Monday, December 31, 2007

YENİ YIL KARARLARIM

2008 de en az bir kez yapmak istediklerim var, bir de daha çok yapmak istediklerim


1. Anneanneme daha çok uğrayacağım.
2. Her ay bir kez tiyatro izleyeceğim.
3. Eşimle başbaşa bir kez tatile gideceğim.
4. En az bir kez yurtdışına çıkacağım.
5. Daha çok spor yapacağım.
6. Çayı şekersiz içeceğim.
7. Kızımı ayda bir kez tiyatroya götüreceğim.
8. Eski oyuncakları , kıyafetleri ve kullanmadığım eşyaları sürekli SEVGİ MAĞAZASINA götüreceğim.
9. En az yorulacak şekilde çalışacağım.
10. Anne ve babamla tatile çıkacağım. TABİ onlar İSTERSEEEEEE!!!!!!
11. Daha çok yazı yazıp, daha çok kitap okuyacağım.
12. Daha çok sebze yiyeceğim.
13. DAHA ÇOK GÜLECEĞİM.

Sunday, December 23, 2007

PATALYA BİR BAŞKA


Bu bayram öyle hoş öyle güzel bir gezi yaptık ki, dört çiçek bir böcek olarak can sıkıcı olaylar yaşasak da kendimizi mutlu olmaya zorladık. Dört çiçek; annem, kızkardeşim, Duru ve ben. E böcek kim tabi ki babam. Ama çok tatlı bir böcek, iyiliksever, yardımcı, kasa, ve daha neler neler. Ankara'ya sadece 80 km. uzaklıkta olan Kızılcahamam'da harika bir termal tesis olan Patalya daydık. Soğuksu Milli Park içinde çam ormanlarıyla kaplı dağlar arasında, her türlü aktiviteyi yapabileceğiniz bir cennet burası. Doğa yürüyüşünden, açık havuza, dışarısı eksi altı dereceyken sıcacık açık havuzda yüzmekten termal sulardan faydalanmaya ve tam bir bakımdan geçmeye kadar herşeyi yaptık üç gün boyunca. Duru tabi ki çıldırdı, neredeyse hiç sudan çıkmadı en çok da karların altında sıcacık suda yüzmek onu coşturdu. Bense rahatlatıcı, gevşetici bir masaj olan aromaterapi ile kendimi ödüllendirdim. Badem, menekşe, yasemin, papatya, lavanta yağlarının karışımıyla yapılan masaj sonrası girdiğim papatya banyosu ise tüm yılın yorgunluğunu aldı götürdü diyebilirim. Kendinizi ödüllendirmek, doğayla iç içe olmak, ailece başbaşa kalmak ya da güzel bir hafta sonu geçirmek için İstanbul'a sadece 3,5 saat uzaklıktaki Patalya birebir.

Wednesday, December 19, 2007

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN


Günlerin getirdiği mutluluk olsun sana,

Sevdiğin ve sevildiğin bir hayatı sür bebeğim

Günün günden güzel olsun..

....................

Bayramınız sevdiklerinizle, bebeklerinizle, ailenizle mutlu ve kutlu olsun.

Monday, December 17, 2007

BEYAZ MELEK



Hafta sonu uzun zamandır Erkan'la yapamadığımız sinema keyfini yapalım dedik, Duru'nun da anneannesi ve dedesiyle Sapanca'ya gitmesini fırsat bilip. "Beyaz Melek " filmini çok duydum bu aralar, herkes filmin konusunu, oyuncularını methedip duruyordu. İlk seansa yetiştik ve rahat rahat koltuklarımıza oturup filmi izlemeye başladık. Ne kadar çok beğendiğim sanatçı varsa filmdeydi, sanki bir nostalji tüneli. Lale Belkıs, Erol Günaydın, Yıldız Kenter, Tomris Oğuzalp, Tolon Karaca, Suna Selen ve daha sayamadığım eski yıldızlar ile Mahsun Kırmızıgül, Yavuz Bingöl, Zeynep Tokuş, Fadik Atasoy ve daha nicelerinden oluşan genç nesil. Mahsun Kırmızıgül'ün yazıp yönettiği film gerçek hayatı gözler önüne seren, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini beraber gösteren, hala bazı değerlerin ne kadar önemli olduğunu çok iyi vurgulayan konusuyla "eline sağlık" dedirten cinstendi. Filmde aşk hikayeleri, insanlık, okullu olmak, köylü olmak o kadar güzel detaylarla işlenmişti ki, "hayat herşeye rağmen yaşamaya değer" sözünü bir kez daha hatırlattı bize. Bu arada o kadar da çok ağlattı ki, uzun süre gözyaşı dökemeyeceğim galiba. Filmin en can alıcı sözü "Unutmayın! Gittiğiniz heryerde bir kapınız olsun"

Saturday, December 15, 2007

RAIN FOREST CAFE

İşte dünyadaki sayılı kafelerden biri daha İstanbul'da. Sanki burası Amerika, sanki Milano, sanki Paris....Bahsettiğim yer sadece İstinye Park ve bu alışveriş merkezinin içinde her yaşa hitap eden Yağmur Ormanı Kafesi. İstinye Park alışveriş merkezinin eksi birinci katında bulunan bu kafe özellikle hayvan sever çocuklar için adeta bir cennet. Kapıda sizi neredeyse gerçek olacak bir timsah karşılıyor suyun içinde. Bu öyle süs gibi duran timsahlardan değil, hareket eden, ayağa kalkan ve ses çıkaran cinsten. Kafenin girişi aynı zamanda bir alışveriş mekanı. Tişörtten oyuncağa, bardaktan anahtarlığa kadar çok değişik zevklere hitap eden bir mekan. Bana Disneyland'daki mekanları hatırlattı. İçeri girince her köşeye yerleştirilmiş olan akvaryumlar kendinizi deniz altında hissetmenizi sağlıyor. Her yer her ne kadar yapay olsa da ağaçlar ve yeşilliklerle kaplı. hafif loş olan mekanda sanki orman içindesiniz. Yemek masaları özel bir maddeden yapılmış ve üstü canlı gibi görünen hayvanlarla kaplı. Biz kocaman filin altında bulunan masaya söyledik yemeklerimizi. Yemek yerken birden karanlık oldu heryer ve bir gök gürültüsü,...şimşekler çaktı ışıl ışıl veeeeee yağmur başladı. Herşey canlandırılmış halde, sanki yağmur ormanlarının altında yağmur sesleriyle yemek yiyoruz. O kadar canlı o kadar güzel ki buradan kalkası gelmiyordu insanın.

Thursday, December 06, 2007

TÜRK TATLILARI

Dayanamadığım bir şey varsa o da her türlü tatlıdır şu hayatta. Sütlüsünden, hamurlusuna, meyvalısından en şerbetlisine kadar hepsine bayılıyorum. Bazen gecenin bir yarısı kalkıp kendime keşkül, supangle pişirdiğimi çok biliyorum. Öyle çikolatayla çok aram yok, kırk yıl olmasa aramam ama bir ekmek kadayıfı hele kaymaklısından, incir tatlısı, lohusa şerbetiyle pişmiş ayva tatlısı ....Türk mutfağı da sanki bana inat yarışıyor bu konuda.İşte bu akşam aklıma takılanlar, sadece kabak tatlısıyla yetindim ama diğerlerinde de gözüm kaldı ne yalan söyliyeyim

