Kızıma hemen bir kağıt verdim ve yeni yazmayı okumayı öğrendiğinden ne istiyorsa onu yazdı. Güzelce zarfa koyduk hatta zarfı yaladı yapıştırmak için....herşey aynı buraya kadar. Sonra postaneye gittik..İşte o çok değişmiş, postane olmuş banka. Numara alınıyor, makinalar var, herşeyi ayırıp organize eden. Hiç postacı görmedik, pul yapıştırmadık ama yine de çok keyif aldık. Genetik galiba bazı şeyler, yazmayı sevecek o da belli. Şimdi kütüphaneye gitmek istiyormuş, bir sürü kitabı bir arada görmeyi bekliyor heyecanla. Ben de merak ediyorum, kütüphaneler bıraktığımız gibi mi?
Tuesday, August 31, 2010
BAK POSTACI GELMİYOR
Kızıma hemen bir kağıt verdim ve yeni yazmayı okumayı öğrendiğinden ne istiyorsa onu yazdı. Güzelce zarfa koyduk hatta zarfı yaladı yapıştırmak için....herşey aynı buraya kadar. Sonra postaneye gittik..İşte o çok değişmiş, postane olmuş banka. Numara alınıyor, makinalar var, herşeyi ayırıp organize eden. Hiç postacı görmedik, pul yapıştırmadık ama yine de çok keyif aldık. Genetik galiba bazı şeyler, yazmayı sevecek o da belli. Şimdi kütüphaneye gitmek istiyormuş, bir sürü kitabı bir arada görmeyi bekliyor heyecanla. Ben de merak ediyorum, kütüphaneler bıraktığımız gibi mi?
Saturday, August 28, 2010
TAŞOZ ADASI
Taşoz çok ama çok büyük bir adaymış gerçekten de. Konaklamayı düşündüğümüz Patos’a doğru yol alırken adanın büyüklüğü ve yol boyu gördüğümüz mavi yeşilin tonları karşısında büyülenmiştik doğrusu. Sık sık ıssız koylarla karşılaşmamıza rağmen denize girmek ve konaklamak için Patos’a gitmeyi seçtik. Taşoz merkezden yaklaşık 20 km. sonra Patos’a vardık ama biraz daha yol kat edip öğle yemeğimizi Aliki’de salaş bir tavernada yedik. Aliki aynı zamanda bir kazı arkeoloji alanı ama biz buralarda hava sıcaklığı dolayısıyla gezmedik. Sahilinde yan yana birkaç salaş balıkçısı olan Aliki’de insanlar hem denize giriyor hem yemek yiyor. Harika bir manzara karşısında yediğimiz yemek sonrası , gelirken uğrayıp seçtiğimiz Kamari Otel’e yerleştik ve kendimizi denize attık. Otel, zeytin ağaçları içine konumlanmış ve kocaman havuzu ve yeşilliği olan bir mekan. Deniz, havuz, yeşillik ve odalarının şık dizaynı ile Kamari Otel’de güneşi batırdık ve akşam yemeği için Patos’un merkezine indik. Günlerdir deniz mahsülleri ve balık yemekten bıkmış olacağız ki, şehrin en iyi pizzacısı olduğu idda edilen ilk restorana kendimizi attık. Patos tam bir turistik mekan, hediyelik eşya dükkanları, barlar, kafeler, deniz kokan sokaklar.Yunanistan’a hele de Kavala’ya gelince Taşoz Adası mutlaka uğranması gereken bir mekan.
Dört dolu gün böyle geçti. Dedeağaç, Makri, Gümülcine, Fanari, İskeçe,Kavala, Selanik, Halkidiki, Yeni Mudanya, Taşoz Adası, Aliki, Patos….Geriye güzel anılar kaldı bir de Ulu Önder’imizin hatırları…Her seyahatin en güzel yanı yurda dönmek tabi, bayrağımızı görünce keyfime diyecek yoktu doğrusu.
Friday, August 27, 2010
SELANİK VE HALKİDİKİ YARIMADASI
Wednesday, August 25, 2010
KAVALA
İpsala'ya 174km. uzaklıkta bulunan Kavala'ya 1923 deki nüfus mübadelesinde Kapodokya Rumları yerleştirilmiş. Kavala müslümanları ise başta Kapodokya olmak üzere Anadolunun diğer yerlerine gönderilmiş. Yani aslında Kavala resmen Tekirdağ ile kardeş şehir olsa da duygusal anlamda Kapadokya ile kardeş.
