Saturday, December 31, 2005

GÜLE GÜLE 2005


Son dakikalarını yaşadığımız 2005 yılına elveda derken, 2006 yılının tüm dünyaya barış, mutluluk, sağlık, güzellik getirmesini diliyorum.

Friday, December 30, 2005

SON İŞ GÜNÜ


2005 in son işgününde hep beraber kahvaltı yapalım dedik şirkette. Birgün öncesinden alışverişler yapıldı, peynirler, zeytinler alındı. Bora sabahın erken saatinde tazecik simitlerimizi getirdi, bense hayatımda ilk defa 6 tane ekmeği bir kerede aldım. Gerçekten kalabalık ailelerin işi epey zormuş hani. Harika bir sofra hazırlandı hep beraber oturduk, dilekler tutuldu, espriler yapıldı. Yılın sondan birinci gününü keyifli bir kahvaltı ile renkli hale getirdik. Çay, simit ve peynir ise sıcacık sohbetin incileriydi.

Thursday, December 29, 2005

ÇARŞI PAZAR


En çok gezmeyi sevdiğim yerler çarşı pazardır benim. Yakın çevrem bilir, pazar denince ilk akla gelen kişinin ben olduğunu. Hatta öyle ki, pazarcıları yakınen tanırım. Hangi pazarcı hangi gün hangi semt pazarında ve tezgahı hangi noktada. Bir ara abartıp cep telefonlarını almıştım. Çarşamba günü Bostancı pazarından aldığım eşofmanı Perşembe günü Erenköy pazarında değiştirmem gerekirse nereden bulacağım tezgahı. Ya da olmadı cumartesi Kozyatağı pazarına gelirse belki oradaki arkadaşlarımı göndereceğim aynı kişiye...Değil mi ama? Semt semt, gün gün bilirim nerede ne var. Balıkçı çarşıları, zerzevat çarşıları da favorilerim arasındadır. Bayılırım yiyecek seçmeye, taze maydanoz, balık, kahvaltılık..... Kadıköy balıkçılar çarşısı ise gezmeye doyamadığım yerdir. Oradaki canlılığı, renkliliği, yaşam sevincini doya doya yaşarım. Kahvaltılık dedim mi doğru Ecevitlere giderim. Oradaki peynir, kaymak, taze yumurtanın tadını daha hiçbir yerde bulamadım. Balıkçı dedim mi Dicle ya da Şen'e uğramak lazım. Şen Balığın önünde yıllardır tüm sevimliliğiyle duran Rodi ise çarşıdan geçenlerin gözbebeğidir. Kendisi ana haber bültenine bile çıkmıştır, ünlüdür yani. Yüz vermeden geçerseniz sizi biraz fırçalar yanlız benden söylemesi.
Aktarlar, manavlar, sakatatçılar, yöresel yemek yapan yerler, gözlemeciler, türkü barlar...ne ararsanız bulabileceğiniz başka güzel bir yer var mıdır acaba?

Wednesday, December 28, 2005

ELİZ DORA ECZANESİ

Bugün bir eczane ziyareti yaptım. Yanlış okumuyorsunuz, bugün işten biraz erken çıkıp yılbaşı alışverişi yapmak için Anadolu yakasından Avrupa'ya geçtim. Hazır geçmişken de arkadaşım Nevra'nın 1.Levent'deki çiçeği burnunda eczanesi Eliz Dora'ya uğradım. Eliz Dora, Nevra'nın dünya şekeri kızının adı. Eliz Dora, Duru'nun da okul arkadaşı. Cumartesi günleri beraber Kindyroo'ya gidiyorlar. Annesi Nevra ise benim üniversiteden çok sevdiğim arkadaşım Selva'nın kardeşi. Kardeş dediğime bakmayın siz Nevra aslında benden bir yaş küçük. Biz İktisat Fakültesinde okurken o da Eczacılık'da okuyordu. Bölümlerimiz de mekan olarak çok yakın olduğu için ve genelde biz kızlar hep biraraya gelip eğlenmeyi sevdiğimiz için Nevra da bir kardeş değil de hep bir arkadaş olmuştur bize. Şimdi ise daha fazla şey paylaşıyoruz kendisiyle; kızlarımızın da bunda payı büyük tabi. Ne de olsa aralarında sadece 2 ay var.
Bugün Nevra'nın eczanesine gidince arkadaşımla gurur duydum. Tek başına, dişiyle tırnağıyla çalışarak bir eczane açmış ki, Avrupa'dakilere taş çıkartır. Gerek dekorasyonu gerek sadeliği ve gerekse düzeniyle pek güzel olmuş. Zaten tatlı dili, güleryüzü herşeye bedel. Bir ara aklıma , üniversite yıllarında onların evinde gecelediğimiz zamanlar geldi. Hey gidi yılar dedim. Nerden nereye geldik. Fıkır fıkır, şen şakrak, deli dolu genç kızlardık, nereye gitsek, nerede yesekdi o zaman dertlerimiz. Şimdi ise kızlarımız, evimiz, işimiz, hayat koşturması konularımız. Ama yine çok keyifli yine dolu dolu.