Monday, December 03, 2007

HAYATTTT İNSANA HER AN GÜLMÜYOR

Uzun zamandır burayı ihmal ettim biliyorum. Neredeyse bir aydır hayat benim için çok koşturmayla, heyecanla, üzüntüyle, sevinçle geçti. Bu süre zarfında çok fazla uçağa bindim, malum uçak korkum çok fazla ve başıma gelmeyen kalmadı. Bindiğim Ankara uçağı hava muhalefetinden dolayı inemedi, havada dolandı durdu sonra yakıtı bitti başka bir alana indi. Benim arabam diğer alandaydı.....Bindiğim İzmir uçağı hava şartlarından dolayı türbülansa girdi, uçakta oksijen maskeleri açıldı ve bir kriz oluştu kabin içinde..... Son olarak da İstanbul-Isparta uçağı düştü ve 57 kişi hayatını kaybetti. Kılpayı yaşadığımızı, her an her türlü süprizle karşı karşıya kaldığımızı bir kez daha anladım. Ben İzmirdeyken kızım demir mıknatıslı bilye yutmuş. 36 saat içinde bilye çıktı ama ya yaşadıklarımız.... ya aklımıza gelenler... hayat pamuk ipliğine bağlı, saniye sonra bir başka yaşama başlayabilir, saniye sonra bu hayatta olmayabiliriz. Tüm bunlar olurken güzel şeyler de var hayatta, yeni arabam, yılbaşı ağacımız, kardeşimin bir yılı daha sağlıkla bitirmesi, çevremdekilerin, ailemin sağlığı....Herşeye rağmen yaşamak güzel. Elimizdekilerin kıybetini bilmek, bugünümüze şükretmek, ayakta ve sağlıklı olmak....

Sunday, November 11, 2007

İSTANBUL OYUNCAK MÜZESİ


Duru ile son iki hafta sonu cumartesi günlerimizi tiyatroya ayırıyoruz. Geçen kış bol bol yaptığımız tiyatro günlerini bu kış yine başlattık ve ilk olarak geçen hafta Yayla Sanat Merkezindeki "Küçük Balık Bambam" adlı müzikal oyuna gittik. Ben küçükken annem o kadar çok tiyatroya götürdü ki beni tiyatro sevgisini çok iyi tadanlardanım. Duru da zaten tiyatroya daha doğrusu rol yapmaya, taklide çok yatkın bir çocuk bu nedenle de tiyatroyu görsün, yaşasın istiyorum. Kimbilir ileride belki o da bir tiyatrocu olur. Bu hafta biraz daha değişik bir tiyatrodaydık. Aslında Duru daha 1,5 yaşındayken gitmiştik oyuncak müzesine ama o zaman çok anlamamıştı. Gazeteci-yazar Sunay AKIN'ın İstanbul Göztepe'de ailesinden kalma köşkü oyuncak müzesi ve aynı zamanda tiyatroya dönüştürdüğü mekan gerçekten de çocuklar için tam bir harikalar diyarı. Sevgili Sunay Akın 11 yıldır internetten ve gezdiği ülkelerden satın aldığı oyuncaklarla bu müzeyi kurmuş ve gerçekten de çocuklara harika bir armağan olmuş bu mekan.İlk kez Prag'da bir oyuncak müzesine gitmiş ve çok etkilenmiştim. O gün Duru'nun yanımda olmamasına çok üzülmüştüm ama bugün o oyuncak müzesinin alası oturduğumuz semtteydi. Hem de müzenin olduğu sokakta dev zürafalar da çocukları selamlıyordu. Burası sadece müze de değil üstelik. Cumartesi ve Pazar günleri iki farklı kukla oyununun sergilendiği bir tiyatro salonu. 5 kattan oluşan köşkte en altta bulunan tiyatro salonunda İbiş'in macerlarıyla kendinden geçen Duru kuklaların danslarıyla da coştu da coştu.

Bahçedeki yedi cüceleri ve pamuk prensesi unutmadık tabi, yağmur çamur dinlemeden onları da sevdik ve bu güzel mekandan ayrıldık. Ellerine sağlık Sunay Abi'si.

Wednesday, November 07, 2007

ANNECİĞİMİN SERGİSİ



İşte bir sergi daha geldi çattı. Bugün annemin 8. resim sergisinin açılış kokteylinde yine tüm sevenler bir aradaydık. 20 yıl önceki öğretmen arkadaşları, eski öğrencileri, sevdikleri hepimiz yine annem sayesinde bir araya geldik. Her zaman birleştirici yapısı, güleryüzü, samimiyeti ve candanlığıyla insanları kendine bağlayan annem bunca yıldır yarattığı sevgi çemberini bu kez sımsıcak renkli tablolarıyla buluşturdu ve zor günler geçirdiğimiz şu günlerde insanların biraz olsun gülümsemesine vesile oldu. Anneciğim kalbin kadar güzel eserlerin harika, seni çok seviyoruz.