Hediyelik eşya dükkanlarını geçip sağda ilerlerken Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın külliyesi çıkıyor karşınıza. Şu an otel olarak kullanıldığı için içini tam gezemedik ama otel olarak son derece güzel ve bakımlı doğrusu. Kavala'ya gidince burada kalmak isterim doğrusu, İmaret Hotel...35 derece öğle sıcağında kaleye çıkan dik yokuşu tırmanmak hepimizi yordu ama yol boyu evlerin balkonlarının güzelliği, rengarenk saksıları ve çiçekleri ile karşılaştığımız manzara herşeye değdi. Yolun sonunda Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın atlı heykeli ve Halil Bey Camii sizi bekliyor. Kalenin çıkışında bir kafe var ki, manzarası ve iç dekorasyonu bir harika. Burada mutlaka soluklanmak o havayı koklamak gerek.
Yavaş yavaş acıkmıştık ve önceden araştırdığım "Panos ve Zafira"yı aramaya yeni başlamıştım ki, sahilde tam önünde duruyormuşuz farkında olmadan. Bizi kapıda güleryüzlü ve çok iyi Türkçe konuşan Swetlana karşıladı ve onun önerileriyle harika bir ziyafet çektik. Panos ve Zafira, 1965 de Yunanistana göçmen olarak döndüklerinde Kavala Limanda bu şirin restoranı açmışlar. İşlerine olan sevgileri ve merakları ile kısa sürede çok başarılı olmuşlar ve ünleri dünyaya yayılmış. Ben de araştırdığımda BBC Good Food ve LA Times Gourmet tarafından ödüllendirildiklerini okumuştum. Burada yediğimiz deniz mahsüllerinin, otların ve balığın tadı uzun süre hafızamızda kalacak sanırım. Bu arada Panos ve Zafira şu an 90 yaşındalarmış ve köylerinde mutlu bir hayat sürdürüyorlarmış, kendilerinden sonraki nesil işe aynen devam...
Tuesday, August 24, 2010
ALEXANDROUPOLİS, KOMOTİNİ, XANTİ, FANARİ
Sabah beşte evden çıkışımızla, sınırı geçmemiz tam 4,5 saat sürdü ki saat dokuz buçukta Yunanistan topraklarında idik ve ilk durağımız gece de konaklayacağımız Alexandroupolis yani Türkçe adıyla Dedeağaç oldu. Dedeağaç, İpsala sınıra sadece 40km. uzaklıkta ve harika bir sahil şehri. İstanbuldan buraya haftasonu için balık yemeğe geliyormuş insanlar. Dedeağaç adını Meriç nehrinden alıyor, Yunanca adıyla Evros. Kalacağımız otel aynı adı taşıyan parkın içinde Grand Hotel Egnatia. Denize sıfır olarak konumlanmış ve kocaman havuzuyla otel çocukların çok ilgisini çekti tabi, onları tutmak ne mümkün. Önce deniz sonra havuz faslı yapıp yol yorgunluğumuza biraz daha yorgunluk katıp çevreyi gezmek için otelden ayrılıp arabamıza atlıyoruz ve ilk durağımız Gümülcine'ye doğru yola çıkıyoruz.
Sıra sıra dizili olan şehirleri şöyle bir gezip tekrar Alexandroupolis'e döndük ve sadece 12km. uzaklıkta bulunan Makri'de denize girdik. Makri, doğal plajıyla ve sarı kumu ile ünlü, kıyısında bir iki tane balık restoranı bulunan ve mutlaka görülmesi gereken bir yer. Makri'nin en ucunda bulunan Agia Paraskegi plajı hakikaten de denizinin berraklığıyla muhteşem. Kuavn Aktn adlı balık restoranı aynı zamanda oturmak ve güneşlenmek için de ideal. Dedeağaç gerçekten de deniz mahsüllerinin zenginliği, tazeliği ve ucuzluğu ile bizi çok şaşırttı. Yunan salatası denilen ve bizim çoban salatanın malzemelerinin biraz daha irice doğrandığı salata da tek fark içinde beyaz peynir olması.
Akşam şehrin merkezine indiğimizdeki kalabalık bizi çok şaşırttı. Gündüz tek tük dışarıda gördüğümüz kişilere nazaran akşam denize karşı sıralanmış kafelerde oturan, yürüyen insan kalabalığı ilginçti. Sanki şehir akşamları uyanıyordu. O akşam Fenerbahçenin Selanik'in Paok takımıyla oynadığı maçın da etkisiyle her yer kalabalıktı ve herkes dışarıda maç izliyordu. Tabi biz Fenerbahçeli olarak çok ses çıkarmadan cadde boyunca ilerledik.
Sabahın ilk saatlerinde İstanbul'da başlayan günümüz, son saatlerde Yunanistanın Alexandroupolis şehrinde bitti. Geriye, Gümülcine, İskeçe, Fanari anıları kaldı.