Sunday, March 29, 2009

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM

Ne güzel yazmış Cahit Sıtkı Tarancı ve işte ben de yolun yarısını geçiyorum bugün:

OTUZ BEŞ YAŞ

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne? Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünüyorsunuz;

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar. N'eylesin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak. Taht misali o musalla tasında.

Tuesday, March 24, 2009

DEĞİRMENCİ KONAK

Yok başka eşi Safranbolu'da dersem inanın abartmış olmam. Daha önceden Safranbolu'ya gitmişliğim vardı ama gece konaklamamıştım ve Kastamonu dönüşü çok istedim bir gece de Safranbolu'da kalmayı. Arkadaşımız Levent, "sizi öyle bir konağa götüreceğim ki hayran kalacaksınız herşeyine" dediğinde, eh işte eski taş bina, organik gıdalar filan herhalde dedim içimden. Akşamın ilk saatlerinde hava biraz kararmıştı ki, Safranbolu'nun tarihi çarşısının içinden geçip yukarı doğru tırmandık ve dar arnavut kaldırımlı sokaklardan geçip Değirmenci Konağın önünde durduk, kapıda bizi konağın sahiplerinden has Safranbolu'lu Ahmet Bey karşıladı ve içeri girdiğimizde bizi karşılayan güzel ve güleryüzlü hanımlara mı yoksa tarih kokan harika restore edilmiş konağa mı baksak şaşırdık kaldık. Çölde bir vaha demişler ya kendi sitelerinde, hakikaten öyle. Servet Hanım, dünya tatlısı bayan otelin sahiplerinden. Ahmet Bey'in kayınvalidesi, Hülya Hanımın annesi, Yasemin'in de anneannesi ama anneanne dediğime bakmayın 25 liklere taş çıkartacak güzellik ve enerjiye sahip. Ahmet Bey ve Hülya Hanım İstanbul'da yaşıyorlar ama kızları Yasemin'in anneannesinin yanında okuması nedeniyle haftasonları hep Safranboludalar.

Servet Hanım ile konağın en üst katındaki geniş salonda yaptığımız ve tadı damağımda kalan sohbetten anladığım kadarıyla, bu konak 152 senelik bir rum eviymiş. Servet Hanımlar 4 yıl önce konağı satın almışlar, restore etmişler ve 2 yıl önce de otel olarak işletmeye başlamışlar. En iyi restore edilen ev yarışması kapsamında Değirmenci Konak restorasyonuyla 2007 Koruma Onur Ödülü almış.

Daha önce yaşayan ve şu anda Yunanistan'da olan konağın önceki sahiplerini de bulmuş Servet Hanımlar ve Yunanistan'da onları evlerinde ziyaret etmişler, anlata anlata bitiremiyor dostluklarını, Türkçe konuşmalarını. 15 yaşında Türkiyeden giden konağın genç kızı Fanni Teyze şimdi 77 yaşındaymış.

Konakta 7 oda var bir tane de suit oda var ki çok ama çok özel. Odaların isimleri de Servet hanımın çocuklarının ve Yunanistandaki dostlarının isimlerini taşıyor.



Servet Hanım o kadar pozitif bir insan ki, konağa girer girmez onun sıcaklığını, anaçlığını hissediyorsunuz. Akşam yemeğinde Servet Hanımın kızkardeşinin yaptığı mantıyı yerken konağın torunu Yasemin'in bize verdiği piyano resitali de mükemmeldi doğrusu. Akşam yemeği dedim ama konakta oda kahvaltı sistemi var ama biz dedim ya biraz özeldik o akşam ve ertesi sabah. Bir pazar kahvaltısı bu kadar mı güzel olur, Servet hanımın yaptığı harika reçeller, cam seralarında yetiştirdikleri domatesler, kendi ağaçlarından toplayıp kuruttukları dutlar, harika bir meyve topu.... ama sürpriz...bükme...Ahmet Bey'in annesinin içini hazırladığı ve başka bir köyde özel fırında pişen bükmenin tadına doyulmadı doğrusu. Dedim ya özeldik diye , bu da bize özeldi gerçekten.