Friday, October 26, 2007

4-1




Önce tam takım giyinilir, bayraklar alınır.


Duru her türlü yalan söylenerek anneanneye bırakılır


Stad yakınındaki sokak köftecisine gidilir ve köfte ekmek yenir


Hızla maça gidilir ve çekirdek alınır


Maç başlar ve takım desteklenir


Karşı takım gol atar küfür edilir


Gol atılır herkes birbirine sarılır


Gol atılır


Gol atılır


Gol atılır


Zaferle eve dönülür

Thursday, October 25, 2007

EN KÜÇÜK KATILIMCILARIM



Alışmışım ben 20-60 yaş arası insanlara eğitimler vermeye, sunum yapmaya. En fazla çay kahve arasından geç gelirler, eğitimlerde muhalefet olurlar, dedikodu yaparlar. Ama bugünkü katılımcılarım böyle değildi. Seni sevmiyorum diyen, her dediğime itiraz eden, sürekli mızmızlık yapan ve geç gelen...Hayatımın en zor katılımcılarıydı ve yaşları da 3-4 arası idi. Zor olmakla beraber en tatlı olan ve en neşeli ve en doğal ve en saf ve en temiz.
Kızımın okulunda her hafta yapılan veli katılım gününde bu hafta sıra bendeydi. Her hafta bir veli gidip bir saat kadar istediği bir aktiviteyi çocuklarla paylaşıyor. Ben de bu hafta onlara kurabiye süslemesi yaptırmak için kurabiyeleri önceden evde hazırladım ve süsleme malzemelerini torbama koyup okullu oldum. Aslında 7 kişi olan tırtıllar sınıfında ben gittiğimde kızım da dahil 3 çocuk vardı. Onlarla önce royal icing yani kurabiyelere kontür çizmeyi öğrettim, sonra aramıza iki çocuk daha katıldı ve biz de renkli şeker hamurlarıyla kurabiyelerin üstüne kalıplar yaptık ve bunları bal yardımıyla kurabiyelere yapıştırdık. Bu arada kurabiyeleri ısıranlar, ellerini kirletip yüzüne sürenler Duru gibi sürekli konuşanlar...Hepsi aynı anda konuşuyor, biri su içmek istiyor, biri "ben yapmayacağım" deyip çekiliyor. Ortalık zaman zaman karışsa da kurabiyeleri bitirip her çocuk bir tanesini paketleyip velisine götürmek üzere fiyonk yaparken dünyanın en güzel şeyinin ÇOCUKLAR olduğunu bir kez daha anladım. "Ben anneme götüreceğim", "ben babama vereceğimmmm" derken yüzlerindeki coşku beden dillerindeki doğallık görülmeye değerdi. İsteyen herkes yaşamalı bu çocuk duygusunu.



Kurabiyelerimizi tamamladıktan sonra onlar minderlere yayıldı ve ben de "Kurabiye Canavarı" masalıyla onlarla olan güzel anımı noktaladım.

Wednesday, October 17, 2007

BU KÖŞE BAŞKA KÖŞE

Hayatınız ev dışında nerelerde geçiyor diye sorsalar bana çok sevdiğim, evim kadar rahat ettiğim, gitmediğimde özlediğim işyerimde ve oradaki masamda geçiyor derim. Evim dışında kendimi mutlu hissettiğim yer masam benim. Bana özel, sadece benim olan, benim düzenlediğim, benim değiştirdiğim özel alanım. Bazen dağıtır, her bir noktasını kullanırım bazen de tertemiz mum gibi tutarım. Sabah ilk işim çayımı alıp bilgisayarımı açıp gelen iletilerime bakmak, sohbet programında olanlarla selamlaşmak benim güne iyi başlamamı sağlıyor. Duvarlarımın bile bana güldüğünü hissederim masamdayken. Biricik eşimin bana hediyesi olan melek ve iş arkadaşımın sürprizi Donald Duck duvarımın bir bölümünü süslüyor, diğer köşedeki not panomda kızımın her zaman bana gülen yüzü beni dünyanın en mutlu annesi yapıyor. Bu köşe ve bu masa beni her halimle kabul ediyor. Bazen karamsar ve bezgin bazen coşkulu ve neşeli bazen sinirli ve gergin, her anıma her duyguma şahit. İşim gereği çok sık ayrı kalsam da masamdan ve köşemden, oraya gidecek olmanın düşüncesi bile yetiyor bana. Benim köşe başka köşe bazen yaz köşesi bazen kış köşesi ama her zaman sevgi köşesi.