Nevra'nın eczanesi Zincirlikuyu' dan Etiler'e giderken 1. Levent'de hemen sağda. (Aytar cad no24/3
1. Levent). Yolunuz düşerse, ihtiyacınız olursa, ya da güleryüz görmek isterseniz uğrayın benden de selam söyleyin. Görün bakalım 2006 yılının modern eczanesi nasıl olurmuş.

Sunday, December 25, 2005

ARKADAŞ


Haftasonları genelde alışveriş, Duru'nun kindyroo su ve arkadaşlarımızla görüşmelerle geçer bizde. Cumartesi öğleden sonraları kendimizi sokağa atarız ve pazar akşamına kadar tüm enerjimizi tüketiriz. Alışveriş merkezleri, parklar, cafeler, restoranlar, arkadaşlarımızın evleri ya da bizim evimiz genelde vakit geçirdiğimiz yerlerdir. Bu pazar da geleneği bozmayıp sabahtan alışverişimizi yapıp, Duru'yu eğlence merkezine götürdük. Orada Duru Hanım kendini kaybediyor. Arabaların birinden inip, birine biniyor. Tabi eve gelmesi zor oluyor ama çok yorulduğu için de bir güzel saatlerce uyku çekiyor. Öğleden sonra arkadaşlarımızın evindeydik. Geçen hafta bahsettiğim Naci ve Ayşe ile bu hafta tekrar buluşup bu kez Nur ve Hüseyin'lerdeydik. Aynı Ayşe gibi Nur da Erkan ve benim ortak arkadaşımız. Çok şey paylaştık onunla da. Evlendi evlenecek derken şimdi harika bir de kızları var: RÜYA. 3 aylık kendileri ve tam bir cimcime. Tabi yaş olarak en küçük Duru ve Rüya idi. Ama bizim kocaman beyler daha bir çocuktu. Erkan'ın sürekli kızlarla uğraşıp, vır vır etmesi, Naci'nin bir türlü uğraşmaktan sıkılmadığı eşi Ayşe ile didişmesi, Nur'un ise sürekli Erkan'ın laflarına cevap yetiştirmeye çalışması gerçekten bana vaktin nasıl geçtiğini hissettirmedi. Ama şurası bir gerçek ki, arkadaşlığımız her geçen gün büyüdü, genişledi. Şimdi kızlarımız da katıldı bize. Gerçek dostlarımız onlar bizim. İsterse yıllar geçsin yüzyüze görüşmeden, karşılaştığımız anda biliyorum ki, herşey kaldığı yerden devam eder. Dostluk da bu değil midir zaten?
"Bir kıvılcım düşer önce.. Büyür yavaş yavaş.. Bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş...Dolduramaz boşluğunu ne ana ne kardaş... Bu en güzel , bu en sıcak duygudur arkadaş.."

Saturday, December 24, 2005

DEĞİŞİK BİR TAT





Oldum olası yememişimdir. Hep görünce kaçmışımdır. Çok da faydalı olduğunu bildiğim halde bir türlü ısınamamışımdır... PIRASA. Hayatımın kabusu. Ama artık bir anneyim ve sebzelerin hepsini ben sevmesem bile Duru'ya yedirmem lazım. Bir formülü olmalıydı pırasayı sevmemin. Duru ve Erkan bu tadı ben sevmesem bile bilmeli. Allahtan çevrem geniş ve hemen hemen herkes pek marifetli. Nazan, annemin kuzeninin eşi, bu marifetli kişilerden biri. Geçen onlara gittiğimizde bize bir pırasalı börek yapmıştı tadı damağımda kalmıştı. Tarifini almıştım neyse ki. Bugün bizimkilere güzel bir börek ziyafeti çekmenin zamanıydı. Hemen pırasamı, havucumu yıkadım. Bir güzel havucu rendeledim, pırasayı rondoda incecik kıydım.Tavuğumu haşladım, parça parça didikledim. Önce havucu biraz yağ ile tavada öldürdüm. havuç daha geç piştiğinden önce koymanızı tavsiye ederim. Daha sonra rondodan geçirilmiş pırasaları ekledim.
Bir güzel renkleri dönene kadar pişirdim. Biraz tuz ve pırasanın tadını biraz değiştirsin diye bir tatlı kaşığı tozşeker ekledim. Haşladığım ve didiklediğim tavuğu da katıp iyice karıştırdım. Bir yufkayı açıp , karışımın üçte birini yufkanın üstüne serip, rulo halinde sardım. Diğer kalan iki yufkayı da aynı işlemlerden geçirip yağlanmış yuvarlak tepsiye içeriden dışarıya doğru gül şeklinde sararak koydum. 1 çaybardağı süt. 1 çay bardağı zeytinyağ ve 2 yumurta karışımını böreğin üstüne döküp fırında bir güel pişirdim. Çıtır çıtır böreğim hazırdı. Çocuklar için çok besleyici ve çok lezzetli. Sizin evde de pırasa biraz üvey evlat ise bu böreği tavsiye ederim. Erkan ancak akşam böreğin son dilimini yerken pırasalı olduğunu anladı. Tabi yukarıdaki taze sebzeler, börek haline gelene kadar ne aşamalardan geçti buyrun görün. Haaa malzemelerin ölçüsü tamamen uydurma. Benim elimde 3 tane havuç, 3 sap da pırasa vardı. Bir de kemiksiz tavuk göğsü aldım. Hepsi bu. Tabi 3 tane de yufka.

