Sunday, June 25, 2006

ARTIK KALABALIK BİR AİLEYİZ


Bundan üç ya da dört ay önce balıkları alırken ne yalan söyleyim acaba ne kadar bize dayanabilecekler demiştim. Duru'nun onlara kola içirmeye kalkması, selpak mendili suya daldırıp zorla burunlarını silmek istemesi ya da benim yoğunluğumdan bir türlü temiz olamayan sudan zehirlenmemeleri içten bile değildi. Ama iki sevimli balığımız Aslı ve Barış her türlü zorluğa direndiler, güçlüklerden kuvvetlendiler ve bizim ailemizin iki sevimli ferdi oldular. Onları besleme görevini de Duru seve seve her sabah yerine getiriyor böylece ona da bir parça evde sorumluluk yüklemiş olduk bu arada. Hafta sonu bir alışveriş merkezinde kampanyada olan akvaryum setini görünce hemen içeri girdik. Balık sevgisi artık bize iyice yerleşmişti anlaşılan. Duru sayesinde. İşte gördüğünüz akvaryumu aldık hem de yanında iki balıkla beraber. Eve geldiğimizde Duru uyumuştu ve biz gece yarısı akvaryumu kurduk Erkan'la. O saatte kum yıkamak pek hoş değildi ama gülü seven dikenine katlanır dedik ve sıvadık kolları.İşte sonuç. Sabah uyandığında karşılaştığı manzara karşısında kızımın sevincini varın siz düşünün.

EN DOĞALINDAN

Yolunuz Kadıköy'e düşerse Cemre'ye uğramadan dönmeyin. Burası Bahariye caddesinde Yapı Kredi Bankasının sokağından Kadıköy'e inerken hemen sağ kolda. Doğal sabunlardan tutun da, peeling malzemelerine, özel yapım güneş yağlarından tutun da, kurutulmuş meyvalara kadar ne varsa aklınıza gelen herşey var. Meyva kurusu dedim de öyle kayısı ya da dut sanmayın sadece. Muz, dağ çileği, avakado, kavun, mango, hindistan cevizi, karpuz, kivi ve aklıma daha gelemeyen her çeşit meyvenin kurutulmuşu var burada. Hem de en doğal haliyle. İnsan hangisini yiyeceğini, alacağını şaşırıyor doğrusu. Kadıköydeki bu mağaza ve üst katları da genel merkezleriymiş. İstanbul'daki eczanelere de üretim yapıyorarmış. Mağazadaki bayanla biraz sohbet edince, bitkisel ve doğal tedavi yaptıklarını ve bu konuda çalışan uzman ekipleri olduğunu söyledi. Hani geçmeyen öksürüklerde ya da kansızlıkla mücadelede alternatif yollar ararız ya özel hazırlanan ilaçlar gibi. Burası da aklınızda olsun belki bir gün lazım olur.

Wednesday, June 21, 2006

MEKSİKA SALATASI

Geçtiğimiz pazar babalar günü nedeniyle güzel bir sofra hazırlamıştık Sapanca'da. Daha çok da salataya ağırlık vermiştik menümüzde. Semizotu salatası, kısır ve meksika salatası. Annemin Beypazarı'ndan aldığı meksika fasulyelerini gerçekten nerede kullanırız diye düşünüp duruyordum. İşte tam fırsatıydı. Artık evde ne malzeme varsa idare edecektik. Önce fasulyeleri bir güzel haşladım ve soğuttum hatta biraz fazla haşlamışım. Bir kısmını poşetlere doldurup buzluğa attım. Haşladığım fasulyeleri derince bir kaba boşalttım. Bİr konserve haşlanmış mısırı ekledim. İçine yeşil soğan doğradım. İki küçük kutu ton balığını da ekledim. Bunların hepsini biraz nar ekşisi, tuz, karabiber ve biraz da kimyon katarak karıştırdım. Son olarak da bir paket acılı Doritos'u elimde ufak parçalara bölerek ekledim. İşte salatam hazırdı. Benim elimdeki malzeme bu kadardı isteğe daha doğrusu damak zevkinize göre malzemeyle ya da miktarlarıyla oynayabilirsiniz. Tadı nefisti doğrusu.