Tuesday, October 16, 2007

SEVGİ MAĞAZASI


Paylaşmak...Sevgini, ekmeğini, sırrını, acını, mutluluğunu...Ne kadar güzel bir histir paylaşım sonrası yaşananlar. İnsanlar paylaştıkça zenginleşir bence, verdikçe kazanır. En güzel kazanç da paylaştıklarınızın yerine ulaşması. Bugün yaptığım bir paylaşıma getirmeye çalışıyorum sözü. "Sevgi Mağazası", Kadıköy Acıbadem'de gönüllüler tarafından kurulmuş bir yardım derneği. Kıyafetten, mutfak eşyasına, oyuncaktan perdeye kadar tüm eşya bağışlarını alıyorlar. Bunları sınıflandırıp ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorlar. Buradan eşya alanların çoğunun bunları yıkama ütüleme imkanları yok yalnız. O yüzden temiz vermek hatta mümkünse ütülü vermek daha faydalı. Çoğu zaman düşünürüz evde kullanmadığımız yer tutan eşyaları "ne yapsam" diye. Hele şimdi tam kışlık çıkarma zamanı. Yazlıklar kalkacak dolap köşelerinde yerlerini alacak yerine kalın kazaklar, mantolar çıkacak. Bu yıl hiç giymediğimiz yazlıklar belki de "belki seneye giyerim" düşüncesiyle yine dolaplarda kazaklarla yer değiştirecek. Bu kıyafetler dolapları ısıtıp koruyacağına, ihtiyacı olan bedenler üzerinde durup onları ısıtsa halbuki. Duru'nun neredeyse bir oyuncak mağazasındakiler kadar olan oyuncaklarının bir kısmını Sevgi Mağazasına götürürken ihtiyacı olan çocukların bunları ellerine aldıkları andaki yüz ifadelerini görmesem de gözümde canlandırmak bile bana "paylaşmak güzel" dedirtti bir kez daha.
Sevgi Mağazası: Acıbadem Gömeç sok. Ahmet Süt Sitesi, Ahmet Süt Camisi girişi Kadıköy
0216. 545.84.59

Saturday, October 13, 2007

HAYAT BAYRAM OLSA

Adı üstünde şeker bayramı, yani şekerin, çikolatanın, tatlının bol olduğu bayram bu bayram. Çocuklar yaşadı en azından bizim Duru için cennetten günler bu günler. Kime gitse, kim gelse, kimle karşılaşsa elinde ya çikolata ya şeker ya da her ikisi. Tabi şanslı çocuklardan biri olduğu için. Bu bayram yine terör, trafik kazası başı çekti ülkemizde. Kimbilir kaç çocuk anasız babasız kaldı, kaç ailenin canı yandı, kaç ana baba evladını yitirdi. Şanslıyız ama hiçbir zaman başımıza gelmeyecek şeyler değil. Haber izlerken sanki uzak gibi, bize hiç bulaşmaz gibi kötü haberler. Biz hala bayramda ona gittik buna gitmedik derken, tartışırken, koştururken, ufak tefek şeyleri problem yaparken bir yerlerde canlar yanıyor, birileri en yakınlarını kaybediyor ve biz sadece ekrandan ya da basından haber olarak geçiyoruz, geçebiliyoruz. Biz, bizim çocuklarımız şanslı değiliz de kim şanslı sizce?
Bütün dünya buna inansa bir inansa, hayat bayram olsa. İnsanlar el ele tutuşsa birlik olsa...
Tüm sevdiklerime ilk kez yaptığım bu "peynir keki " ikram ediyor ve bol tatlı günler diliyorum.