Friday, December 23, 2005

DOSTLUK

BİR DOST ARIYORUM
Uzattığım elimi tutacak
Ağladığımda gözyaşımı silecek
Bir dost arıyorum...
Yüreğimin sesine kulak verecek
Yaşam kavgasında bana omuz verecek
Uzattığım elimi geri itmeyecek
Bir dost arıyorum
Sevincimde benimle gülebilecek
Umutların bitmediğini anımsatacak
Yüreğinde sevgisi eksilmeyecek
Bir dost arıyorum
Karşılıksız katıksız sevebilecek
Var mıdır bildiğin bir yerlerde
İster yakın olsun ister uzak ellerde
Umut bir dost arıyor
İster Çin'de olsun ister Flipinler'de...
Umut GÜL

Çok dostum var çevremde. Seviyorum dostlukları, yaş, cinsiyet, kültür farkı gözetmeden. Seviyorum arkadaşlıkları, paylaşmayı. Onlarla sık görüşmek değil illaki amacım, görüştüğüm zamanı kaliteli geçirmek. İşte annemin kuzenleri ile olan bir akraba günümüz...Dostluklar yaşandı, acılar paylaşıldı, sevinçler katlandı. Çoluk çocuk, genç yaşlı, herkesin paylaştıkları vardı. Güzel bir gündü.

Monday, December 19, 2005

İSTANBUL MODERN SANAT MÜZESİ




Pazar günü çok keyifli bir gün geçirdik. Erkan ile ortak arkadaşlarımız Ayşe ve eşi Naci ile olup da zaten keyifsiz bir an bile düşünemiyorum. Bu kadar mı tatlı bu kadar mı neşeli bu kadar mı dolu dolu olabilir insan. İkisi de birbirinden değerli bizim için. Şimdi aramıza katılan Duru için de öyle olduğunu düşünüyorum. Çünkü en sevgili oyuncağı NooNoo yu Naci'ye vermekten hiç çekinmedi. Başta sakallarından biraz korktu ama sonra alıştı. Ayşe ile zaten baştan kaynaştı. Açe Açe demesini bir duysanız sanki kırk yıllık dostlar.
Ayşe ve Naci'yi önce Beşiktaş'ta evlerinden alıp doğru İstanbul Modern Sanat'a gittik. Malesef bir türlü vakit bulamamıştık bu güzel kurumu gezmeye.
İstanbul Modern Sanat Müzesi, sergi ve etkinlikleriyle geniş halk kitlelerinin modern ve çağdaş sanat ile tanışmasını sağlıyor gerçekten de. Türkiye ve tabi İstanbul için inanılmaz bir eser. Kendimi sanki Avrupa'da bir müzede, bir sergide geziyor hissi verdi bana. Hatta oradakilerden daha güzel buldum diyebilirim. Beni en çok etkileyen bölüm "çekim merkezi" sergisi oldu. Tavandan tellerle kitapları asmışlar. O kadar değişik bir görüntü olmuş ki. Bunun gibi bir sürü orijinal fikirler sergileniyor burada. Duru'yu en etkileyen şey ise cam fanusun içine konmuş üç tane top oldu.
Aaa doh!doh! deyip durdu. Bu arada müzenin bir cafesi var ki gitmeye değer. Denize sıfır oturup Sarayburnu senin , Topkapı Sarayı benim kahvenizi yudumluyorsunuz.
Bir pazar gününüzü ayırın ve İstanbul Modern' e gidin derim.

Saturday, December 17, 2005

DURU DURU BULUTLAR DORUKLARDA




Cumartesi bugün ve Duru'nun gezme günü. Anne kız kafamıza göre takıldığımız gün bugün. Sabahtan Kindyroo daha sonra Selva ve kızı Beyza, Selva'nın kardeşi Nevra ve onun kızı Eliz Dora ile buluşma ve en sonunda da Eltoş Burcu larla Köyüm Pide' de yenen harika pideler. Burcu ve ben beğendili pide yedik. Patlıcan közleme ve kavurma vardı üzerinde, harika bir tat olmuş. Yani Türk Mutfağının üzerine tanımıyorum ben. Bu kadar çok çeşit ve bu kadar şahane tatları hiçbir yerde bulamadım bugüne kadar. Burcularla daha sonra bize maç izleme umuduyla geldik daha doğrusu Erkan ve Ergun geldilerrrrrr. Sonuç hüsran; geç kalmışız satın almakta. Bu işten en karlı çıkanlar tabi bayanlar ve çocuklar oldu. Biz iki arada bir derede dedikodu yaparken Bulut ve Duru da oyuncaklara dalıp pek eğlendiler. Ama benim cadı kızım "Memmm memmm" diyerek tüm oyuncakların kendisine ait olduğunu elli kere Bulut' a hatırlattı ama allahtan Bulut onu pek takmadı. Bulut Burcunun ikinci oğlu. İlki Doruk ve o artık bir abi. Bakmayın daha ikiye gidiyor ama gerçekten o kadar çok bebek doğdu ki ondan sonra... kaç tane çocuğun abisi şimdi. Bulut ile Duru'nun arasında 4 ay var ve bugün gördüm ki iki kardeş gibiler. Onları görünce insan yaşama sevinci doluyor o kadar masum, o kadar güzel, o kadar doğallar ki. Hep böyle kalsalar keşke hiç büyümeseler dedim bu akşam onlara bakarken. Hep böyle kalsalar, hep böyle doğal hep böyle cana yakın..