Arasta kahvesiyle, yemenicileri, bakırcılarıyla aklımda her zaman en güzel haliyle kalan Safranbolu'da şimdi Servet Hanım ve Değirmenci Konak da var artık. Yolunuzu bir hafta sonu Safranbolu'ya çevirin, gezin tozun ve Değirmenci Konağa gidin ama benden selam söyleyin, laf aramızda konuk ağırlamakta mükemeller ama biraz içlerinin ısınması gerekiyor orada kalmak isteyenlere.

Monday, March 23, 2009

KASTAMONU

Nihayet Karadeniz Bölgesinde bir il daha görecek olmanın heyecanı ile Kastamonu'ya doğru yola çıktığımızda kültürel, sosyal, dini, doğal bakımdan bu kadar zengin bir şehir ile karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim doğrusu. Bütün bu güzellikleri yanında 7000 yıllık da tarihi bir geçmişe sahip ayrıca Kastamonu. Gitmeden önce şehir hakkında yaptığım araştırmalara, şehir içinde edindiğim kaynaklar da eklenince hayli bilgi sahibi olmuştum hakkında. Kastamonu'ya dair anlatılacak o kadar çok şey var ki, hepsini bir yazıda toplamak oldukça zor ama bir konu var ki kesinlikle ayrı bir günden ayrı bir başlık. O da yemekleri...Etli ekmek, tirit, banduma, çorbaları ve daha neler neler...Hepsi ayrı bir tat, ayrı bir konu. Başka bir yazımda bunları çok daha detaylı paylaşacağım kesinlikle.

Bizim gezimizin ilk durağı Ilgaz Milli Parkı oldu. Ülkemizin en güzel doğal parklarından biri olan Ilgaz'a tırmanmaya başladığımızda başlayan kar, oteller bölgesine geldiğimizde neredeyse Duru'nun boyu kadar olmuştu. Mart ayının son günlerini çok soğuk olarak yaşadığımız ülkemizde Ilgaz bir cennet gibi geldi bize. Bembeyaz sadece bembeyaz ve tertemiz dersem yeter mi...Büyülendik adeta. Gerçekten de Ilgaz, Anadolu'nun sen yüce bir dağısın. Yanında anne ve babası, ekmek elden su gölden misali, oyun, kartopu, gezmek...bir çocuk için bundan daha mutlu bir gün olabilir mi? Ilgaz'da çok güzel bir tesis olan Mountain Resort da çaylarımızı şömine ve dağ manzarası karşısında içtikten sonra rotamızı şehre çevirdik ve ilk durağımız Kastamonu Kalesi. Kale o kadar büyülü bir mekandı ki, arabada uyuya kalan Duru'yu uykulu halde alıp, pusede bindirip arnavut kaldırımlı ve dik yokuşlu kale yollarından tıngır tıngır sürüp kalenin en tepesine çıktık kaleyi gezip aynı yoldan inip pusetten çıkarıp arabaya koyduk ve Duru hala uyuyordu. Kale, şehrin en yüksek noktasında adeta bir koruma görevlisi gibi koruyor Kastamonu'yu. İlin güneybatısında 112 metre yüksekliğindeki kayalık bir tepede bulunan kale M.S. XII. yy sonlarında yapılmış ve şehre tamamen hakim bir manzaraya sahip. Buradan baktığınızda ilk göze çarpan ünlü saat kulesi. Kaleden çok da uzak olmayan kuleye arabayla çıkmakta fayda var. Hükümet Konağının arkasında Sarayüstü Tepesi denilen noktada yer alan kuleyi yazın ziyaret etmek çok güzel olsa gerek. Bahçesinde esen püfür püfür rüzgar yanında bir bardak taze demlenmiş çay hiç fena olmaz. Biz kuleyi gezerken Duru hala arabada uyuyordu ama şehre indiğimizde gözlerini kocaman açmış ve çay pasta diye tutturmuştu. Kastamonu çarşısı içinde yer alan 500 yıllık Nasrullah diğer adıyla kambur köprü karşısında bir pastanede çayımızı içerken Kastamonu halkı da akşam telaşına kapılmıştı bile. Biryerlerde insanlar çalışıyor, biryerlerde evine gidiyor, biryerlerde uyuyor, hasta yatıyor, ölüyor, geziyor, okuyor ....bizim gibi turist...hayat akıp gidiyor.





