Thursday, April 29, 2010

KUL KURAR KADER YIKAR


Kelimlerin yetersiz kaldığı, ne diyeceğini, nereye gideceğini, elini nereye koyamayacağını bilemediğin anlar..Yolların uzadığı 10 dakikalık yolun 10 saat olduğu, 2 saatlik yolun 2 yıl gibi geçtiği anlar. Gidip bulamayacağını bildiğin, bir daha göremeyeceğini bilip de buna başkaldırmaya çalıştığın, yakınlarına ne diyeceğinin kafanda sürekli provasını yapıp o anda kilitlendiğin anlar..ÖLÜM.


Sen nasıl birşeysin ey ölüm, bu kadar mı ezer geçersin?


Akşam hangi filme gidelim diye düşünüyordum, o arada da eşimden telefon bekliyordum. Eğitimi bitince kaçta bulaşacağız diye arayacaktı. Saat 15:00 de arayınca erken bittiğini ve buluşmamızı öne alacağımızı düşündüm. Telefonda sesi kötüydü, Volkan dedi...Volkan trafik kazası geçirmiş..Eee hangi hastanede gidelim diyecem, ona yakışan ancak tek tük kırık...Eğitimi yarıda kestim dedi, niye ki? Volkan ölmüş. Volkan, bizim Volkan, eğitim odasında dedikodularımızla kahkahalara boğulduğumuz, gençlik anılarımızı anlatıp eğlendiğimiz, kızlarımızın gösterilerini beraber alkışladığımız bizim Volkan, 37 yaşındaki Volkan....Yok ya şaka bu, kalkınca sabah kahvaltıda anlatacağım bir rüya...Volkan'ı ölmüş gördüm rüyamda hay allah... ömrü uzamış..diyeceğim kötü bir rüya olmalı bu.

Ama Bolu'ya doğru giderken yolda hiç de rüya olmadığını anladım. Kalbim sıkışıyordu, çalan telefonlar, doğru mu diye arayanlar, sessiz çığlıklar atıyordum içimden. Gerede'ye gelince iyice yaklaştık Volkan'a, dar geldi o yollar, nefret ettim Gerede'den.

Sonra Volkan önde, biz arkada döndük, Acıbadem morguna. Nasıl hikaye? Mercedesle giden Volkan ambulansla döndü.
Kul kurar kader yıkarmış, ne hayaller kuruyordu kim bilir...
Nur içinde yat arkadaşım.


Monday, April 19, 2010

NELER OLUYOR BİZE

MR, Manyetik Rezonans, açık MR, kapalı MR, MR anjiyo, doppler, renkli, renksiz, annem, Kartal Devlet Hastanesi, Pendik Devlet Hastanesi SGK, Özlem, Sadık, iç kanama, kollesterol, unutkanlık, boğazda kanama, Vicdan....

Neler oluyor bize, neler oluyor canım, neler oluyor... yine bize neler oluyor? Bilemiyorum ne oldu bu ara? Annem için kapılarda bekledim bugün, dün arkadaşım için yine bir hastane kapısındaydım. Soğuk, sıkıcı, üzücü, korkutucu, kaygılı, endişeli bekleyişler.

Nasıl bir duygudur hastalık, acil beklenmedik durumlar? Siz baharı karşılarken, yeni güzel heyecanlara kol açmış, farklı ülkelere seyahatler planlarken ne oluyor da bambaşka yerlerde bambaşka şeylere göğüs geriyorsunuz...O gün için bambaşka planlarınız, gideceğiniz yerler varken kendinizi bir hastanede beklerken buluyorsunuz.

Bilir miydi Sadık sabah evden çıkarken hastanede günün son bulacağını, annemle iki gün sonra uçacağımız ülkenin planlarını yaparken bugün MR sonucunu beklemeyi hayal eder miydik hiç? Yarın ne olacaz, nerede olacaz hangimizin garantisi var?

Ne mutlu bana ki sevdiklerimin yakınındayım, birşeyler yapabiliyorum onlar için, sadece fiziksel olsa da yanlarında olup ellerine dokunabiliyorum. Elimden geleni yapabiliyorum en azından. İnsan ne kadar ihtiyaç duyuyor paylaşıma bu günlerde. Şükrediyorum iyi ki ülkemdeyim, ne olursa olsun bir telefon kadar yakınım sevdiklerime. Biliyorum ki bu güçlerimiz birleşecek ve bahar harika geçecek, yaz gelecek herşey çok güzel olacak.

Hayat pamuk ipliği, iplik koptuğu anda gerisi boş.