Wednesday, December 14, 2005

SAĞLIKLI BESLENME


Reçel, turşu, yoğurttan sonra artık ekmeği de evde yaparak sağlıklı beslenmeye bir katkı daha. Evet artık ekmeğimizi de evde yapıyorum. Aylar önce bir hevesle satın alıp kullanamadığım için geri verdiğim ekmek makinesinin aslında ne kadar kolay kullanımlı ve faydalı olduğunu İzmir seyahatimde kuzenim Bahar sayesinde öğrendim. İstanbul'a döner dönmez de soluğu makineyi satan markette aldım. Marketten makineyle beraber evde ekmek yapımı için özel hazırlanan undan da aldım.(Bu kez 7 tahıllı ve çavdarlı olanı aldım, bitince diğer çeşitlerini de deneyeceğim.)
Eve gelir gelmez hemen ekmeği yapmaya koyuldum. Tabi öyle çok zor birşey sanmayın. Önce ölçülü suyu, sonra unu ve en son da mayayı koyuyorsunuz makineye. İstediğiniz seçimleri yapıyorsunuz menüden; ben normal ve açık renk tercihini yaptım. Sonra da başlat düğmesine basıyorsunuz ve hepsi bu. Üç saat sonra ekmeğiniz hazır. Dilerseniz akşamdan malzemeyi koyup, ayarlarını yapıyorsunuz ve sabaha sıcak ekmek olarak hazır. Zeytinli, cevizli, kuru domatesli.... ya da yaratıcılığına bağlı her çeşit ekmek yapmak mümkün. Çok da ekonomik, yaptığımız ekmeği hiç bayatlamadan 4 gün yedik. Kişi sayısına ya da iştah durumuna göre bu rakam artıp azalabilir tabi. Biz bu kadar çabuk tüketeceğimizi hiç düşünmemiştik doğrusu.

Sunday, December 11, 2005

ŞİMDİ OKULLU OLDUK




Başlığa bakıp da aldanmayın o kadar da okullu olmadık.Bizim küçük hanım bu hafta sonu okula başladı yani okul demek doğru değil aslında Kindyroo' ya başladı ama çok artistik geliyor bana bunu demek. Efendim haftada bir kez sadece 45 dakika gidilen bir yer burası. Şimdi aklınıza oyun grubu gelecek ama değil. Açıkçası kızımı bir yandan artık şu moda olan oyun gruplarına başlatmak istemekle beraber ne yalan söyleyim biraz da çekiniyordum. Birincisi öyle sadece çocuklarla oyun oynamaksa amaç, zaten Duru'yu her zaman ben parka, çocuklu mekanlara götürüyorum, ikincisi öyle onlar oynarken annelerin bir araya gelip de mıç mıç konuşmaları da çok kulağıma hoş gelmiyor..Kindyroo'nun iki ay önce broşürünü görünce çok istemiştim Duru'yu götürmek ama fırsat bu hafta sonu geçti elimize ve anne baba kız üçümüz gittik. Gerçekten de umduğumdan güzel bir mekan ve en güzeli 45 dakika boyunca çocuklar anneleriyle birlikte aktivitelere katılıyorlar. Bu aktivitelerin içinde neler yok ki, atlama, zıplama, kayma, çarşaf kaldırma, eşyayı bulma ve daha bir sürü aktivite. Kindyroo bir anaokulu,kreş veya jimnastik salonu değil. Yaş durumuna göre oluşturulan küçük gruplar haftada bir gün 45 dakikalık sürelerde uygulamalı olarak hizmet alıyorlar. Gelecekteki eğitim ve öğretim döneminde gerekli olacak kapasiteyi arttırabilmek için hazırlanmış programlar, entegrasyonu geliştirecek şekilde dizayn edilmiş özel ekipmanlar ile uzman eğitmenlerce uygulanıyor. Avustralya'da doğarak dünyaya hızla yayılan ve 90'ı aşkın merkezde faaliyet gösteren Toddler Kindy Gynbaroo Pty.'ye ait 0-5 yaş arası erken çocukluk döneminde, fiziksel ve beyin gelişim potansiyelini arttıran ve en üst seviyede tutulmasını sağlayan International Neuro-Education Programını ülkemize uyarlamışlar. Bence çok da güzel olmuş.
Gelelim bizimkine; önce 45 dakika boyunca çorapsız, yalın ayak olmak çok hoşuna gitti. Çünkü programda çorap giymek yok. Aletleri görünce çıldırdı hele bir de müzik çalınca hiç dayanamadı. Yalnız herkesin ayakkabılarını bir torbaya koyup sonra da herkesin kendi eşyasını bulup seçme oyununda Duru bütün ayakkabıları "benimmm" diyerek sahiplenince epey şaşırdım.
Duru'yu böyle yaşıtlarıyla oynarken ve eğitmenlerin kontrolünde görünce çok duygulandım;kızım bayağı büyümüş demek ki. Ben kendimi şanslı görüyorum aslında imkanlarım da elverdiği için şansın yanında tercih de denebilir. Çünkü Durunun herşeyini onunla paylaşma şansım oldu. İlk yürümesi, ilk mama sandalyesine oturması, ilk dişi...Bunların hepsini ilk ben yaşadım onunla. Şimdi de sabah erkenden kalkıp anne-kız kahvaltı etmemiz(saat sabahın 7 sinde ve hafta içi hafta sonu fark etmiyor düşünebiliyor musunuz?), güne onunla uyanmak, anne-kız banyo keyfimiz, babamız iş için şehir dışında olduğunda akşam dışarı kaçamaklarımız ve klasik Durunun oyun parklarında vakit geçirmesi, beraber tatillerimiz. Şimdiden çok şey paylaşıyorum kızımla. Zor olmuyor mu, bazen çok bunaldığım da oluyor ama onun içten bir sarılması herşeyi unutturuyor. "Çocuk da yaparım, kariyer de." Benimki bu mu bilemem çünkü işten çok fedakarlık ettiğim oluyor kızım için ama imkanlar elverdiği ve ben bunu seçtiğim için. En azından birkaç yıl daha.
Şimdilik cumartesi günleri 10:50 - 11:30 arası Kindyroo'dayız bizi izleyin.

