Saturday, November 29, 2008

NANE, LİMON KABUĞU, BİR TUTAM ZENCEFİL

Nane, limon kabuğu, bir tutam zencefil aman...Allah gani gani rahmet eylesin sevgili Barış Manço'yu kışları ne kadar çok anıyorum. Kış demek hastalık demekti eskiden ama şimdi bizim evde öksürük demek. Bitmeyen bir öksürük melodisi duyuyorum hep evde. Ama Duru'nun ki bir başka, küçücük ciğerler sanki yırtılıyor ve sanki benim kalbim sökülüyor. İlaçlarla kesinlikle iyileşmeyen bu öksürük vakasına iki ayrı kocakarı ilacı ile çözüm bulmuşa benziyorum. En azından ilk kullanımda bile etkisini gösterdi ilaçlar.

İlki kara turp ile hazırlanıyor. Pazardan aldığınız kara turbun içini oyuyorsunuz ve bal ile doldurup 2 gün bekletiyorsunuz. Sonra günde 3 kez bu sıvıdan içiriyorsunuz.


Diğeri ise pekmez tereyağ karışımı. Bunu televizyonda bir doktor bayandan duydum. 1 su bardağı kadar pekmez ve 2 çorba kaşığı tereyağı ocakta pişiriyorsunuz. Tereyağın erimesi yeterli, kaynatmamak gerekiyor. Bu karışımı kavanoza koyup, günde en az üç kez - ideali 6 kezmiş - içiriyorsunuz. Oldukça faydalı her iki tarif de. En azından yan etkileri yok. Allahım ben de yaşlandım artık, ilaç hazırlıyorum evde....

Friday, November 28, 2008

ÇİĞ BÖREK

Ne de güzel tatlarımız var, ne de güzel damak tadımız var. Bana hamur işi deyin ve orada durun. Un giren ne varsa dayanamıyorum, kek, börek, kurabiye, açma, simit, gözleme,krep, mantı ve daha neler neler. Hamile iken hatırlıyorum da her gün neredeyse 1 tepsi börek yiyordum. Ama tüm bunların içinde biri var ki, ne zaman aklıma gelse ağzımın suyu akar vallahi. Çiğ Börek.... Benim için Altınoluk yolunun en güzel yanıdır, Susurluk'ta mola verip gözleme yiyip ayran içmek. Bugüne kadar kendim yapmayı hiç denememiştim ama çevremden "çok kolay" lafını duyunca taktım önlüğü girdim mutfağa akşam akşam. Hakikaten de çok basitmiş yapması ama şu içi çiğ ya o biraz beni düşündürüyor. Hani çiğ köfte de çiğ ama bu böreğin içi sanki pek daha çiğ. Ama vallahi tadı oradan mı geliyor bilmem çok güzel oldu benim çiğ börek. 3 su bardağı unun ortasını açıp içine neredeyse 1 su bardağı ılık su ve 1 tatlı kaşığı tuz koyup iyice yoğurdum. Neredeyse yarım saat sürdü yoğurma işi. Sonra hazırladığım hamurdan 6 tane beze hazırladım. Bezeler iri bir cevizden biraz daha büyüktü. 1 saat kadar ıslak bez üstünde dinlendirdim onları. Bu arada 200 gr. kadar kıyma içine maydanoz bir büyük kuru soğanın rendesi, karabiber, tuz ve bir domataes rendesi katıp iç hazırladım. Dinlenmiş bezelerin her birini bir yemek tabağı büyüklüğünde açıp içine bolca iç doldurup kapadım ve kızgın yağda kızarttım. İşte çiğ böreklerimiz hazırdı. Yanına da mis gibi ayran. Değişik bir tat oldu bize bu akşam ama 2 ayda bir yapmak sanırım en güzeli zira kalorisi pek yüksek, benden demesi.

Sunday, November 23, 2008

SICAK ŞARAP ZAMANI

Şimdi çok sosyetik bir başlık gibi oldu ama ilk kez 5 yıl önce Almanya'da yılbaşı zamanı içmiştim de pek hoşuma gitmişti. He pardon bir de taaa 12 yıl önce Moda'da bir İtalyan restoranı vardı orada yapıyorlardı. Kar zamanı pek bir ısıtıyor içini insanın hele bir de şömine başında...Her yıl Kasım sonunda hazırlamaya başlıyorum şıcak şarabı ve şişelere doldurup stok yapıyorum. Kışın özellikle de Sapanca'da çok iyi gidiyor. Bir yıl annemlerle Kartepe'ye çıktığımızda termosa koyup götürmüştük de açık havada karlara yayılıp içmiştik hiç unutmam o günü.