Şimdi çok daha iyi anlıyorum ki, insan içinden geldiği gibi yaşamalı, kariyer, hırs, başarı hepsi boş. Sağlık gittiği anda ne oturduğunuz koltuğun, ne aldığınız madalyaların, ne terfilerin, ne evinizin eşyalarının bir anlamı var. Hepsi bu hayattaki mutluluğumuz için bir araç ama biz bazen araç yerine amaç yapıyoruz tüm bunları, o zaman da anlamı kalmıyor hiçbirinin.

Vehbi Koç ne güzel demiş hayatta sağlığınız kocaman 1 , sonra gelenler 0. mesela para 0, başarı 0, güzel ev 0, araba 0, kıyafetleriniz 0, mücevherler 0, kariyer 0.

100000000.....

Başındaki 1 giderse anlamı ne peki?

Kala kala kocaman 0000000

1 li günler bizim olsun

Thursday, April 08, 2010

ÖLENLE ÖLÜNMÜYOR DA...

Ölenle ölünmüyor da ölen çok özleniyor, hele de çok sevdiğin, canın, aklında çok güzel anılar olansa. Ölünce zaten niye ağlar insan, göremeyeceği için, özlemine nasıl dayanacağını bilemediği için. Ölen gidiyor, nasıl ne yapıyor bilmiyoruz ama burada kalana çok zor.

Bugün canım anneannemin ölümünün ikinci yılı. Onu andık onun istediği, onun bizi topladığı şekilde. Kaç kişiydik o zaman, kaç kişi kaldık şimdi....melodisi geldi aklıma. O bizi bayramlarda evinde öyle toplardı ki, 5 kız, 5 damat, 11 torun. Hepsi bir evde. Gürültü, neşe, bağırtı hepsi var ama çok mutlu bir ev. Almanyadan gelen teyzemler, İstanbul'un iki yakasında oturup zar zor görüşenler...hepimiz toplanırdık ve tadını çıkarırdık. Ne güzel günlermiş ne dolu günler.

Bu akşam toplandık, kalanlarla. Şehir dışı, yurt dışı, ölüm, hayat kavgası ve daha başka ne varsa bizi ayıran ona rağmen toplandık. O bizi gördü, duydu ve mutlu oldu, hissettim. Ama keşke yanımızda olsaydı. Duymasa da konuşmasa da varlığı yeterdi.

Çok zor be anneanne , hele bir de tam karşı apartmanımda olduğunu düşününce, çok zor. Köpek hala geziyor, bahçedeki felçli adamı hala eşi hava almaya çıkarıyor. Mustafa ekmek dağıtıyor ve işe devam. Ama sen yoksun. Keşke dizinin dibinde oturabilsek yine. Seni çok özlüyorum.

Saturday, April 03, 2010

PES DOĞRUSU

İşin ne olduğu önemli olmadan, işini severek yapan kişi hakikaten belli oluyor. İstediğiniz okulu okuyun, üstüne yüksek ihtisas yapın, ne kadar deneyiminiz olursa olsun eğer sevmiyorsanız o işi üstünüze birkaç beden fazla geliyor. Mesleğim gereği çok sayıda kuruma ve o kurumların her kademesindeki çalışanlara eğitim verirken hep şunu gördüm, işi iş yapan kişinin kattığı değer. Kimisi sattığı bir kaleme bile öyle önem veriyor ya da kalemi alacak kişiyi öyle değerli görüyor ki sanırsınız apartmanlar hanlar için konuşuyor. Kimisi de çok yüksek meblağlar için satış yapıyor ama kafanızı kırmaya ramak kalıyor.


Kişi eğer yaptığı işi severse bu onun yüzüne, konuşmasına, ruhuna yansıyor. İşte bizim apartman görevlimiz Nihat gibi. O geldiğinden beri apartman çiçek bahçesi oldu, herşey düzene girdi. Üstelik herşeyi yazılı yapıyor Nihat. Yangın merdiveni her hafta çarşamba günü mü temizlenecek, sizin unutup oraya çamaşır filan asmanıza fırsat vermeden salı akşamından renkli yapışkanlı kağıtlarını yazıp asıyor her katta en görünen yere. Sizi adeta yönetiyor, yanlışlığa hataya izin vermeden. Çünkü işin sorumluluğunu üstüne tamamen almış, olacaklara karşı her türlü tedbirini alıyor gerisi allah kerim.

Son olarak geçen hafta yaptığı bir davranış bana hakikaten "pes" dedirtti. Malum geçen cumartesi gecesi saatler 1 saat ileri alındı ve pazar sabahı biz kızımla kalktık Bebek Parkına kahvaltıya gitmek üzere evden çıktık. Öğlene de dönüp arkadaşlarımızla buluşacağımızdan saat bizim için çok önemliydi. Asansöre binip düğmeye basacakken yine Nihat'ın pusulasıyla karşılaştık. Fotoğraftaki pusula. Saati tamamen unutmuştum ve eğer o yazı olmasaydı gün içindeki tüm randevular karışacaktı.