Monday, June 19, 2006

DURU'DAN BABASINA

Bana kollarında ninni söylediğin için teşekkürler.
Bebekken gazımı çıkartabildiğin için teşekkürler.
Annem hastayken bana baktığın için teşekkürler.
Altıma yaptığımı farkettiğinde annemi çağırmak yerine altımı sen değiştirdiğin için teşekkürler.
Bana aldığın oyuncaklar için teşekkürler.
Karpuzzzzz diye bağırarak beni yüzlerce defa güldürmekten bıkmadığın için teşekkürler.
Benim şu anda geçirdiğim korkunç iki yaş kaprislerime katlandığın için teşekkürler.
Esirgemediğin ve tüm kalbinle gösterdiğin sevgin için teşekkürler.
Babam olduğun için teşekkürler.
Ve bu dünyadaki en iyi baba olduğun için teşekkürler.

Sunday, June 18, 2006

BABALAR GÜNÜ

Babam, benimle birlikte büyüyen.
Babam, ateşlenince sabaha kadar başımda bekleyen.
Babam, gezi rehberim.
Babam, akıl hocam.
Babam, hastalanınca benden çok acı çeken.
Babam, neşe kaynağım.
Babam canım babam.
Koşulsuz seven, canını verebilen bir tanecik babam.
Sadece bugün değil hergün seninleyiz.
Günün kutlu olsun.

Sunday, June 11, 2006

BAKIM ZAMANI


Cumartesi günü ve gecesi Duru Hanım'ın ateşi nedeniyle o kadar yorucu ve uykusuz geçti ki, pazar günü hiç dışarı çıkasım yoktu. Tabi akşamüstü yine dayanamayıp Levent'e arkadaşlarımıza gittik ama. Pazar sabahı için erken bir saat olan 8:00 de uyandık. Bir pazar günü erken kalksam bile yatak keyfi yapmayı o kadar özledim ki. Çocuğunuz varsa bu pek mümkün olmuyor en azından bizim evde. Sabah uzun zamandır beraber yapamadığımız minik aile kahvaltımızı keyifle yaptık; bizim için en büyük keyif sucuklu yumurta yemek bu arada. Kahvaltı sonrası babası Duru'nun park! park! ısrarlarına dayanamayıp ikisi beraber dışarı çıktılar. Uzun zamandır evde yalnız kalmamıştım. Hemen toz içinde bir bulut haline gelen evi şöyle bir hızla silip süpürdüm ve pazar gününü kendime bakıma ayırmaya karar verdim. Ama o da ne; ben temizliğe dalıp vaktin nasıl geçtiğini anlamadan Duru ve babası parktan dönmüştü bile. Evet hemen yemek ve Duru öğle uykusuna gitmeliydi. Bugün benim bakım günüm olmalı evettttttttttttttttt. Duru uyudu ve ben böğürtlen aromalı köpüğü doldurup önce bir ılık küvet sefası yaptım. Ardından İsviçreden aldığım bu eldivenle yüzüme peeling. Uzun zamandır bu eldivenlerden almak istiyordum İsviçrede de fiyatını uygun görünce dayanamadım aldım. Yüzümde hafif kuruyan peeling kremini bu eldiven aracılığıyla temizledim ve yüz nemlendiricimi de sürünce pırıl pırıl olmuştu tenim. Eldiveni tavsiye ederim tüm cilt bakımı satan mağazalarda da mevcut. Ardından manikür ve pedikür. Manikür sonrası ilk gün tırnakların parlaklığına bayılıyorum ama sonra gidiyor o ışıltı. Çaresini bilen var mı?
Saç bakımı da tamamlanınca kendimi çok iyi hissettim. İşte sıcak brownim de pişmişti ve kaymaklı dondurmayla iyi gideceğe benziyordu. Kendim için birşey yaptım bugün heyoooooo.
Akşam arkadaşlarımızla yeni açılan ve oldukça ünlenen Kanyon'a gittik ama burası hakkında bilgiler başka bahara.

