Thursday, April 28, 2011

SON NEFES

''Büyütmem gereken bir kızım var, şalteri nasıl kapatırım ki" demiş Arman Kırım pazar günü ropörtajında...Çarşamba sabahı da şalterler kapanmış....ÖLÜM....


Biz istemesek de şalterler iniyor, aynı bundan tam bir yıl önce daha hayatının baharında 37 yaşında aramızdan ayrılan Volkan'ımız gibi. Onun da büyütmesi gereken bir kızı vardı aynı Arman Kırım'ın kızının yaşında. Tıpkı aynı kazada ölen Bahadır gibi, aynı yaşta oğlu vardı onunda...hepsi 8 yaşında bebeler daha. Tıpkı aynı kazada ölen Ali gibi....Babalığa hazırlanan...Bu şalterlere ne oluyor, niye durmadan kapanıyor, kime göre neye göre....ah bir bilebilsem.

Biz daha yarışalım hayatla, yetiştiremeyelim işleri, kariyer koltuklarına yapışalım, bitmesin projeler, paraya doymayalım, aldıkça alalım, sevdiklerimizi ihmal edelim, çocuklarımızla akşamdan akşama görüşelim, büyümesini kaçıralım, lükse, markaya, çula çaputa yatırım yapalım, aramayalım birbirimizi sormayalım, hep küselim, fesatlıklar düşünelim, istemediğimiz şeyleri istemeden yapıp, içimizden geldiği gibi yaşamayalım, ana babamıza hasret olalım, kardeşimizi umursamayalım, işten güçten hiçbirine vakit ayırmayalım, en sevdğimiz arkadaşımızı yoğunluktan unutalım ŞİMDİ. NASILSA DAHA ÇOKKKK VAKTİMİZ VAR, YAPARIZ BİR GÜN HEPSİNİ.


Volkan, Bahadır, Ali, Arman..... ve bugün şalteri inmiş herkesin mekanı cennet olsun.

Thursday, April 21, 2011

DİŞ PERİSİ

Çıkarken de düşerken de bir tantana oldu bizim dişler valla. 11 aylık, neredeyse doğum günü olacaktı ama kızımda hala diş belirtisi yoktu. Akranları altı aylık çıkarmışlardı hatta onun zamanına gelene kadar neredeyse tüm dişleri tamamdı. Ben de aldı mı bir telaş, acaba dişleri çıkmayacak mı, acaba niye geç kaldı bı kadar. Allahtan tam bunları düşünürken biri patlayıverdi de hepimiz bir oh çektik. Çok ağrı sızı olmadı bizde, öyle huysuzluk, ateş filan yaşamadık çok şükür. Tabi diş çıkınca diş buğdayı yapıldı, çoluk çocuk cümbür cemaat toplanıldı, buğdaylar haşlandı, toz şekerle karıştırıldı afiyetle yenildi. Haşlanmış buğday taneleri ipe dizildi toka niyetine kızımın saçına takıldı, kısmetli olsun niyetine. Buğdayın içine para konuldu, hangi misafire çıkarsa kızımı donatsın diye. Makas, kitap, ilaç kutusu, müzik cd si gibi çeşitli meslek gruplarını temsilen nesneler kızımın önüne kondu ki, hangisini seçerse ileride o mesleği yapacak diye. Anlayacağınız diş çıktı çıkmasına ama bizim kutlamalar günlerce sürdü. Eh şimdi çıkan dişlerin dökülme zamanı, ne tuhaf di mi çıksın diye uğraş bekle, sonra da dökülsün. Tabi biz yine geç kaldık, kızımın arkadaşlarının hepsinin dişleri çoktan döküldü hatta yenileri çıkmaya başladı ama bizde tık yoktu bugüne kadar. Artık deneyimli olduğumuzdan "niye dökülmüyor" diye telaş yapmadık hatta geç dökülen dişlerin daha sağlıklı çıkacağını duyunca pek bir rahat davrandık ebeveyn olarak ama gel gör ki kızımız bizimle aynı fikirde değil. Okulda bir prestij meselesiymiş meğerse bu diş çıkması. Dişsiz olmak, öyle gezmek büyümenin bir sembolüymüş ve daha dişi dökülmeyenler için çok da iyi şeyler düşünülmüyormuş. Hergün dişlerine asılmak mı dersiniz, sallanmayan dişi sallanıyor diye sevmeler mi dersiniz, "anne çıkacak di mi" diye günde beş defa sormak mı dersiniz hepsi var. Yani çıkarken bu kadar sıkıntı yaşamadım ama düşerken yandık gibi. İşte bu sabah beklenen an geldi ve benim de günüm aydınlandı. Alt sıradaki orta dişimiz sallanıyor. Ben üzüldüğümü hatta ağladığımı hatırlıyorum küçükken dişim çıkıyor diye. Ne ağlaması koşa koşa, sevinçle gidildi okula haberi vermek için arkadaşlarına. Tuhaf valla tuhaf şimdiki çocuklar. O rahatladı akşam sabah düşer o sallanan diş. Pekala ben ne yapacam şimdi, ilk diş düşmesinde neler yapılıyor, diş perisi diye birşey varmış bilen var mı, ne gibi kutlamalar var acaba, nerede saklanacak çıkan diş, kutu nerede satılır, özel bir yemek var mı pişirilmesi gereken....Aman çıkması ayrı düşmesi ayrı dertmiş bu dişin.