Bunun yetkiyle, iş tanımıyla alakası var mı sizce? Biri ona işe girerken "senede iki defa saatler değiştiğinde asansöre yazılı olarak asacaksın" mı dedi acaba? Bu tamamen onun kişisel değerleri ve işine verdiği önem ile ilgili.

Apartmanın önünden kesinlikle ayrılmaması konusunda bir sorumluluğu var ama, o bunu nasıl kullanıyor? Girişte kendine yaptığı köşede maket yapıyor, son olarak da bizim apartmanın maketi. Kullandığı malzemeler karton, gazete kağıdı, süt kutuları, çikolata kağıtları, artık kumaşlar, ağaç dalları...Maketlerin içine ışık koyuyor ve gece lambaları yapıyor. Maketler bu arada benim diyecek mimarların hazırladığı site maketlerine beş basar. Bu maketleri, gece lambalarını herkes o kadar beğeniyor ki satıp para bile kazanıyor. Sorumluluğunu yerine getiriyor mu, fazlasıyla...Öyle ona rapor vermeden bizim kata çıkamazsınız. Boş vaktini değerlendiriyor mu , fazlasıyla.



Ben daha ne deyim?

Friday, April 02, 2010

HAMURDAN GÜNLER

Bazı günler olur hani herşeyin üst üste geldiği. Bir yandan "allah beterinden korusun" dersiniz diğer yandan "niye hep beni buluyor" diyen iç sesinizi susturamazsınız. İşte o günler vardı benim taraflarda bu ara. Halbuki doğum günümdü bu hafta başı. Ama ne doğum günü, dudak yarık, ağızda aft, boğazlar şiş, öksürük krizleri. Evde yatmak güzel de hasta olunca değil. Huzursuz, kırık, yorgun...Ne izlediğinizin, ne okuduğunuzun, ne yaptığınızın, ne konuştuğunuzun tadına varırsınız.

Böyle zamanlarda hep iyileşince yapacaklarımı düşünürüm ve daha çabuk toparlanmaya çalışırım. Bu defa hastalandığımda aklıma hep yemek geldi, hamur işi olan yemekler ama. Özellikle de patlıcanlı kiş düşündüm durdum hep, neden bilinmez. Bugün kendimi dört günün sonunda iyi hissettim ve koştum hemen mutfağa. Bu mevsim patlıcanlara güven olmadığından hazır közlenmiş patlıcan kullandım bir kavanoz. Kiş hamurunu yapmak son derece kolay: 2 su bardağı un, 1 su bardağı erimiş margarin, 1 kabartma tozu ve bir fincan sütü bir çimdik tuz ile iyice yoğurup yumuşak bir hamur yapıyorsunuz ve yarım saat kadar buzdolabında bekletiyorsunuz. O beklerken harcı için, 1 çorba kaşığı tereyağ eritip 1 çorba kaşığı un ile kavurup üzerine 1,5 çay bardağı süt ekleyip kaynayana kadar pişiriyorsunuz ve son olarak içine 1 küçük kavanoz patlıcan közünü döküp 5 dakika kadar daha pişiriyorsunuz ve soğumaya bırakıyorsunuz. Dolaptaki hamuru çıkarıp yuvarlak bir kaba altını yağlayarak ortası çukur kenarları yüksek kalacak şekilde yayıyorsunuz. Hamurun kabarmaması için çatalla birkaç yerinden deliyorsunuz. Sonra soğumuş harcı hamurun üzerine döküp, kaşar rendesi ekleyip hamur kızaran kadar pişiriyorsunuz. Bu kadar basit. Patlıcan yerine, ıspanak, pırasa da güzel oluyor. Bununla kalmadım tabi, hamur işi günüydü bugün dedim ya. Akşam değişik birşeyler yemek isteyen Duru için AÇAÇ yaptım. Aylin'de kahvaltıda yediğimiz açaç çok pratik ama biraz tehlikeli, durduramayabilirsiniz kendinizi. Sade yapın peynir ya da reçelle yiyin, içi peynirli yapın çayla yiyin harika bir tat. Un, yoğurt ve karbonat. Tüm malzeme bu. 3 çorba kaşığı koyduğum yoğurt ve 1 su bardağı una 1 tatlı kaşığı karbonat ekledim ve yumuşak bir hamur yaptım, hamur sert olursa yoğurtla açabilirsiniz kıvamını, merdane ile 2 cm kadar açıp kalıplarla kesip kızgın yağda kızartıyorsunuz. Siz isterseniz içine peynir koyabilirsiniz biz sade yapıp yanında kahvaltılıkla yedik. Hamurdan günlerin ardından sporu ihmal etmemek gerek tabi.....