Bu yıl da hazırladığım şarabı ilk olarak bu hafta sonu içtik arkadaşlarımızla Sapanca'da. Çoluk çocuk cümbür cemaat oradaydık. Cumartesi sabahı gittiğimizde kesik olan elektrik pazar akşamı biz ayrılırken hala yoktu. Buzluktaki herşey eriyince onları da tüketme bahanesiyle sürekli bir yemek telaşı içindeydik, çocuklar içeride biz balkonda mangal keyfi eşliğinde buz gibi ama tertemiz havada keyifle bitirdik bir haftasonunu da.

Sıcak şarap demişken işte size malzeme ve tarifi;

* 2 şişe kırmızı şarap (kaliteli olmaması tercih sebebi)

*Bir şişe küçük votkanın yarısı

*250 gr. toz şeker

* Kakule (4 adet)

*Tane zencefil (2 adet)

*Badem
* 2 elma (4 parçaya bölümüş)

*Mandalina kabuğu
* 2-3 tane çubuk tarçın

* 250 ml. su
Tüm malzemeyi tencereye koyup kaynamaya başlayana kadar ocakta tutuyorum. Burası önemli çünkü şarabı kaynatmamanız gerekiyor. Kaynamaya başladığı anda ocaktan alıp bir gece bekletiyorum ve ertesi gün tülbetten geçirip süzüyorum. İsterseniz karafil batırılmış portakalı da tecerede bekletebilirsiniz, koku vermesi açısından. Şişelere koyup, içeceğimiz kadarını alıp ısıtıyorum. Tüm olay bundan ibaret. Kış için değişik bir tat, değişik bir ikram arayanlara tavsiye edilir.

Wednesday, November 19, 2008

CAN ÇEKTİ

Hakikaten de bir kere yediniz mi can hep çekiyor. Size öyle bir yer tavsiye edeceğim ki, burada yediğiniz sucuk ekmek ya da tavuk ızgaranın tadını bugüne kadar hiç tatmadınız bundan sonra da tadar mısınız bilmem. Eti, mermerin üstünde pişiriyorlar ama öyle lüks sosyetik kafelerdeki gibi mermer değil. İçinde ateş yanan üstü mermer olan aslında bir soba. Böylece duman ya da alevden et nasibini almıyor, son derece sağlıklı. Mermerin üstünde bir yandan çay pişiyor ve herşey son derece temiz.



Nerede mi? İzmit, Maşukiyeden Kartepe'ye çıkarken dağ yolunda, otele gelmeden 5 km önce, sağda. İsterseniz tentelerle kapatılmış alanda sobanın başında, isterseniz tüm Kocaeli yarımadası ayaklarınızın altında açık havada sucuk ekmek yiyebilir üstüne de demli çayınızı hüpletebilirsiniz. Gidince Yusuf'a da benden selam edin, İzmit'li Yusuf.

Tuesday, November 18, 2008

ÇORAP DEYİP GEÇMEYİN

Fotoğrafa bakıp ne düşündünüz bilmem ama ben bu çorabın faydalarını yazmak istedim. Aslında mail yolu ile gelen bilgileri burada yazmayı sevmiyorum ama kuzi Bahar öyle güzel bir mail yollamış ki paylaşmadan edemedim. İşte şu benim bir türlü giymeyi öğrenemediğim çorapların faydaları;