Kastamonu'da konakladığımız Sinan Bey Konağı, şehrin en eski konaklarından.Odamızdaki yatak ise Duru kadar bizi de mest etti. Dantel cibinlik ile süslenmiş yatağı, cumbalı pencereleri, tahta nişleri, yüksek tavanlı odaları ile tam bir tarih kokan bu konakta bir gece geçirmenizi öneririm yolunuz buralara düşerse.






Kastamonu dini açıdan da oldukça zengin. Külliyeleri, medreseleri, motif motif işlenmiş oymalı sedefli camileri ile ruhunuzu dinlendiren, sizi bambaşka dünyalara götüren bir şehir. En ünlüsü olan Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesi, Seyyid Sünneti Efendi tarafından 1490 yılında yapılmış. Külliye içinde cami, türbe, dergah, kütüphane, asa suyu, şadırvan ve dergah evleri mevcut. Türbe yanında incecik akan Asa Suyu, berrak ve çok hafif akan bir su. Zemzem suyu tadında ve şifalı olduğundan ziyaretçilerin mutlaka içtiği bir su. Şeyh Şaban-ı Veli'nin hemen alt tarafında bulunan Nasrullah Külliyesi, Nasrullah Kadı isimli bir hayırsever tarafından 1506 yılında yaptırılmış. Mehmet Akif Ersoy, Milli Mücadeleyi destekleyen konuşmalarını burada yapmış. Külliye içindeki Kastamonu'nun meşhur Çekme Helvasının yapıldığı atölye tam belgesellikti doğrusu. Geleneksel yöntemlerle yapılan helvanın malzemesi sadece şeker ve un, hakikaten de çekilerek yapılıyor ve seyretmesi çok zevkli. Nasrullah camisinin arkasında yer alan Münire Medresesi içindeki El Sanatları Çarşısında Kastamonuya ait her türlü el sanatları ürünlerini bulabilirsiniz. Yörede dokuma özellikle de el işi tel kırma örtüler çok ünlü. El tezgahlarında el emeği göz nuru yapılan ve çeşit çeşit isimlerle kenarları bağlanan renk renk desen desen masa örtüleri insanın içini ısıtıyor.








Kastamonu'ya gidip de görmeden dönmeyeceğiniz yerlerden biri Liva Paşa Konağı Etnografya Müzesi, diğeri Arkeoloji Müzesi. 1910 yılında İttihat ve Terakki Kulübü'nün Kastamonu şubesi olarak inşa edilen arkeoloji müzesi Kurtuluş Savaşı yıllarında İstiklal Mahkemesi olarak da kullanılmış. Liva Paşa Konağı ise, Kastamonu'nun sivil mimarlık örneklerinden biri. Bodrum katıyla beraber dört katlı olarak inşa edilen konağın bodrum katında mutfak ve hamam kısmı, zemin katta kışlık odalar, üst katta da yazlık odalar yer almakta. 19. yy. geleneksel Kastamonu ev yaşantısının cansız mankenlerle canlandırıldığı konak Duru'nun en beğendiği yerlerden oldu.
"Gelişiniz güle güle, gidişiniz güle güle, her işiniz güle güle" demiş Şeyh Şaban-ı Veli ve biz de güle güle ayrıldık Kastamonu'dan.