Monday, April 11, 2011

Beni bu kokular öldürüyor

Vazo içinde sapları çürümüş çiçek kokusundan, Sigara içilen ortamda uzun süre bulunan bir insanın kıyafetinin üzerine sinen kokudan, Uzun süre camları açılmamış bir odaya girdiğimdeki ilk kokudan, Birkaç saat önce lahmacun yenilen ortamın kokusundan, Karnabahar pişmiş mutfak kokusundan, Binlerce parfüm denenmiş olan parfümeri dükkanının kokusundan, Paspasları yıkanıp kurumadan serilen araba kokusundan, Eve tamire gelen tamircinin gittiğinde arkasında bıraktığı ayak kokusundan, Çocuk vitamin şuruplarının kapağı ilk açıldığı andaki kokusundan, Ve tüm kokulu silgilerden nefret ediyorum...

Sunday, April 10, 2011

Bu çocuklar başka yerden...

Olay büyük alışveriş merkezlerinden geçer; eşime makosen almak için girdiğimiz bir mağazada, annesi babası ayakkabı bakan beş yaşlarında bir çocuk, mağazanın minik puflarını araba yapmış bir uçtan bir uca itiyordu. Düttt dütt diye oradan oraya giden puflar tabi ki amaca hizmet edemiyordu bu afacan sayesinde, halbuki onlar insanlar rahat rahat oturup ayakkabısını denesin diye oradalardı. Hem çocuğa bunu hatırlatmak hem de biraz onu kızdırmak için "bu araba benim" dedim pufun birini tutup, "yaaaaaaaa benim" dedi tabi, ona acıyacağımı susacağımı sandı velet ama ben tekrar " hayırrr benim" dedim ve pufu çektim kendime doğru. Benimle başa çıkamayacağını anlayan çocuk babasına koştu ve "babaaaa bu araba benim" dedi, babası da "tamam oğlum,senin" dedi, ama o an için çocuğu başından savmak istercesine...İşte çocuğun verdiği yanıt: "araba benimse, ruhsatını benim üstüme yap o zaman bana neeeee yaaa"


Ne babası ne ben böyle bir yanıt tabi ki beklemiyorduk. Daha beş yaşında, hayal gücünü, mavi bir pufun onun arabası olduğuna bu kadar inanmasını, sahiplenmesini herşeyi bir kenara bırakın daha o yaşta "ruhsat" kelimesini, üzerine yapılacak bir olay olduğunu bilmesini bilemedim ben doğrusu. Kızım da bazen buna benzer şekillerde şaşırtıyor beni...Daha geçen gün bir arkadaşım beş yaşındaki kızının "element"ten bahsettiğini anlattı.

Kesinlikle başka bir amaç için geliyor dünyaya şimdiki çocuklar, misyonları çok farklı. Bizden değiller sanki...Dünyayı değiştirmek üzere, yeni bir bilinç ve enerjiyle geldiklerine inanıyorum kesinlikle. Biz onları çoğu zaman hiperaktif, yaramaz, hareketli, meraklı diye adlandırıyoruz ya da üstün zekalı. Ama onlar -kendi değerini bilen, ihtiyaçlarının farkında olan, sistem bozucu ama bunu iyileştirmek için yapan- cevherler...