1. Bacak kısmını kesip, banyoda sabun kırıklarını içine koyup öyle
kullanabilirsiniz.
2. Bacak ve bel kısımlarını kesip kendinize sayısız lastik toka
yapabilirsiniz.
3. Aseton ile ikisi müthiş uyumludur ojelerinizi kestğiniz küçük
çorap parçaları ile temizleyebilirsiniz.
4. Bir bacağına naftalin ya da koku koyup dolabınıza
bağlayabilirsiniz.
5. Bel ve bacaklardan kestiğiniz parçalarla kağıtları bir arada
tutabilir, karton rulolalar için kullanabilirsiniz.
6. Eski naylon çorap harika bir cam temizleyicidir; bütün bir çorabı
katlayıp dikerek camları deterjanlamak için kullanabilirsiniz.
7. Naylon çorap basit cilalamalarınız için harika bir yardımcıdır.
8. Küçük parçalara kesip oyuncakları doldurmak için kullanabilirsiniz
9. Ev boyarkan karışımı kendiniz hazırlayacaksanız harika bir
süzgeçtir kovanın ağzına gerip boyadaki pürüzleri çorapla
alabilirsiniz.
10. Küçük bir şeyi düşürüp bulamadığınız zaman ( lens, iğne..vs.)
elektrik süpürgesinin ağzına geçirip elektrik süpürgesini öyle
çalıştırabilirsiniz. küçük parçalar çorapta kalacaktır.
11. Ayakkabıları cilaladıktan ya da boyadıktan sonra naylon çorapla
ovmak iki kat parlaklık verir.
12. Eski çorap, duvar kağıtlarını nazikçe ve etkili şekilde temizler.
13. Naylon çorap bacağına koyduğunuz kuru soğanları mutfağa
asabilirsiniz...
14. Evde fare varsa! aynı şekilde abur cuburları yukarıya bir yere
asabilirsiniz.
15. Havuzunuz varsa !! süzgeci naylon çorapla sarabilirsiniz; havuza
düşebilecek minik eşyalar kaybolmaz.

Sunday, November 16, 2008

PAMUK HELVA

Çocukluğuma ait neler hatırlarım diye düşündüm de, aklıma ilk gelenler Aslı ile oynadığımız beş taşlar, babaannemin bahçesinde yazları cümbür cemaat içine girdiğimiz şişme havuz, yapraklardan ve çamurdan yaptığımız sözüm ona dolmalar, benim isteyip annemin hiç almadığı elma şekeri...neymiş boyalıymış mış mış.

"Tarih, tekerrürden ibarettir" diye boşuna dememişler. şimdi kızım Duru da pamuk helva diye tutturuyor bu kez ben "boyalı kızım onlar, zararlı" diyorum o daha şimdiden mış mış mış diyor ama. Duru için Altınoluk demek pamuk helva demek çünkü nedense sadece orada bunun zararlı şeylerle yapılmadığını söylemişim bir kere, hala o söz devam ediyor. Ama İstanbul'da her pamuk helva gördüğünde bir söz düellosu yaşanıyor aramızda bu kaçınılmaz.








Ama artık o da mutlu ben de. Çünkü pamuk helvasını kendi yapıyor. Babasının aldığı makina ile sadece şekeri koyuyoruz ve yüksek ısıda telleşip karamelize olan toz şekerden pamuk helva yapıp afiyetle yiyoruz. Henüz beyaz yapmakta ısrarlıyım ama pembe diye tutturmuyor değil. Eh biraz gıda boyası koyacaz artık yakında galiba.

Tuesday, November 11, 2008

SONBAHAR TURU


Kasım ayında bir başka oluyormuş Altınoluk, Kaz Dağları, Assos. Hep yazları gittiğimden kalabalık, sıcak, curcuna...tabi bir başka güzellik o da ama bu kez ayrı bir zevk aldım aynı yerlerden. Kız kıza yapılan, hani delice gezilen, her durakta durulan, her dükkana girilen, "hadi çabuk ol" diyen olmadan ya da " of şimdi orası kalabalıktır boşver" lafı duymadan özgürce gezdik, her istediğimiz yerde durduk ve tabi çılgınlar gibi yedik. Kasım ayında yapılacak en güzel şeylerden biri Kaz Dağı'na çıkmakmış bunu tüm kalbimle söyleyebilirim. Kırmızı, sarı, yeşilin her tonu, yerlerde dökülen yapraklar, masmavi bir hava, ısıtan ama kavurmayan bir güneş, mis gibi zeytinyağları, taze havuç reçelleri, dallarda narlar, mandalinalar.. Ve Manici Kasrı'nın harika kahvaltısı ve İdaköy Çiftlikevi'nin manzarası ve her renkte olan begonvilleri, Assos'un denizi, Ergür'ün elmasları, daha neler neler...



Bendeniz şoför Nebahat olarak yollarda olunca uğranmayan yer, çıkılmayan dağ, gidilmeyen eskici antikacı kalmadı tabi. İlk gün sabah erkenden, yazları kalabalığına alışkın olduğumuz ve her sabah deniz keyfi yaptığımız sahile indik Duru ile. Bu kez sabahın ilk saatlerinde birkaç balıkçı vardı sahilde bize eşlik eden. Deniz sanki terk edilmiş gibi hüzünlü bir maviydi. Ne kağıt helvacı, ne simitçi, ne Zeynep Hanım ne Mustafa Bey, kimseler yoktu bizden başka. Kahvaltı için doğruca Yeşilyurt köyünde bulunan Kaz Dağının en güzel mekanlarından biri Manici Kasrı'na.



Burası doğal güzelliği yanında güleryüzlü personeli ile de gönlümüzü fethetti. Bizi kapıda karşılayan Tarık Bey, bir dediğimizi iki etmeyen garsonumuz Mehmet, güneşli hava kadar içimizi ısıttılar. Buraya giderseniz havuç reçelini tatmadan dönmeyin, hatta Tarık Bey'e biraz yalvarırsanız bir kavanoz da satın alabilirsiniz belki.



Edremit de hanımları çok ama çok ilgilendiren bir yer var ki, İstanbul'da böylesi yok. Elmasçı Ergür. Burası annemin bir keşfi ve aslında çoğu kişinin gidip de ayrılamadığı bir mekan. Özellikle ikinci el sattığı için fiyatları ilk ele göre çok çok uygun. Havran bölgesinde adtemiş eskiden beri, elmas takılmadan kız vermezlermiş erkek ailesine. Dolayısıyla burası tam bir elmas cenneti. Ergür Bey de yöre halkından bunları alıyor, bakımını yapıyor ve nefis bir şekilde sunuyor. Edremit çarşısının içinde Ergür Kuyumculuk. Uğrayın ama siyah üst giymeyin, yoksa ne taksanız yakışıyor ve aklınız orada kalıyor.




Bir diğer kahvaltı mekanımız bu kez yine Kazdağlarının bir köyü olan Çamlıbel'in tepelerinde Sema - İskender Azatoğlu'nun harika evi. İdaköy Çiftlik Evi diye bilinen bu mekan Edremit Körfezine öyle hakim ki kendinizi imparator sarayında hissediyorsunuz. Felsefe eğitimi almış Sema Hanım ile hukuk eğitimi almış İskender Bey öyle güzel bir eve sahipler ki, hem sevdikleri işi yapıp yeni dostlar kazanıyorlar hem de emekliliğin tadını çıkarıyorlar. Değişik renklerdeki erguvanları ise görülmeye değer.
Yol kenarında fotoğraf çektirmek için durduğumuz mandalina bahçesinin sahipleri ise tam bir Ege köylüsü. Dürüst, misafirperver ve canayakın. Fotoğraf çektirmek için arka bahçeye gittiğimizde kendimizi elimizde makaslarla mandalina toplarken bulduk. Duru için en keyifli anlar dalından mandalina ve zeytin topladığı zamanlardı. Evin bahçesindeki yüzyıllık çınarın altına kurulan sofa da oturmak nasıl da iyi geldi bana anlatamam.
Ve Assos. Antik liman kenti, taş diyarı, kedilerin yastığı bile taştan diyorlar Assos'ta. Ne kadar da boş ne kadar da sessiz. Ve Duru denizde. Havanın sıcaklığı, çocuk olmanın özgürlüğü ve doğallığıyla denize atlayıverdi. Ve Assosun taş sokakları, evleri. Ve ilk defa bu kez gittiğimde keşfettiğim Antonio Antique. Bahçesinde antikaları gördüğümde hele ki seramik kaplar ve sardunyaları hemen zili çaldım. Uykulu bir halde sahibi Serkan Şensoy açtı kapıyı ve içeri buyur etti. İçeride neler mi yok, peruklar, eski elbiseler, lambalar, avizeler, sandıklar ve neler neler... Ama geç kaldınız dedi. Eskiden kalan değişik elbiselerimiz yaz sonu bitti dedi ve bir daha ki sefere erken gelin diye de uyardı. Serkan Bey mimar ve eski taş evleri restore ediyor, en son Bozcaada'da bir rum evi restore etmiş ve şu an Assos'da. Yolunuz Assos'a düşerse özellikle uğrayın ve 41 kere maşallah alın. O mu ne, siz söyleyin o anlar. Ama balığa çıkmış olabilir dikkat edin.
Ve Tahtakuşlar Etnografya Müzesi, dünyanın en büyük deniz kaplumbağasının sergilendiği yer. Kuşlar, hayvanlar ve Duru'nun mekanı. Her hayvanı dikkatle inceledik ve ancak dışarı çıktık.

Güzel bir geziydi, dört bayan, her yaş, her kilo, her kafa... ama hep aynı heyecan...