elledi bizim hanımefendi. Caddeye indiğimizde sanki akşam değil de günün en işlek zamanı öğle vakti gibiydi kalabalık. Bahar akşamlarını anımsatan hava, dopdolu kahveler, süslü mağazalar, insanlar, arabalar.... Duru'nun eline bir tüp çikolatayı tutuşturduk ve başladık gezmeye üç kız. Favori mekanım Vakko oldu. Yine muhteşem süslemişlerdi. Zaten en sade haliyle bile masallardaki beyaz evleri anımsatan köşk bu kez ışıklar şatosuna dönüşmüştü. Ve bahçesine kurdukları kamelayada piyanistin çaldığı parçalar gerçekten de çok hoştu. Biraz ilerleyince Afrodit mağazasında da bizi bir süpriz bekliyordu. Mağazanın önündeki dev çam ağacının yanında mısır patlatıyorlardı. Gerçekten cadde manzaraları görülmeye değer bu ara. Son olarak kahvelerimizi aldık ve üç kız hoş bir sohbetle geceyi kapattık. Ama tadı da damağımızda kaldı, en kısa zamanda tekrarlamak lazım.....

Sunday, December 17, 2006

DEDEM, GOFRET VE BEN

"Dedem, gofret ve ben" dizisinin adını ilk duyduğumda çocukluğuma gitmiştim. Bu isim bana çok hoş gelmişti, neler neler hatırlatmıştı. Diziyi çok seyretme fırsatım olmasa da hep benim için özel bir dizi ismi olmuştu. Benim de dedem vardı ve onun gofreti. Mustafa dedem, annemin babası. Ben on yaşındayken onu kaybettik bir gece aniden, sessizce. Dedem çok farklıydı çok da sıradan. Hayatı komik yaşayan, çevresine enerji yayan adeta bir kahkaha bombası hatırlıyorum ona dair. Hala ondan bahsederken annemler hep gülerek anarlar, hep yaptığı komiklikleri, eğlenceli laflarını, onlara ne kadar güzel bir çocukluk yaşattığını anlatırlar. Ben onları dinlerken çok gıpta ediyorum, nelerine mi; kalabalık olmalarına -tam 5 kızkardeşler- hep beraber güzel çocukluk anılarına, kardeş kavgalarına, evdeki işbölümlerine...Dedem bundan 60 yıl öncesine göre son derece modern, açık görüşlü, kızlarına güvenen, hepsini üniversitelerde okutan, onlarla arkadaş bir babaymış. Bizim için de hep tatlı bir dedeydi. Çocukluk işte, bazen yaptıklarına sinir olurdum, kızardım, bazen de çok güler, sevinirdim. Yanağımdan şapur şupur öperdi gıcık olurdum o zamanlar. Cepleri hep kuruyemiş dolu olurdu. Ne zaman isterseniz çekirdek, leblebi, fıstık çıkardı. Kızardım, bana o bayat şeyleri vermeeeeeeeee diye. Ama dedemin bir alışkanlığı vardı ki işte benim hafızamdan hiç silinmeyecek. Her geldiğinde bize yani tüm torunlarına gofret getirirdi: Dido Gofret. Fotoğrafta gördüğünüz gofretin daha eski ambalajlı olanı. Geçen gün markette görünce dedem geldi aklıma hemen. İşte bu gofret ve dedem.. Ayrılmaz ikili. Ne zaman bize gelse cebinden iki dido çıkarırdı. Dedeciğimin geçenlerde 22. ölüm yılıydı. 22 sene olmuş aramızdan ayrılalı. Canım hala bizimlesin, biliyorum ki beni duyuyorsun, görüyorsun, kızımı, kocamı seviyorsun. Keşke onlar da seni tanısaydı. Ama onlara gofret aldım dedeciğim senin adına Dido Gofret.

