Tuesday, July 22, 2008

CİK CİK










Uzun zamandır hayalini kurduğumuz köy hayatını, yeşil hayatı Sapancada yaşamaya başladık. Uzaktan horoz sesiyle kalkıp, köy pazarından yumurta yiyip, kırmızı domateslerle süslenen kahvaltı sofraları ve akşam üstü sulanan çiçekler, bahçede çay keyfi, akşam gün batımında mangal. Tabi en güzeli de şu ara bahçemizde gezinen Hansel ve Gretel. Birbirlerinden ayrılamayan civcivcikler. Sapanca pazarından alınıp kendileri, evimize tarafımdan getirildi ve hayvanlara dokunamayan benim tarafımdan yine ellenmeye başlandı. Duru'nun tutturması en sonunda sonuçlandı ve civcivler eve yerleşti.




Güllerimiz, civcivlerimiz, petunyalarımız hatta ve hatta ayak deşen arılarımız....
''fotoğraflar Erkan tarafından çekildi''

Monday, July 21, 2008

KIZIM BÜYÜYOR














"Bir çocuk doğduğu anda bir anne doğarmış...."

Aynen böyle, onunla doğuluyormuş hakikaten. Her şey onunla güzel, hiçbir ses onun sesinden daha canlı değil, hiçbir renk ondan parlak değil, hiçbir tat onun tadını vermiyor ve dünyada karşılıksız verilebilecek başka sevgi yok herhalde. Uykusuzluğa, açlığa, yorgunluğa, şişmanlığa, gürültüye, dağınıklığa ve daha pek çok yorgunluğa değecek tek şey çocuk.

Kızım bugün bir yaş daha büyüdü, daha dün gibi 21 Temmuz 2004. Kucağıma verdiklerindeki bakışı, kokusu, sesi hala gözümde ve bugün... Prenses elbisesinin içinde o kadar mutlu ki. Sen ne zaman büyüdün de, kıyafet seçmeye başladın, ne zaman büyüdün de mumlar üfledin, ne zaman büyüdün de bu kadar arkadaşın oldu.










Güzel kızım canım kızım al yanaklım annesinin bir tanesi hep mutlu ol, hep canım ol.





Wednesday, July 16, 2008

BİZİMKİSİ BÖYLE BİR İŞ



Tam 12 yıl…Değişik şehirler, insanlar, şirketler, oteller, yemekler…Akşamdan bavul hazırlanır, yeni bir konu ise öğrenci gibi çalışılır, bazen bir havaalanından bazen bir taksi durağından başlar yolculuk ya da sabahın karanlığında araba çalıştırılır. Böyle bir iştir eğitimci olmak, bavul elimizde gezeriz biz iş gereği. Güzeldir ama , 12 yıldır tanıdığım insanları anlatsam cilt cilt kitap olur herhalde. Bazılarıyla olan ilişkimiz artık dostluk boyutlarındadır hatta. Her şehirde bir evimiz olur neredeyse, ya da uğrayacak, çalacak bir kapımız. Bir heyecandır her yeni eğitim. Acaba nasıl bir grup? Acaba nasıl insanlar? Eğitim sonundaki yorgunluğu teşekkürlerle biten cümleler alır götürür.

Hele bir de uzun süreli bir çalışmaysa, herkesle samimi oluruz, şirket dedikoduları hatta önce bize gelir. Her şirkette çalışan gibiyizdir, bazen bir bankacı, bazen bir sigortacı, bazen bir satış danışmanı bazen hastabakıcı…Çoğu zaman psikologluk yaparız aslında, çözümü olmayan sorunları dinler kişileri rahatlatırız.

Sevmeden yapılacak bir iş değil anlaşıldığı üzere. Önce insanları sevmek lazım, sabırlı olmak lazım, hoşgörülü olmak lazım, kibar olmak lazım, yol gösterici olmak lazım, rehber olmak lazım…. Lazım da lazım.

Ben hele bir de birkaç çalışma arkadaşımla gidiyorsam şehir dışı bir eğitime, keyfim yerinde olur işte o zaman. Uçakta başlar gülüşmeler, eğlenmeye zorlarız sanki kendimizi. Eğitim bitiminde nerede ne yesek nereyi gezsek derdi başlar bazen. Sanki aylardır İstanbul dışındaymış gibi.

Hiç mi yorulmayız? Ayaklar şişer, ellerdeki ojeler eskir, kıyafetlerin ütüsü bozulur, perişan bir görüntü olur eğitim sonunda.

Ama değer mi?