Friday, June 09, 2006

KAHVALTI


İki gündür Bakırköy'de eğitimim olduğundan sabahları deniz otobüsü ile Bostancı'dan Bakırköy'e geçiyorum. İşe yetişmeye çalışan insanlar, vapur düdükleri, simitçiler, gazete bayileri, çiçekçiler....herkes bir koşturma bir telaş içinde. Ve bendeniz sabah erken saatte Bakıköy sahilinde çayım, tostum ve gazetemle deniz kokusuyla güne başlıyorum.

Monday, June 05, 2006

BAĞIMLI ÇOCUK

---------------------
Her bebek anneye ya da anne yerine geçen birine bağımlı doğar. Bu bağımlılık, kendi işini yapamayacak durumda olmasından kaynaklanır. Karnını doyuracak, altını temizleyecek, üstünü giydirecek birilerine ihtiyacı vardır. Eğer biri bunları yerine getirmezse, elinden gelen tek şey ağlamaktır. Bu tam bir bağımlı olma durumudur. Ağlamanın dilinden anlayamayan birilerine bağımlı ise, bağımlılığın çaresizliğini daha doğar doğmaz anlar. Bazen de bağımlılığına karşın, ağlama dilinden anlaşılmamasının diğerlerini bağımlı duruma getirdiğini de görür. Büyüdükçe bağımlılığı azalmaya başlar. Önce yürümeyi öğrenir. Öğrenir ama yeterli değildir. Düşer, canı yanar ve annesini ister. Yani hala bağımlıdır. Sonra kelimeler gelir. En azından artık ağlama dışında bir dili vardır. O dili kullanarak istediklerini belirtir.Gittikçe tüm yetileri gelişir. Yürürken güvenli hale gelir. Düzgün konuşabilmektedir. Bırakılırsa kendi yemeğini yemeye, ayakkabısını bağlamaya, üstünü değiştirebilmeye başlar. Bunları yapabilmesi için ona izin verilmesi gerekir. Tüm bunları yapması yeterli değildir. Uzun bir süre daha, gittikçe azalmasına karşın bağımlı olmaya devam edecektir. Bir çocuğu yetiştirirken doğal olanı, bağımlılığını azaltıp, bir süre sonra bağımlılığın yerini bağlılığın almasıdır. Bunu gerçekleştirmek için adımları doğru atmak gerekir.
Bağımlı çocuk istemiyorsak nasıl davranmalıyız?
Bebek ilk adımlarını atarken güvensizdir. Her adımdan sonra, en güvendiği insanlara, anne babasına bakar. Onlar destekledikçe her adımda güveni artar. Düştüğü olur, eğer canı çok yanmamışsa, zarar görmemişse hemen ağlamaz. Yine güven kaynaklarının yüzünde arar doğruyu. Eğer onlar telaşlandıysa, "eyvah!ne oldu!"çığlıkları varsa, anne babanın yüzleri endişe, korku içindeyse yapacak birşey kalmamıştır; ağlamak ve korkmak dışında. Böylece, yürümenin ilk adımları, bağımlı bir çocuk olma yolundaki ilk adımlara dönüşür. Sıra yemek yemeye gelmiştir. Kaşığı tutabildiği andan itibaren yavaş yavaş ağzına götürmeyi öğrenir. Birazını döker, biraz oyun oynar ama yemek yemeyi öğrenir. Bunu yapabilmesi için de izin gereklidir. Doymayacağı, beslenemeyeceği endişesinde olan bir ailesi varsa kaşığı bir türlü ele geçiremez. Kaşığı alamayınca, ağzına götürmeyi, yemeyi öğrenemez. Becerileri geliştiği halde, çaresizdir, bağımlıdır.
Bu süreç böyle başlar ve sürer. Çocuklarımızın bizden akıl sorması hoşumuza gider. Onlar da hep sorarlar. Ama eğer her şeyi bizim bildiğimizi ve onun beceremeyeceğini öğretmişsek kendi başına birşey yapamaz hale gelir. Oyun oynamak yerine dizimizin dibindedir. Tuvalete bilegiderken bizi ister, bizimle gelir. Okula gitmek istemez çünkü biz olmayacağızdır. Ödevlerini yapamaz bize sorar. Çantasını hazırlayamaz, odasını toplayamaz, arkadaşlarıyla baş edemez. Hep bize ihtiyaç duyar. Meslek seçerken, eş seçerken, hepsini gururla yaparız.Sonra fark ederiz ki bizsiz hiçbirşey yapamıyor. Büyüdü ama ona hala biz bakmak zorundayız. O zamana kadar fark edip telaşlanmadıysak, yardım alıp sorunumuzu çözmediysek gerçekten telaşlanırız.Evet, aslında bu durum çocuktan çok bizim sorunumuz. Telaşlanırız, çünkü karşımızda kendine yetmeyen bağımlı bir büyük vardır. Gelecek kaygısı sarar bizi.Biz ölünce ne olacaktır? Zekası normal, fiziksel sorunu olmayan ama kendine yetemeyen, bağımlı bu erişkini kime teslim edeceğizdir? O zamana kadar izin vermediğimiz, öğretmediğimiz herşeyi yapmasını isteriz. Bağımlı erişkinlerin oluşturduğu toplumun, kendi kaderini tayindeki sıkıntılarından yakınır, ama bağımlı çocuklar yetiştirmeye devam ederiz. Aslında bize bağımlı olması hoşumuza gider. Oysa onun bu bağımlılık halini kullanacak tek yetkinin biz olmadığımızı, sırf böyle olduğu için onu pek çok tehlikenin beklediğini de unutmamak gerekir. Bağımlı yetişen çocuk, sigara, alkol, uyuşturucu, çete, tarikat, yasal olmayan yollar, onu kötü etkileyecek diğer kişilere de bağımlı olmaya hazırdır.
-------------------
Prof. Dr. Z.Bengi SEMERCİ "Birlikte Büyütelim" adlı kitabından bir alıntı.