Tuesday, December 06, 2005

KOLONYA


Bu başlığı görünce insanın aklına neler gelir: bayram, hastane ziyareti, serinlik ihtiyacı, bayılma durumu, koku giderme...
Ama eminim aklınıza çocuğunuzun kafasına dikip içeceği gelmez.Benim de aklıma gelmemişti hele de kapağı sıkı sıkı kapalıysa. Ama geçen hafta benim haşarı kızım, yanıbaşımda ben telefonla konuşurken kafaya dikti kolonyayı. Ben fark ettiğimde çoktan çeyreğini içmişti. Heyecandan ve korkudan elim ayağıma dolandı. Kızımın gözleri fırlasa ve bir garip tat hissetse de elinden aldığım şişe için bağırıp tekrar içmek istiyordu. Bense o anda, onun yaşadıklarını ve ne gibi acılar çekeceğini anlamak için kafaya diktim şişeyi. Evet yanlış anlamadınız ben de içtim. Ama ben onun gibi çok da mutlu olmadım mideme kadar acıyı hissettim. Ama o hala içmek istiyordu. Hemen doktorumuzu aradık o da bize önce kolonyanın markasını sordu ve yukarıda gördüğünüz marka olduğunu duyunca önce bir rahatladı. Çünkü markasız, sokakta satılan kolonyaların binbir çeşit zararları varmış. Daha sonra da bizi "Alo Zehirlenme" hattına yönlendirdi. Gerçekten bugüne kadar böyle bir hattın ve hizmetin var olduğunu bilmiyordum. 24 saat uzman kişiler destek veriyor, 0800 314 79 00. Ne yapacağınızdan tutun da, sizi rahatlatmaya kadar her türlü destekleri mükemmel. Onların da ilk sorduğu soru " kolonya ne markaydı?".. Siz siz olun markasız kolonya almayın hele de küçük çocuğunuz varsa. Sonuç mu ne oldu? Ben sabaha kadar baygın uyudum kızım ise cin cin oturdu tık demedi..

Monday, December 05, 2005

İZMİR III

İşte İzmir'de son günümüz. Pazartesi oldu ve Alp ile Bahar işe gitti. Ne güzel yine pırıl pırıl güneşli bir hava. Teyzem, Duru ve ben sabahtan çıkıp Karşıyaka turu yaptık. Kız kıza gezdik; uzun zamandır büyük teyzemle de bu kadar vakit geçirmemiştik. Teyze demek ana yarısı demek. Zaman zaman da bahsettiğim gibi benim dört teyzm var. Hepsi de dünya tatlısı. Yüksel Teyze'min İzmir' de olması da bizim için çok iyi oldu.. İzmir demek, yemek demek oldu bu sefer. Bu son günümüzde de kuralı bozmayalım dedik ve yine soluğu İzmir'in güzel kafelerinde aldık. Biz pastalarımızı yiyip karamelli cafe lattelerimizi içerken Duru da oyun parkında doyasıya oynadı. Eh İzmir' e gelip kumru yemeden dönmek olmaz. Kumru İzmir ve Çeşme'nin meşhur sandviçi. İçine salam, sosis, sucuk, domates, kaşar koyuluyor ve özel sandviç ekmeğinde sunuluyor. Duru uyurken ben de Bostanlı sahilinde Kumrucu Şevki' den kumrularımızı aldım; teyze-yeğen balkon da hem kumrularımızı yedik hem de kumrular gibi dedikodu yaptık. Arkasından da kahvelerimizi içiyorduk ki Duru uyandı ve dönüş maceralarına doğru biz yola koyulduk.

Sunday, December 04, 2005

İZMİR II

İzmir' e gelince Venedik Pizza' ya uğrayıp da pizza yemeden dönmem. Benim bildiğim Alsancak Venedik Pizza'nın ikinci şubesi Bostanlı' da Bahar'ların evinin köşesinde açılmış. Akşam hep beraber harika bir yemek yedik, tabi Bahar'la ortak arkadaşımız Nazlı'nın da İzmir'de olması ve bize katılması bir başka süpriz oldu benim için. Nazlı iş için Antalya' ya yerleştiğinden beri öyle pek sık görüşemez olmuştuk. Venedik Pizza gerçekten adından da belli olduğu gibi Venedik'teki gibi pizzalar yapıyor, bir de canlı müzikleri vardı cumartesi akşamı. Çok güzel çok keyifli bir akşam oldu. Ardından yediğimiz kuplar daha doğrusu onların yiyip de benim Durunun peşinden İzmir caddelerinde koşturmak zorunda kaldığım anlar ise unutulmayacaklar listesine eklendi bile...

Saturday, December 03, 2005

İZMİR I

İşte güne başladık... İzmir çok sıcak. İzmir çok güzel. İzmir canlı, cıvıl cıvıl. Evet maceralı bir uçak yolculuğundan sonra, güzel bir güne başladık Duru ile.... Kuzenim Bahar ve Alp bizi harika evlerinde ağırlıyorlar ve bu sabah 7 de kalkıp biz onları uykularından alıkoyduk... Saat 8 de Duru artık bağırmaya başlayınca onu kaptığım gibi sahile koştum... Herkes sahilde sabah cimnastiği yapıyordu; koşanlar, yürüyenler.. Biz de anne kız çocuk parkında koşturduk. Duru artık kaydıraktan tek başına kayıyor, salıncaktan kendi inebiliyor. Kuşlara ekmek verdik, deniz havası aldık. Bizimki fazla enerji buldu ki, bugünkü Alsancak gezimizde bizi biraz yordu. Öğlen yemeğinde Bostanlı' da Reci's adlı cafede oranın meşhur lavaş pizzasından yedik. Daha sonra istikamet Alsancak. Çok özlemiştim Alsancak turlarını ama malesef sevgili Duru bana hiçbiryeri gezdirmedi. Ağlandı, sızlandı. Sir Winston Cafe imdadımıza bir az olsun yetişti; biz kahvelerimizi içip pastalarımızı yerken Duru da yerlerde süründü, duvarlara çıktı, balonculara baktı...
Şimdi evdeyiz çaylarımızı içip biraz dinleniyoruz... Hava o kadar güzel ki, yazdan kalma.. Herhalde bu gece dışarıda oluruz. İzmir marşıyla geldik, geziyoruz...

Friday, December 02, 2005

YOLCULUK


Bugün uçuyoruzzzzzzzzz... Birazdan Duru ve ben İzmir'e gidiyoruz. İstanbul, seni üç günlüğüne bırakıyoruz.. Hafta sonu yokuz, bizi özleeeeeeeeee.

Wednesday, November 30, 2005

SANATSAL


Bu hafta sonu Çağan Irmak' ın yönettiği "Babam ve Oğlum" filmini izledim... Son zamanlarda izlediğim en güzel filmdi diyebilirim.... Ağlarken, güldüren, güldürürken, düşündüren harika bir filmdi... En beğendiğim sahne ise Gülbeyaz Teyze' nin, Salim Amca aracılığıyla dedeye verdiği bir hayat dersi vardı ki.... İzlemeye değer..

Nedense az önce sevgili arkadaşım Naci'nin şiirlerini okurken aşağıdaki şiir bana bu filmi anımsattı ve paylaşmak istedim;


Vasiyet

Baba mesleği kaptanlık olan Yunanlı bir kaptan tanımıştım
Andıkça Herakleitos gelir aklıma
Her seferinde geçerken
İğne deliğinden
Geçer gibi geçerdi
Küçük bir dikiş iğnesinin
Deliğini andıran İstanbul Boğazı’ndan
Hani otomobilinizle giderken
Alçakça bir köprü altından
Ya da bir tünelden
Çocuklar ip atlarken örneğin ip altından
Geçerken kafanız çarpacak
Sanır da eğilirdiniz
Sonradan kendi halinize
Dakikalarca gülerdiniz
Tam da Kızkulesi’nin önünden geçerken
İşte öyle eğerdi kafasını
Bizim kaptan
Gözlerinin dolduğunu fark ederdim
Gizlice ufaktan
Korkarak sorduğumda
Anlatmıştı bir gün hikayeyi
Kaptanların vasiyetleri
Meşhurdur ya
Bilirsiniz Baba kaptanın isteğiymiş
Bir gün ölürse
Öyle kıyıda
Kenarda falan asla
“Denizin tam ortasına bir mezar” demiş oğluna
Ve çok geçmeden
Ölmüş yaşlı kaptan
Ama ne cesedi bulunmuş
Ne de fırtınada Batan gemisi bir daha