Her şeye herkese rağmen değer

Monday, July 07, 2008

YOLLARDA

İnsan ancak bu kadar mutlu olabilir herhalde, kızının büyüdüğünü görmek ve onunla tatil yapmak, gezmek, eğlenmek. ..Bir haftalık tatil maceramız başlamıştı, benim küçük teyzem, Duru’nun büyük teyzesi Güler, Duru ve ben. Direksiyonda ben, Yenikapıdan Bandırma feribotuna bindiğimizde sanki herkes tatil için yollarda görüntüsü vardı. Duru çıplak ayak feribota yayıldı ve oyuncaklarıyla oynamaya başlamıştı bile. Bense sabahın altısında kalkmaya alışkın olsam da feribot sonrası araba kullanacağımdan biraz kestirmeye koyuldum, bu arada Güler Teyzem ve Duru da birbirlerine alışmış olsalar gerek ki uyandığımda gayet mutlu oynuyorlardı. Feribottan inişte tatil heyecanı işte başlamıştı. Ayçiçek tarlaları sağ ve solumuzda bizi selamlar gibiydi Bandırma yolunda. Duru ısrarla ne zaman geleceğimizi sormaktan yorulmuş olsa gerek uykuya dalmıştı bile. Ayran mekanı Susurluk, Balıkesir geçilince benim için Altınoluk’a geldik demek olur hep. Çünkü artık ağaçlık ve daha eski yollar başlar, yol kenarlarında sebze meyve satan rengarenk şalvarlı Ege köylüleri bir tablo gibi dizilirler. İvrindi, Havran, Edremit daha çok bir şehir havasında iken Akçay ile tatil başlar. Yazlık evler, yollarda mayolu insanlar, bahçe mobilyaları satıcıları “Burada tatil var, deniz var, huzur var” mesajı verir. Kaplıcaları ile ünlü Güre’yi geçince artık yavaş yavaş yolun sonuna geliyoruz demektir. Sağda Afrodit ‘i gördüğümde hep hazırlanırım artık arabadan inmeye. Ve işte Duru da uyanmıştı. “Anneeeee ne kadar uzağa yapmışlar bu Altınoluğu” derken sesi ağlamaklı ve son derece gergindi, o da bizler gibi serin sulara atlamaya, akşam çarşı gezmeye, ikindi çaylarında kurabiye yemeyi, sahilden geçen satıcılardan abur cubur almaya sabırsızlanıyordu.
Bavullar inerken, Duru bir senedir görmediği oyuncaklarını anneannesinin çekyatlarının altından çıkarmak için sürekli bizi meşgul ediyordu. Çocuk işte, ne evin tozu, ne annesinin yorgunluğu umurunda değildi. Evde yüzüne bile bakmayacağı kırık dökük oyuncaklar salona yayıldı, biz onların üstünden atlayarak üst kata bavulları çıkarttık ve sanki deniz bir saat sonra bitip tükenecekmiş gibi mayolarımızı giydik ve doğru sahile.
Kalabalık aileyiz vesselam. Sahilde bizi Almanya’da yaşayan yazlarını ise Altınolukta sahildeki evlerinde geçiren teyzemler karşıladı. Bu sene 2 kızları ve bizim de ilk defa gördüğümüz 1 yaşındaki torunları Frida ile tatil yapıyorlardı ve biz cümbür cemaat, çocuk sesleri, çığlıklar, oyuncaklar ile dolu bir hafta geçirdik. Altonulukta tatil benim için teyzeler, kuzenler, çaylar, gözlemeler, börekler, yüksek sesle konuşmalar, şen kahkahalar demek.
Duru ile yaptığımız en eğlenceli şeylerden biri de annemin üç tekerlekli bisikleti ile sahile inmekti. Aslında yürüyerek çok yakın olan denize bu bisikletle gitmek bizim için bir hareketti. Çünkü denize giderken küçük çaplı bir ev taşıyor gibiydik ve Duru bu kalabalıkta arka sepette oturmaktan çok keyif alıyordu. Havlular, deniz şemsiyesi, kolluk, çay temosu, bardaklar, meyva,Durunun oyuncakları. Bunların hepsi o sepete sığıyordu ve o da bunların en üstüne oturmaktan inanılmaz zevk alıyordu. Tabi arada sırada ayağa kalkıp beni bağırtmaktan da zevk alıyordu.
İsviçre Alplerinden sonra dünyanın ikinci bol oksijenine sahip Kaz Dağları eteklerine kurulmuş olan Altınolukun birkaç kilometre ötesindeki Küçükkuyu’ya mutlaka uğramanızı tavsiye ederim yolunuz Ege’ye düşerse. Hele ki Altınolukla Küçükkuyu arasındaki sınırda bulunan Hasanaki Et ve Balık restorantta Egenin türlü otlarını, mezelerini tadıp taze balıklarından mutlaka yemelisiniz. Denize sıfır olan bu mekanda güneşin batışını izlemek herhalde ölmeden yapılması gerekenlerin başında geliyor.
Deniz, yemek, güneş Duru için elma şekeri, mısır, açma, pamuk helva, meyve derken güzel günler çabuk geçer misali bir haftayı işte böyle geçirdik. Anılarda kalan güzel bir hafta ile tekrar İstanbul’a gerçek hayata döndük ama hala tatil anılarını konuşmaya devam.