Monday, March 16, 2009

KABİN


Nasıl bir terapi, nasıl bir zevk o rengarenk yünlerle temas anlatamam size. Sohbet, çay kahve, simit peynir ve tabi daha zararlı bir sürü yiyecek, dedikodu, vizyondaki filmler, Amerika'daki en son tıbbi gelişmeler, hukuk, ingilizce, kitap, Ankara'daki siyaset, çocuk gelişimi, okul seçimi, fıkra ve daha bir sürü konu ise gündem maddelerimiz. Nerede mi oluyor tüm bunlar? Erenköy, Bağdat Caddesi'nde Divan Pastanesinin sokağına girince hemen solunuzdaki küçük, şirin ve sıcacık Kabin'de. Kabin bir yüncü değil, bir yün örgü kursu değil bir terapi merkezi adeta. Her pazartesi sabahı 3 saat harika bir ekiple oradayım 2 aydır. Kabin'in sahibesi sevgili mimarımız Ruhsar Hanım yılmadan, sabırla, zevkle bize bir yandan istediğimizi örme şansı verip örnek anlatırken, bir yandan müşterilere laf anlatıyor bir yandan da bizim sürekli gülüşmelerimize kulak kesilmeye çalışıyor. Kabin'in güzel, her daim bakımlı, kibar çalışanı Zeynep Hanım'ın sıcaklığı, çayları da eklenince neşe çifte kavrulmuş oluyor. Bu dükkana girince renkler karşılıyor sizi, sarı güneş gibi içinizi açıyor, pembeler baharda yüzünüze tatlı bir esinti veriyor, kahverengi üşüyen ellerinizi ısıtıyor, siyah bir anda sizi kraliçe asaletine bürüyor kısacası buraya gelip de kendinize uygun birşey bulmamanız mümkün değil. İşte bir pazartesiden alıntı,

güzel Leyla'mız en son ördüğümüz yakalık sunumunda. Kabin'de özenle, sevgiyle, neşeyle örülen herşey iki yetişkin çocuk annesi - büyük kızı üniversiteye hazırlanıyor - olup bir manken görünümünde olan Leyla tarafından giyilip sergilenir. Leyla'ya yakışmayan birşeyi bugüne kadar görmedim. Tercümanımız, yabancı diller bölüm başkanımız Serpil ve en sevgili avukatımız Jülide hanım tarafından onaylananlar hemen piyasaya sürülür yani hepimiz aynısından öreriz hatta Jülide Hanım uluslararası çalışıp Amerika'ya ihraç eder. Aramıza en son katılan kadim dostum Nur da bize ayak uydurup şu ana kadar örülen herşeyi bizzat uygulayarak bu çarka katıldı bile. Gün tamamlanır ve hep beraber bir yemek ile sonlandırılır. Örgü bahane sohbet şahane, siz de Kabin'e gidin ve sadece benden selam söyleyin, nasıl mutlu olacaksınız bakın.


Saturday, March 14, 2009

GÜNEŞİ GÖRDÜM

Bravo deyip ayakta alkışlamak istiyorum Mahsun Kırmızıgül'ü. Türkiye'nin gerçeklerini, okumamanın, cahilliğin insana neler yaşattığını, kadınların içler acısı halini, kardeş kavgasının ne olduğunu, insan ayrımcılığının iğrenç yüzünü, terörü, başka ülkelerde insana verilen değerin niye bizde verilmediğini ve daha sayamadığım bir çok noktayı o kadar iyi gözler önüne dökmüş ki , gerçekten de insanın farkındalığını arttırıyor bu film. Düşünmeyeni düşündürüyor, ağlamayanı ağlatıyor, acımayanı acıtıyor ve insanın insana yaptığını gösteriyor en acısı da devletin insana yaptığını. Hele o çocuklar, o zavallı, masum, okul yüzü görmeyen çocuklar...onlar da çocuk, onlar da bu ülkenin evladı, onlar da analarının babalarının kuzusu. Bu ülkede yaşamak benim çocuğum gibi onun da hakkı, bu ülkede doğan herkesin bu ülkede ölmek hakkı. Vatan hasreti çekip, anasını bacısını özleyip sırf insana değer verildiği için göç eden insanın da hakkı vatanında yaşamak, ölmek..Bu hakkı vermeyen, kardeşi kardeşe düşüren, aynı takımları tutup aynı türküleri söyleyen insanların arasında uçurum gibi farklar yaratan, eğitim sistemiyle, çevre düzenlemesiyle, sosyal güvencesiyle insan ayrımı yapan herkes ama herkes suçlu değil mi? Ve suçlu Kırmızıgül'ün dediği gibi devlet baba değil mi? Devlet ana yapmıyor bunları devlet baba yapıyor, devlet analara da ve biz analara da çok iş düşüyor. Ülkemize güneşi biz doğdurabiliriz, çocuklarımıza biz doğru eğitim verebiliriz. Kendi çocuğumuzla birlikte diğer tüm çocukların da güneşi görmesine biz destek olabiliriz. Bugün kızımı hayranı olduğu Bez Bebek dizisinin oyuncularıyla tanıştırmaya götürdüğümde onun yaşıtında olan bazı çocukların bir bez bebekleri bile olmadığını onların bez bebek yerine kendi kardeşlerine bol miktardaki kardeşlerine
baktıklarını ve çoğu çocuğun da bez bebek yerine kendi bebekleriyle -canından kanından olan
daha kendi çocukken kucağında taşıdığı evlatlarıyla - büyüdüğünü düşündüm. Onlara Bez Bebek desem, NANA KULİNA desem ne derler ne yaparlardı acaba? Benim kızım da bu ülkenin çocuğu onlar da, ileride büyüyüp yan yana çalıştıklarında ne olacak? İkisi de aynı ülkeden iki insan gibi mi olacak yoksa birbirlerini mi vuracak? Ne olur artık "yüreğim dayanmıyor", "çok üzülüyorum ama yapacak birşey yok", "çocuğumu gönderirim yurtdışına" laflarının arkasına saklanmayalım, biraz daha güçlü olalım ve anneler olarak biz biraz daha duyarlı olalım en azından duyarlı çocuklar yetiştirelim ki, ileride çok geççç demeyelim.

Wednesday, March 11, 2009

Kışa veda ederken ayva tatlısı

Kışın son günlerini yaşadığımız şu günlerde yavaş yavaş kış sebzelerine ve de meyvelerine veda ederken ayvayı unutmadım ve tatlı bir son veda dedim ona, işte ayva tatlısı hem de kaymaklısından;


4 kişilik tatlı için 2 ayva, 1 su bardağı su, 1 su bardağı toz şeker, 3 karanfil gerekli. Üzeri için kaymak ya da vanilyalı dondurma ve antep fıstığı tozu tavsiye edilir.


Ayvaların kabuğunu soyup ortadan ikiye kestikten sonra çekirdeklerini çıkarttım. Ayvaları tencereye dizip çekirdeklerini ve karanfili üzerine serptim. Şeker ve suyu ilave edip kısık ateşte yumuşayıp, rengi pembeleşene kadar pişirdim. Soğuduktan sonra şerbetinden çıkartıp servis tabağına alıp taze kaymak ve toz antep fıstığı ile bir güzel yedim. Nasıl ama? İsteyen kaymak yerine vanilyalı dondurma da kullanabilir.



Bol güneşli günlerde görüşmek üzere...

Thursday, March 05, 2009

Kabaklı Sakız Muhallebi

Tatlı yiyelim tatlı yazalım, o kadar hastalık, kötü haber, mutsuzluk hakim ki çevrede insanın canı ne haber ne gazete okumak istiyor. Hayatta ufak güzellikler yaratmaktan başka yapılacak birşey gelmiyor aklıma, o yüzden de tatlı yapıp tatlı yazıyorum. Tatlı için gerekli malzeme;


1 kilo balkabağı

1 çaybardağı su

1 çay bardağı şeker

Biraz ceviz içi

10 tane petibör büsküvi

1 paket dr. oetker sakızlı muhallebi

3,5 su bardağı süt

1 kaşık margarin


Balkabaklarını ince doğrayıp, üstüne şeker ve suyu katıp yumuşayana kadar pişiriyorsunuz ve biraz soğuyunca çatalla ezip ufaladığınız bisküvi ve cevizleri ekliyorsunuz. Ayrı bir yerde sakızlı myhallebi karışımını bir tencereye boşaltıp üstüne sütü ekliyorsunuz ve hafif kaynayana kadar pişiriyorsunuz , daha sonra içine margarini koyup kısık ateşte bir taşım daha pişiriyorsunuz ve hafif soğuyunca mikser ile çırpıyorsunuz. Kup bardaklarına bir sıra kabak karışımı bir sıra muhallebiden döküp üstüne çikolata sos ile servis yapıyorsunuz.