Naci Elmalı

Monday, November 28, 2005

KÖYÜMDE ŞENLİK VAR KÖYÜMDE DÜĞÜN


İnsanın kalabalık bir ailesinin olması kadar güzel birşey yok şu dünyada... Acılar daha hafif, mutluluklar daha kuvvetli yaşanıyor bu sayede... Güzellikler daha bir canlı, daha bir güzel, üzüntüler daha hafif, daha paylaşılır oluyor... Daha bir temas oluyor, daha bir sarılma, daha öpme, daha kucaklama... Yalnız değilim diyor insan, omzuna dayanıp ağlayabilirim ya da sıkı sıkı sarılırım diyor içinden....
Bu hafta sonu bir güzellik daha yaşadık hep beraber... Daha dün gibi hatırlıyorum Gül'ün doğumunu..Elimizde büyüdü, o kaçtı biz bulduk, o ağladı biz susturduk, o yemedi biz yedirdik, o ağladı biz güldürdük ve şimdi o SEVDİ biz VERDİK..... Evet en küçük kız kuzenim GÜL bu hafta sonu nişanlandı ve son bir senedir bizim ailede bitmek bilmeyen söz, isteme, nişan, kına, düğün törenlerinin bir tanesi daha yaşandı... Önce İzmir' den gelen erkek tarafı "allahın emri peygamberin kavliyle" kızımız Gül'ü oğulları Atilla'ya istediler... Bize de "eh nasipse" demek düştü... Biz kızlar mutaktan olayı naklen takip ederken kahveler pişti, çikolatalar dağıtıldı, çaylar içildi , kekler yendi... Ertesi akşam da hep beraber Ethemefendi 36 da nişan yemeği yenildi...Anneanneler, babaanneler, teyzeler, kuzenler .... Daha da yandaki resim karesinde olmayan çokkkk kişi var ailemizden... Ama nasıl, az sayılmayız değil mi?

Friday, November 25, 2005

ÖĞRETMENİM CANIM BENİM


Bir gün gecikmeli de olsa size öğretmenler gününü kutlamamızı anlatmak istiyorum.Malumunuz dün 24 Kasım öğretmenler günüydü ve bizim ailede öğretmenden bol meslek yoktur.. Annem, teyzem, kuzenim, diğer kuzenim, annemin kuzeni, kuzenimin kocası.... böyleeee gidiyor.. Tabi ki bunların içinde en önemlisi anneminkidir çünkü annem 1 yıl boyunca benim de Sosyal Bilgiler öğretmenim olmuştur.. Annenizin aynı zamanda öğretmeniniz olduğunu düşünebiliyor musunuz? Karnınız acıkıyor evde karıştırıp öğretmenimmmm diyorsunuz ya da dersin ortasında dalıp ANNEEE diye bağırıyorsunuz. Eh bir de arkadaşlarınızın "hadi sınav sorularını çalsana" muhabbetleri... Güzel yanları olduğu gibi, sıkıcı yanları da çok tabi.
Dün biz de üç kardeş (Aslı, Mehmet ve Ben) annemizi alıp onu önce yemeğe ardından da tiyatroya götürdük.. Babam ve Erkan şehir dışında oldukları için bize katılamadılar. Profilo Alışveriş Merkezindeki cafelerden birinde güzel bir İtalyan yemeği yedikten sonra, Gencay Gürün'ün yönettiği Tepetaklak oyununu izledik...Nilgün Belgün, Metin Serezli, Şebnem Özinal ve televizyondan tanıdığımız birkaç sanatçı.... Oyun Fransızcadan çeviri olduğu için çok fazla bize uyarlanamamıştı ama ailemle beraber vakit geçirmek herşeye değerdi.

SANAL ALEM

Eltoş Burcu yine sobelemiş beni...

1.Günde ortalama kaç saat internettesiniz?
Internette en az 8 saatim geçiyor.. Gerek iş yerimde gerekse evde sürekli açık ve çok işime yarıyor.

2.Herhangi bir messenger kullanıyor musunuz?
Msn kullanıyorum. Özellikle uzaktaki sevdiklerimi buradan kolaylıkla yakalıyorum.

3.Kaç tane e-mail adresiniz var?
3 tane e-mail adresim var.

4. Sizinle bütünleşen bir nickname' iniz var mı?
Zaman zaman "banuska" yı kullanıyorum. Beni aile arasında küçükken böyle çağırıyorlarmış.

5-Internet ortamında tanışıp gerçek hayatta pekişen arkadaşlıklarınız var mı?
Şimdiye dek bu şekilde arkadaşım hiç olmadı.. Ama ben de Eltoş Burcu gibi blog camiasına girince birçok kişiyle konuşur oldum.