Thursday, October 11, 2007

İYİ BAYRAMLAR













Bir bayram daha geldi işte. Çok şekerli değiliz bu bayram, biraz tuzluca hatta. Bu nedenle biraz keyifli geçsin diye bu bayram çikolata almak yerine ziyarete gideceklerimize, renkli kurabiyeler hazırladım.



Herkesin bayramını kutluyorum şeker gibi günler diliyorum.

Thursday, September 27, 2007

KUŞKONMAZ ÇORBASI

Efendim artık kuşkonmaz çorbasının tarifini yazıyorum ve sevgili Hande'nin de isteğini yerine getiriyorum. İnternetten bulduğum bu tarifi denemenizi tavsiye ederim.


Malzeme:

*1/2 kuşkonmaz (tazesini Metroda bulabilirsiniz)

*1 litre su

*50 gr. tuz

*Bir limonun suyu

*50 gr. şeker

*70 gr. un

*75 gr. margarin (tereyağ ya da zeytinyağ olabilir)

*1 orta boy soğan

*2 çorba kaşığı çiğ krema

*Bir tutam tuz


Bir litre suya 50 gr. tuz, bir limon suyu, 50 gr. şekeri ilave ederek kaynatın. Su kaynadıktan sonra kuşkonmazları içine atın ve yarım saat kaynatın. Eğer konserve kuşkonmaz kullanacaksanız haşlamaya gerek yok. Piştikten sonra çıkarıp küp küp doğrayın. Başka bir tencerede margarin ve rendelenmiş soğanı kavurun. Unu ilave ederek hafifçe sarartın. Topaksız kıvam alması için yavaş yavaş suyu ilave edin. Hazırlanan bu sosu çorba için kullanacağınız suya ilave edin. Kuşkonmazları tencereye koyun. Çorba kaynamaya başlayınca kremayı ve isteğe bağlı tuzu ilave edin. Çorbanız hazır. Dilerseniz üzerine taze dereotu ile servis yapın.

Afiyetle yiyin.

Sunday, September 23, 2007

RAMAZANIN KEYFİ




Kendimi bildim bileli aile içinde iftar sofraları kurulur her ramazan. Niyetli olan olmayan herkes toplanırdı bu sofranın başında. Anneannem çatalının ucunda zeytinle beklerdi ezan sesini. Kalabalık bir aileydik eskiden; teyzeler, enişteler, kuzenler, anneanne, dede....Ramazan boyu her hafta sonu biri davet ederdi iftara. Nasıl geçerdi anlamazdık ramazan. Ben çocukken günler uzundu ramazanda. Yazın akşam saatlerinde sekizlerde açardık orucumuzu. O zaman annem çok istemezdi oruç tutmamı çok zayıf olduğumdan. Ben davulcunun sesini duymak için hep yarım yamalak uyurdum. Artık o kadar kalabalık değiliz, herkes bir tarafa dağıldı. Anneannem artık ramazanın farkında bile değil yaşlılıktan. Şimdi bu geleneği yaşatmaya çalışıyorum kendimce. Arkadaşlarımı, ailemi iftara ben topluyorum. Benim babam ailenin büyüğü olarak başı çekiyor. Evimize ramazanın bereketi, iftarın bolluğu yayılsın istiyorum. Sıcak pidenin yanında tavşan kanı çay içilsin istiyorum. Bu akşam hep beraber iftardaydık sözün kısası. Sabahtan beri özenerek hazırlandım bugün ve tüm aile keyif içinde bitirdik bu akşamı. İşte iftar menümüz:






* Kuşkonmaz çorbası



* Tavuklu volovan



* Barbunya pilaki



* Şakşuka



* Bal kabaklı sakız muhallebi

Friday, September 21, 2007

YILLAR SONRA ÖĞRENDİM Kİ

Öğrendim ki...
Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız.
Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz,
Gerisini karşı tarafa bırakırsınız.

Öğrendim ki...
Güveni geliştirmek yıllar alıyor,
Yıkmak bir dakika.

Öğrendim ki...
Hayatında nelere sahip olduğun değil
Kiminle olduğun önemli.

Öğrendim ki...
Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün
Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.

Öğrendim ki...
Kendini en iyilerle kıyaslamak değil
Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.

Örendim ki...
İnsanların başına ne geldiği değil
O durumda ne yaptıkları önemli.

Öğrendim ki...
Ne kadar küçük dilimlersen dilimle
Her işin iki yüzü var.

Öğrendim ki...
Olmak istediğim insan olabilmem
Çok vakit alıyor.

Öğrendim ki...
Karşılık vermek
Düşünmekten çok daha basit.

Öğrendim ki...
Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek
Hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.

Öğrendim ki...
‘Bittim’ dediğin andan itibaren
Pilinin bitmesine daha çok var.

Öğrendim ki...
Sen tepkilerini kontrol edemezsen
Tepkilerin hayatını kontrol eder.

Öğrendim ki...
Kahraman dediğimiz insanlar
Bir şey yapılması gerektiğinde
Yapılması gerekeni
Şartlar ne olursa olsun yapanlar.

Öğrendim ki...
Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.

Öğrendim ki...
Bazı insanlar sizi çok seviyor
Ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.

Öğrendim ki...
Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz
Bazıları hiç karşılık vermiyor.

Öğrendim ki...
Para ucuz bir başarı.

Öğrendim ki...
En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz.

Öğrendim ki...
Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları kaldırmak için elini uzatır.

Öğrendim ki...
İki insan aynı şeye bakıp
Tamamen farklı şeyler görebilir.

Öğrendim ki...
Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.

Öğrendim ki...
Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar
Daha uzun yol yürüyor.

Öğrendim ki...
Hiç tanımadığın insanlar,
İki saat içinde,
Senin hayatını değiştirir.

Öğrendim ki...
Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır.

Öğrendim ki...
Duvarda asılı diplomalar
İnsanı insan yapmaya yetmez.

Öğrendim ki...
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.

Öğrendim ki...
Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında
Çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.

Öğrendim ki...
Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez.
Gerçek aşkların da !

Öğrendim ki...
Tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok,
Ne tür deneyimler yaşadığınızla var.

Öğrendim ki...
Aile hep insanın yanında olmuyor.
Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven
Öğrenebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik değil.

Öğrendim ki...
Ne kadar yakın olursa olsunlar
En iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir.
Onları affetmek gerekir.

Öğrendim ki...
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor.
Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.

Öğrendim ki...
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın
Dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.

Öğrendim ki...
Şartlar ve olaylar,
Kim olduğumuzu etkilemiş olabilir.
Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.

Öğrendim ki...
İki kişi münakaşa ediyorsa,
Bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.
Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.

Öğrendim ki...
Her problem kendi içinde bir fırsat saklar.
Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.

Öğrendim ki...
Sevgiyi cabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.

Ataol BEHRAMOĞLU

Wednesday, September 12, 2007

YAZA DAMGASINI VURANLAR



Bu yazın benim için önemli olayları vardı, ilkler.... İşte hayatımızdaki önemli olaylar ve bazı ilkler..



***Duru'nun ilk kez saçını kestirdik. Doğumundan bu yana kestirmeye kıyamadığım lüle lüle sapsarı saçlarını malesef kestirdik. Yazın sıcağına dayanamayan kızım Alım Kuaföre koşa koşa gitti.



***Canım kuzenim Beyza'nın güzeller güzeli prensesi Frida Sibel Arndt dünyaya geldi. Daha dün gibi hatırlıyorum Beyza'yla yaşadığımız küçüklük anılarımızı. Şimdi kızlarımızın tanışacağı günü iple çekiyorum.










***Kuzen çok olunca bebek de çok bizde. Kuzenim Bahar'ın oğlu Deniz ile Duru ilk defa bu yaz tanıştı. Biz onların yaşındayken zaman zaman kavgalar ederken onlar çok mutlu ve çok samimi oldular oyuncakları özellikle de gazoz kapaklarını paylaşırken.