Sunday, June 04, 2006

KOŞMACA KOŞTURMACA

Günlerdir bir koşturmaca içindeyim. Uzun zamandır işlerim ve özel hayatım bu kadar yoğun ve koşturmacalı değildi. Yazacak çok şeyim olmasına rağmen günler ve geceler yetmediği için paylaşamıyorum diyebilirim. Geçtiğimiz çarşamba sabah 06:00 da başlayan İzmir seyahatimden bugün saat 18:00 de Sapancadan dönüş ve 22:30'da Bağdat Caddesi turundan eve varışa kadar olan süre zarfında kurulu robotlar gibi koştum durdum.Evet çarşamba günü bir iş seyahatim vardı izmir Bornova'ya. Sabah 08:00 uçağıyla gittim ve işimi bitirir bitirmez 4 aylık oğlu olan -Deniz Bey- kuzenimi görmeye gittim. Deniz o kadar büyümüş ki, umduğumdan daha fazla iletişim kurdum onunla.Tabi canım kuzenimi de çok özlemişim. Doyamadık birbirimize ama sayılı saat çabuk geçti ve perşembe sabahı evime ve beni bekleyen minik kuşuma kavuştum. Sanki aylar olmuş görüşmeyeli. Anne anne anne peşimde bütün gün. Akşam Erkan'la davetli olduğumuz "Orient Fusion" Anjelika Akbar konserine gittik Beylerbeyi Sarayının o muhteşem bahçesine. Saray ve manzara zaten muhteşem eh bir de Anjelika Akbar piyanoda olunca hele bir de Erkan Oğur gitarda, Mısırlı Ahmet darbukada olunca inanılmaz bir müzük ziyafeti çektik o gece. 11 program vardı hepsi ayrı ayrı güzeldi hele İspanyol perküsyon ustaları yok mu onlar muhteşemdi. Herkese tavsiye ederim. Gece eve döndüğümüzde Duru'ya o gece dadılık yapan Barış ve Aslı'nın halini tahmin edersiniz herhalde. Cuma günü Bostancı- Bakırköy- Topkapı arası toplantılarım ve işte akşam Sapanca yolu...Barış, Aslı ve ben bu hafta cumadan kaçtık Sapancaya. Erkan da cumartesi bize katıldı. Duru orada özgürlüğünü ilan etti ve havuzdan çıkmak bilmedi. Parmak boyalarıyla oyunu abarttı bir ara boya kabını bacaklarına döküp her yanını buluyordu. İşte hayatımız. Böyle koşmaca, koşturmaca ara sıra kızmaca ama hep mutlu olmaca ve gülmece...