Sunday, December 10, 2006

BKM MUTFAK



Cumartesi gecesi harika bir yerdeydim; BKM Mutfak. Beşiktaş Kültür Merkezi'nin yani Yılmaz Erdoğan'ın tiyatrosunun bir parçası. Beşiktaş'ta aynı merkezin hemen sağıdaki sokağın sonundaki şirin güzel mekan. Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ tarafından yine farklı yine güzel yine dopdolu bir eğlence ama bu sefer değişik bir gece kültürü yaratılmış mekanda. Burası küçük denebilecek , müzik dinlerken aynı zamanda Beşiktaş Kültür Merkezinin oyun atölyesinin öğrencilerinin kendilerinin yazdıkları ve oynadıkları skeçleri izleyebildiğiniz, nefis yemekleriyle lezzet ziyafeti çektiğiniz hoş bir mekan. Barış'ın kardeşi sevgili Bora ve arkadaşları da cuma ve cumartesi akşamları burada sahne alıyor. Akşam 21:00 de Bora'ların programı başlıyor yaklaşık 45 dakika sahne alıyorlar ve arkasından skeçlerin ilk bölümü başlıyor 15 dakika aradan sonra skeçlerin ikinci bölümü başlıyor ve tekrar Bora'lar sahne alıyor. Sabahın ilk ışıklarına kadar devam eden program gerçekten çok farklı bir eğlence anlayışı getirmiş İstanbul gece hayatına. Skeçler harika, şu anda bazı oyuncular zaten Bir Demet Tiyatro'nun yeni başlayan bölümlerinde rol alıyor, almayanlarda çok yakında eminim televizyonlarda görünecekler. Gerçekten hepsi birbirinden yetenekli gençlerdi. Gecenin sonunda onları izlemeye gelen hocaları Demet Akbağ "siz şu andaki Tv dizilerini izlemeye devam edin ama bu gençler gümbür gümbür geliyor" dedi. Gerçekten de bu kişilerle dizi kaliteleri eminim artacak ama keşke onları tiyatroda da izlesek, tiyatroya da en azından tv izlemeye ayırdığımız vaktin çeyreğini ayırabilsek en azından aralık ve ocak ayında belediye tiyatrolarının 500 YTL olduğu şu son günlerde.

Saturday, December 09, 2006

SICAK ŞARAP ZAMANI

Her ne kadar güneş bizden hala gülen yüzünü esirgemese de, ben hala çorap giymeden işe gitsem de ve hala manto değil de hırka ile sokağa çıksam da kış mevsimindeyiz fakındayım. Ama bugün bile öyle güzel bir hava var ki bahardan kalma. Oysa Aralığın ortalarına yaklaşıyoruz. Genelde karanlık bir hava, yağmur sesi bazen de kar manzaraları ile yaşarız İstanbul'da bu zamanlardave ben aralığın ilk haftasında başlarım "ne zaman sıcak şarap hazırlasam" demeye. Bir yılbaşı Almanya'da buz gibi bir havada yılbaşı için kurulan eğlence alanında içmiştim sıcak şarabı ilk kez ve soğuğun da etkisiyle çok güzel gelmişti bana. Sonra duydum ki evde de hazırlaması çok kolaymış. Artık kasım sonunda ya da aralık başında hazırlıyorum şarabı. Buzdolabında cam şişede çok uzun zaman bekleyebiliyor bozulmadan. İçmeden öncee sadece ısıtıyorum ve çay ya da kahve kupalarında ikram ediyorum. Soğuk kış akşamları, yılbaşı gecesi için harika bir içecek.
Dediğim gibi hazırlaması da çok basit;
1 su bardağı su, 3 kaşık tozşeker, 2 adet çubuk tarçın, 3 karanfil, 1/2 limon dilimi, 1 elmanın kabuğu, 1/2 portakalın kabuğunu kaynatıyorsunuz. Kaynayınca 1 şişe kırmızı şarabı ilave edip kaynamaya başlar başlamaz ocaktan alıyorsunuz. Bir gece bu karışımı bekletiyorsunuz ve ertesi gün tülbentten geçirip ağzı kapaklı cam kavanoza koyup buzdolabında muhafaza ediyorsunuz.
İstediğiniz zaman içeceğiniz miktarı bir cezveye koyup ısıtabilirsiniz, unutmayın kırmızı şarap aynı zamanda kan yapar tabi 1 kadehi sadece.

Friday, December 08, 2006

PATATESLİ MEZGİT FIRIN VE TÜREV


Cuma... Keyifli bir akşam. Bir DVD alınmalı güzel bir yemekle izlenmeli.Ne yesek? Akşama kadar düşündüm durdum ve son okuduğum tarif "patatesli mezgit" kazandı. Çok çabuk yaptım ve Türev'i izlerken bir omlet kıvamında midemize indi.

İşte malzeme:
*1/2 kg. mezgit fileto
*4 patates
*3 yumurta
*1,5 çorba kaşığı un
*1 çorba kaşığı galeta unu
tuz

Önce mezgiti kızgın yağda kızarttım ve kağıt havlu üzerine aldım. Yağını çeksin diye. Küp küp doğradığım patatesleri de fritözde kızarttım ve aynı kağıt havlu işlemini uyguladım. Ayrı bir kapta 3 yumurta ve unu çırptım, kızarttığım patatesleri bu karışıma ekleyip iyice karıştırdım. Biraz tuz serptim.(Ben rondodan geçirdiğim maydanozları da ekledim ama tarifde maydanoz yoktu) Hafif yağlanmış cam tepsiye galeta unu serptim ve kızarttığım mezgiti tavuk gibi didikleyip tepsiye koydum. Üzerine patatesleri yaydım ve 150 derecede fırında 20 dakika pişirdim. Rendelediğim kaşar peynirini de fırından çıkmasına 5 dakika kala serptim ve 25 dakika sonra yemek hazırdı. Tarifte yanında humus vardı garnitür olarak ama benim onu yapmaya vaktim olmadığından roka salatası ile idare ettik.