***Annem bir kişisel sergi daha açtı. Maaile oradaydık.












***İlk defa mavi tura çıktık. Bir hafta hayata sadece suda devam ettik.






***Uzun bir aradan sonra spor yine hayatımda. Bu yaz spora başladım ve çok canlıyım.

Tuesday, September 04, 2007

MUSKAT, FARKLI BİR MEKAN


Bazı mekanlar vardır, oralarda gezerken kendimi Avrupa'da bir sokakta zannederim; Beyoğlu'nun arka sokakları, Asmalı Mescit gibi. Farklı bir ruh vardır oralarda farklı bir hava. İşte bugün öyle bir mekandaydım ki, Paris'in şık pastanesi gibi biraz, Amsterdam'ın çiçekli bir cafesi gibi azıcık, İsviçre'nin kurabiye dükkanları gibi bir yer ve bu mekan İstanbul'da. Sevgili Gül Abla'nın Gül CERGEL'in Arnavutköy'deki şirin butik pastane ve cafe karması olan mekanı Muskat'tan bahsediyorum. Yaklaşık 2 sene önce açılan bu güzel yere malaesef yeni gidebildim ama ne kadar çok şey kaçırdığımı bugün anladım. Gül Abla'nın o nefis tatlarını bundan 7 yıl önce tatmaya başlamıştım ve hep hayalindeki cafe açma fikrini ondan duyardım. Bu güzel, içten gülen kadının çok başarılı bir iş kadını olacağını tahmin etmemek mümkün değildi. Güzelliğini, gülücüklerini, kibarlığını ve mütevaziliğini tatlılarına ve mekanına da katınca ortaya bir yer çıkmış ki; isterseniz yol üstünden geçerken uğrayıp sabah çöreklerinizi alabilir, isterseniz beş çayının yanına beyaz çikolatalı frambuazlı pastanızı paket yaptırabilir ya da küçücük mekanda bir türk kahvesi eşliğinde browninizi atıştırabilirsiniz. Bebek doğum şekerleri, renkli kurabiyeler Gül Abla'nın kendi yarattığı aksesuar koleksiyonundan seçeceğiniz kutucuklara konuyor ve siz bu mağazadan cıvıl cıvıl çıkıyorsunuz.



El yapımı çörek, kurabiye, pastadan hoşlanıyor ya da misafirlerinize enfes bir beş çayı ziyafeti çekmek istiyorsanız, anneler günü ya da çocuğunuzun özel gününde ona özel kurabiyeler vermek istiyorsanız ya da Gül Abla gibi sıcak ve içten, Ali Bey gibi beyefendi insanların olduğu mekanda gazetenizi okuyup çayınızı içmek istiyorsanız Arnavutköy 1.caddede 63/A nolu adreste bulunan Muskat'a mutlaka uğrayın derim.


Tel: 0212.287.59.43

Monday, September 03, 2007

İTALYAN SİRKİ



Çocuğunuz olunca bazı şeyleri siz de onunla ilk defa yaşıyorsunuz. Sirk izlemek gibi. Ben hiç hayatımda sirke gitmedim bu yaşıma kadar, götürmeyi düşünen de pek olmadı galiba. Anne babam öyle çok heyecanlı gösterilere ilgi duymadıkları için herhalde. Benim de açıkçası pek ilgim olmasa da Duru ile yapılabilecek herşeyi yapmaya çalışıyorum boş zamanlarımda.




Kartal'da açılan ve bugünlerde kaldırılacak olan İtalyan Sirki geçen haftaki gezilerimizin bir durağı oldu. En ön sıralarda yerimizi aldık ve heyecan dolu gösteriler başladı. Vals yapan atlardan tutun da, motosiklet gösterilerine, akrobatik hareketlerden kaplanlı, aslanlı şovlara kadar herşey vardı bu sirkte. Artık klasikleşen "kadın kesme" ve "kutuya saklama" sihirbazlıklarının ne kadar göz yanılması olduğunu bilsem de Duru kadar etkiledi beni de.




En son Afrikalıların ellerinde taşıdıkları yılanı anlatmak ise mümkün değil.