6-İnternetten alış veriş yapar mısınız?
Duru için oyuncak ve kozmetik alışverişimi bazen internetten yapıyorum. Market alışverişi için internetten alışverişten hiç hoşlanmıyorum çünkü kendim seçmeyi , karıştırmayı yeğliyorum.

7-Ya internet olmasaydı...?
Özellikle yurtdışındaki gelişmeleri, yenilikleri, yeni çıkan ürünleri takip etmek çok zor olurdu.. Hele hele Kanada'daki Gülsen Teyzem'i görememek çok zor olurdu..

Ben de Barış ve Aslı'yı sobeliyorum.

Sunday, November 20, 2005

BİZİM EVİN HALLERİ


Bu hafta sonu Duru'muz biraz grip olduğu için evde geçti... Cumartesi akşamı Erkan ile gittiğimiz filmi saymazsak (Uçuş Planı) dışarı çıkmadık dersem yeri.... Cumartesi günü tüm gün evde Duru ile oyun oynayarak hatta aynı oyunu defalarca tekrarlayarak geçti. Akşam için anneannemizden daha önceden Duru' ya bakma sözü almıştım.... Uzun zamandır Erkan ile sinema keyfi yapamamıştık ve yağmurlu soğuk bir cumartesi akşamı da bundan daha güzel bir plan olamazdı... Duruyu anneannesine bırakıp, her türlü talimatı ve A ve B planlarını da anlattıktan sonra yeni açılan Caddebostan AFM ye doğru yola çıktık... Kültür merkezi güzel olmasına güzel olmuş da , daha pek düzene sokamamışlar en azından bir süre burada film izlemenizi tavsiye etmem... Filmi de çok beğenmediğimizi düşünürsek galiba evde oturmak daha iyi olacaktı diye düşünmeye başlıyordum ki; aklıma bir hainlik geldi... Hainlik dediysem öyle kötü birşey değil, sadece Duruyu gece almayacaktım.... Bu gece şöyle aylardır hasret kaldığım deliksiz bir uyku hiç fena olmazdı... Bunları Erkanla sinemadan çıkıp yağmurda , çınar ağaçlarının dökülmüş yaprakları ve ışıl ışıl kafelerin arasında yaptığımız Bağdat Caddesi yürüyüşünde düşünüyordum...Cadde bana bu gece o kadar güzel, o kadar romantik geldi ki; sabaha kadar yürüyebilirdim....
****
Gerçekten de sabaha kadar deliksiz uyuduk ve gidip minik bebeğimizi aldım saat sekizde...Ev onsuz ne kadar da boş geldi, onun gelmesiyle de şenlendi... Gün boyu oyun oynadık, küvet doldurup oyuncaklarımızı yüzdürdük, etli yaprak dolması sardık, börek yaptık, kurabiye pişirdik, dvd izledik ve uyudukkkk..İşte pazar halimiz... Şimdi de sıra kestanede..

Monday, November 14, 2005

SICACIK BİR TAT


Bu soğuk kış günlerinde işte içinizi ısıtacak, sıcacık bir tarif... Bugün domates çorbası hayaliyle eve geldim ve koştum mutfağa.... Ben yazın hazırladığım domates soslarıyla yaptım çorbamı, siz salça da kullanabilirsiniz...

Malzemeler

* 3-4 su bardağı su (varsa et suyu)
* 2 çorba kaşığı zeytinyağı
* 2 çorba kaşığı un
* 3 çorba kaşığı domates salçası (domates suyu)
* 1 çay bardağı süt
tuz

Yağı, unu bir tencerede iki dakika kavurdum, domates sosunu ve sütü katıp bir dakika daha karıştırdım. Suyu ilave ettim. Tuzunu atıp un kokusu gidinceye kadar 5-10 dakika pişirdim. Eğer istediğiniz koyulukta değilse su ilave edebilirsiniz. Servis yaparken krema ile süsledim. Kızarmış ekmek ve kaşar rendesi de çok güzel olur hani...

Afiyetler olsunnn..

Thursday, November 10, 2005

10 KASIM

ATATÜRK'TEN SON MEKTUP

Siz beni hâlâ anlayamadınız,
Ve anlayamayacaksınız çağlarca da,
Hep tutturmuş "yıl 1919, Mayısın 19'u" diyorsunuz,
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övünüyorsunuz.
Mustafa Kemal'i anlamak bu değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Bırakın o altın yaprağı artık,
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler,
Siz bana neler yaptınız ondan haber verin,
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin,
Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Bana muştular getirin bir daha,
Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan;
Kuru söz değil iş istiyorum sizden anladınız mı,
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı,
Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil

Hâlâ o acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
Hâlâ oturmuş 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz,
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın,
Uluslar, fethine çıkıyor uzak dünyaların.
Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil

Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız,
Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil,
Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar,
Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.
Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü
Görüyorum ki hâlâ aynı yerdesiniz hiç ilerlememiş;
Birbirinize düşmüşsünüz halka eğilmek dururken,
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen,
Mustafa Kemal'i anlamak işitmek değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla,
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla,
Bu vatan, bu canım vatan sizden çalışmak ister,
Paydos öğünmeye, paydos avunmaya, yeter,yeter,
Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Halim Yağcıoğlu