Sunday, December 03, 2006

Dünden Devam



Günlerden pazar ve biz şeytanın bacağını kırıp Erkan'la aylardır ilk defa başbaşa sinemaya gittik. Duru'nun babaannesinin sabah bize gelmesiyle biz hop dışarı. Aylardır reklamı yapılan "Dondurmam Gaymak" filmine gittik malesefff. Hayatımda bir kez daha böyle kötü bir film izleyeceğimi sanmıyorum yani bundan kötüsü olamaz. Zaten kısıtlı zamanımızda böyle abuk sabuk bir filmle vakit geçirdiğimiz için çok üzüldük açıkçası. Dışarı çıktığımızda hava mis gibiydi. Fenerbahçe Parkı da bu havada bulunmaz bir nimetti doğrusu. Kış ortasında bir daha zor bulunacak bir havada güzel bir yürüyüşten sonra eve geldik. Bizimki babaannesi ve anneannesini almış yanına evin altını üstüne getirmiş... Bu yaşa kadar ellemediği ne kadar eşya varsa onların varlığını fırsat bulup hepsini indirtmiş. Buzluktaki buz kalıplarından ne istedi hiç anlamadım doğrusu. Haftasonumuzun başlıca konusu yılbaşı ağacı, noel baba ve süslerimiz olduğundan yine değişik süslerle evimizi bezemeye devam ettik. Teyzemin Almanya'dan getirdiği Noel Baba takvimini çıkarmanın tam zamanıydı. Evet bu alttaki resim ne diye sorarsanız o bir takvim. Ama öyle bildiğiniz takvimlerdn değil. Yılbaşına 1 ay kala başlıyorsunuz günleri tek tek açmaya. Numaralar koymuşlar; 1,2,15,31 .....Biz 1 den başladık. Yani 1 aralık. Her rakamın kutusunu açtığınızda içinden çikolata çıkıyor. İlk üç günü ben ondan gizli açıp çikolataları yedim. Bugün 4 ü açtık Duruyla, (noelbabanın sakalının tam altı) çikolatayı o yedi tabi. Böylece 31 aralığa kadar kutular açılacak ve hepsi bitince YENİYILLLLL. Tabi bizimki her gün bir tane açmaya dayanabilirse... En son bana "anneeeee!hepsini açalım! diyordu.
Gördüğünüz gibi bizde heyecan var bu yeni yıl için. Anneannesi ve babaannesine bile yılbaşı gecesi için aldığım geyik kafalarını taktırmış alem bu çocuk vallahi..

YILBAŞI AĞACI

Aralık ayı geldi çattı, sokaklar renklenmeye, geceler ışıklanmaya başladı yeni yılı karşılamak için. Yavaş yavaş evlerin süsleri, çam ağaçlarının ışıkları parlamaya başladı camlardan. Her zaman söylemişimdir, çocuğum olana dek öyle çok tantanalı hazırlanmamışımdır yılbaşına. Hatta benim için diğer gün ve akşamlardan farkı yoktu. Şu anda da öyle program filan yapmayız o geceyi ailemizle birlikte geçirmeyi severiz. Ama artık ağacımız var Duru doğduğundan beri. Renkli süsler, ışıklarla bezemek hoşumuz gidiyor kızımla. Bu yıl 2 yaşını çoktan geçtiği için daha bir anlıyor, günlerdir ağaç süsleyeceğiz diye seviniyordu. Sabah kahvaltıdan sonra yüklükden kocaman ağacımızı indirdik onunla beraber. Toplar, ışıklar, noel baba süsleri çıktı kutulardan ve her biri ortalara döküldü. Bana yardım etmeye söz veren kızım ağaç kurulana kadar yanıma uğramadı. Tabi işin en sevimsiz kısmıydı bu ve o da bunun farkındaydı: Ağacın dallarını tek tek açmak. Şimdiki çocuklar çok akıllı vallahi. Yardım etmediği gibi bir de uzaktan benim hatalı yaptığım işleri düzelttti bıcırık.
İş topları asmaya gelince yanımdan ayrılmadı. Beraber topları asarken rengarenk, parıltılı süsler beni aldı götürdü uzaklara, renklerin büyülü dünyasına. Biraz atarak biraz hoplatarak toplardan hevesimizi aldık önce. Renkleri yeni öğrenen Duru herbir rengi sorarak beni biraz çileden çıkarttı ama sonuç tüm yorgunluğumu aldı. Benim ağaç süslemem bitmişti, Duru da geçen seneden kalan yılbaşı yastığı, kuklası ve köpeğini ağacın altına yerleştirdi ve beraberce ağacımızın karşısına geçip eserimizi keyifle seyrettik.