Thursday, November 05, 2009

Antakya'ya veda vakti

Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi, bizim de gezimizin son günü gelip çatmıştı. Antakya farklı dinleri, farklı kültürleri, farklı yemekleri ve tarihi zenginliğiyle sadece Türkiye'de değil dünyada görülmesi gereken şehirlerin içinde bence. Bir çok ilkin yaşandığı ve çoğu ilke ev sahipliği yapan Antakya'da bir ilk de St. Pierre kilisesi. Habibi Neccar Dağı eteklerinde bulunan ve doğal bir mağara iken eklemelerle kiliseye dönüştürülen St. Pierre dünyanın ilk kilisesi. 9,5 metre eninde, 13 metre derinliğindeki kilise ilk defa Hz. İsa'nın dinini tanıyanlara 'Hıristiyan' denilen kilise aynı zamanda.Her sene 29 Haziranda burada tören düzenleniyormuş. Bizim dinimizde Kabe ne kadar kutsal ise, herhalde hıristiyanlar için de burası çok önemli olmalı. Biz çok daha rahat, sadece bir tarih olarak gezerken eminim onlar çok daha yoğun duygular yaşıyorlardır 29 Haziranlarda.

Kilise turundan sonra kahve zamanı gelmişti ve şehrin en eski kahvelerinden Affan Kahvesiydi mola yerimiz. Affan mahallesinde olduğundan adı Affan kahvesi olarak da biliniyor asıl adı İnci Kıraathanesi. Dünyanın ışıklandırılmış ilk caddesinde tam bir kasaba kahvesi burası. Hani filmlerde görürüz ya erkekler salaş, eski, köhne kahvede oturur taş, tavla oynar. İşte biz bu kısımda oturamasak da o kahvede bulunmak bile çok müthişti. Hemen arka kısımda asma altında, ''AİLE SALONU'' tarzında açık havada oturduk ve herkes çay bardağında gelen Antakya kahvesini içerken ben meşhur tatlı HAYTALI'dan yedim. Aslında Adana kültürünün bir parçası olan ve onların dilinde ''BİCİ BİCİ'' yerel adıyla HAYTALI Hatay'ın bir tatlısı ve bu kahvede çok güzel yapılıyor. Gül şurubu, muhallebi ve dondurmanın bütünleşmesi olan tatlı aslında tam yaz mevsimine göre. Mısır veya Suriye'den özel getirilen vanilya ile yapılan muhallebinin üstüne dondurma ve gül şurubu ilave ediliyor, özel el yapımı tarihi kaşıklarla servis ediliyor. Haytalı belki künefe kadar ünlü değil ama en az onun kadar güzel bir tat.


Tatlılarımızı yemiştik ama aklım hala Antakya'nın özel tatlarındaydı. Antakya'nın dar sokaklarında yürüyerek Uzun Çarşıya doğru gidiyorduk ki, bazı evlerde yeşil zemin üzerine arapça harfler yazılmış plakalar gördük. Bu plakalar, o evlerde hacı olduğunu belli ediyormuş.İlk defa böyle bir uygulama görmüştüm. İLGİNÇ.



Tarihi Uzun Çarşı'yı gezerken nar ekşisi, zahter, kesme yoğurt - yoğurt dediğime bakmayın aslında bir peynir çeşidi - künefe almadan İstanbul'a dönmek olmazdı. Elimiz kolumuz dolu olsa da, Uzun Çarşı'daki gümüşçü Stephan'a uğramadan çıkmadık çarşıdan. Stephan gerçekten de gümüş çeşitleri ve fiyatlarındaki uygunlukla boşuna ün yapmamış. Tabi ben Stephan'ı sevgili arkadaşımız Bora Canay sayesinde tanıdım. Hatay'da çoğu şeyi aslında Bora sayesinde keşfettik ve turumuz onun eşsiz çabalarıyla bu kadar güzel ve kusursuz geçti. Uzun Çarşı'daki güzel gezimiz Sultan Sofrasında harika bir yemekle son buldu.

Antioch'dan Hatay'a ......

işte giderseniz bunları bilin ve yapmadan dönmeyin


* Türkiye'nin ilk kadınlar kulübü derneği 1967'de Hatay'da kurulmuş. halen hizmet veren derneğe beyler giremiyor. Sadece haftada bir gün o da, yanlarında eşleri olması kaydıyla girebiliyorlar. Bayansanız eğer gitmek bedava.

* Dünyanın ışıklandırılmış ilk caddesinde geceleyin yürüyüş yapın.

* Affan kahvesinde oturup Haytalı yiyin.

* Kalp hastalıklarına çok iyi gelen Aliç Meyvesini sokak satıcısından alıp yiyin.

* Sveyka restoranda akşam yemeği, Sultan Sofrasında öğle yemeği yiyin.
* Tarihi sabun fabrikalarını gezin.

* Stephan'a uğrayın ve müşteri memnun etmenin ne olduğunu görün.

* Vakıflı Köyü'nde Ermeni Hanımların yaptığı portakal çiçeği likörünü tadın.

* Şehirde arabayla gezmeyin, yürüyerek keşfedin.
* Harbiye'de Abdullah Usta'nın mozaiklerini görün.
* Harbiye'deki Yılmaz İpek'den defne sabunu alın.
* Uzun Çarşı'daki küçük esnafla sohbet edin.

* Rehber olarak Burçak Altunay ile gezin.


No comments: