Güzel bir uyku ve harika bir kahvaltının ardından otelimizden çıktık ve Viyana'nın daracık sokaklarını keşfe çıktık. Şansımıza hava güneşli, sıcak ama bunaltmayan bir kıvamdaydı ve tam gezmek içindi. Otelimiz çok merkezi bir yerde olduğu için çoğu yere yürüyerek ulaşıyorduk. İlk durağımız Michaeler Meydanının hemen arkasında başlayan Hofburg İmparatorluk Sarayı oldu. Yeşil bir kubbe ve herkül heykellerinin süslediği çatı gerçekten de muazzam. Sarayda imparatoriçe Sisi'nin gümüş koleksiyonunun sergilendiği bir müze, eski imparatorluk daireleri, bir kilise, Avusturya Ulusal Kütüphanesi, Kış Binicilik Okulu ve Avusturya Başkanlık makamları yer alıyor. Sarayın yan bahçesindeki Mozart Anıtı 1896'da Viktor Tilgner tarafından yapılmış ve önünde çiçeklerle betimlenmiş bir sol anahtarı mevcut. Viyana'da bahçe ve park düzenlemeleri gerçekten de muhteşem, hepsi özenle tasarlanmış.
Hofburg Sarayının karşısında bir meydan var ki daha önce hiçbir şehirde bu kadar müze binasını bir arada görmemiştim. Müzeler meydanı denilen bu alanda karşılıklı ve çok benzer mimariye sahip iki müze var, birincisi Kunsthistoriches Muzeum yani Sanat Tarihi Müzesi diğeri Naturhistoriches Museum yani Doğa Tarihi Müzesi ve bunların ortasında Maria Terasa Anıtı. Daha görecek çok yer olduğundan bu sefer sadece Doğa Tarihi müzesini gezdik ve içindeki antropoloji, arkeoloji,mineroloji, zooloji ve jeoloji sergilerine hayran kaldık. "Willendorf Venüs" adı verilen bereket fiürünün yaklaşık 24.000 yaşında olduğunu duyunca ağzımız açık kaldı. Müze iki kata yayılmış. Zemin katta değerli taşlar ve mineraller var ki yaklaşık 20 milyon çeşit obje olduğu yazıyordu. Darwin'in evrimini anlatan ve tarih öncesi parçalardan oluşan kolleksiyonlar gerçekten de görülmeye değer. Birinci katta zooloji kolleksiyonları görülebiliyor.
Müzeden çıkıp sola doğru yürüyünce az ileride devasa Parlamento binasını görüyoruz. Parlamentonun girişi sokak seviyesinden yüksek ve buraya geniş bir rampadan ulaşıyorsunuz. Rampanın başında çok muhteşem heykeller var. Merkezdeki sütunlu girişin önünde tanrıça Pallas Athena figürünün hakim olduğu Athene Brunnen Çeşmesi bulunuyor. Parlamentoyu geçince Rathaus yani Belediye Sarayı bizi karşılıyordu. Bizim gittiğimiz tarihler Viyana Sanat Festivali zamanı olduğundan burası da dahil, bütün büyük binaların bahçesinde konser alanları oluşturulmuştu. Gün boyunca etkinlikler düzenleniyordu. Parlamentonun tam karşısında Burgtheather var yani tiyatro binası. Almanca konuşulan ülkelerin en prestijli sahnesi diye gösterilen Burgtheather 1888 yılında inşa edilmiş. Buradan biraz yürüyünce IV.Rudolf'un kurduğu üniversite binasının önüne gelmiştik ki burası aynı zamanda merkezi bir istasyon ve bizim akşam yemek için gitmeyi düşündüğümüz Grinzing'e giden 38 nolu tramvay buradan kalkıyordu. Programımızı değiştirip hemen biletlerimizi aldık ve iki katlı bağ evlerinden oluşan Grinzing'e doğru yola çıktık. Viyana'dan 20 dakikalık uzaklıkta bulunan Grinzing'de "Heurigen" adı verilen meyhaneler var ve özellikle akşamları çok hareketli oluyormuş. Buralarda kendi imalatları olan şaraplar çok güzel oluyormuş. Bize burada yemek yemek kısmet olmadı ama Grinzing sokaklarını gezmek çok keyifliydi. Viyananın hareketliliğinin tersine burası çok sakin, sessiz bir köy gibi. Özellikle evlerin çatı katlarının mimarisi çok değişik. Grinzing'den 38A nolu tramvayla Viyana korularının en yüksek tepesi olan 484 metre Kahlenberg'e çıktık. Zirvede bir televizyon anteninin dışında bir kilise, gözlem terası ve bir de restoran var. Bağları, kent manzarasını ve Tuna'nın köprülerini görebileceğinizi bu tepe özellikle bahar ayında çok güzel bir manzaraya sahip. Bu tepenin bizim tarihimiz açısından özelliği, 2. Viyana kuşatması sırasında Osmanlı Ordusunun Viyana'da gelebildiği sınır olması.
Tepeden yine 38A nolu tramvayla aşağı inip, Grinzing'in güzel kafelerinden birinde eiscafe ve apfeltorte dedikleri elmalı turtanın tadına baktık. Hakikaten Viyana tam bir pasta cenneti ve sizi resmen cezbediyor vitrinler. Bununla ilgili ayrı bir yazı yazabilirim çok yakında.
Viyana'nın benim için en kötü yanı mağazaların ve alışveriş merkezlerinin pazar günü kapalı olmasıydı. Cumartesi günü de akşam 18:00 de hepsi kapanıyor ve bizim alışveriş için çok az zamanımız kalmıştı. Bunu en iyi şekilde değerlendirmek ve birçok markanın bulunduğu aynı zamanda da kahvelerin sık bulunduğu Viyananın en işlek caddelerinden biri olan Mariahilfer'de yürümeye başladık. Tabi ben alışveriş yaparken Erkan her zamanki gibi bir kafede oturdu. Klasik bir bay-bayan sahnesi. Aslında bizim ülkemizde herşeyin en güzel var ama malesef benim Avrupa gezilerimde uğramadan geçemediğim ve çoğu ürünleri Türkiye'den giden H&M mağazaları var ki, kızım için harika ayakkabı, kıyafet,bijuteriyi buradan çok ucuza alabiliyorum. Türkiyeden ihraç edilmesine rağmen Türkiye'de malesef bu mağazadan yok olsa da eminim aynı fiyat olmaz. Otelimizin bulunduğu caddede 2 tane olmasına rağmen Mariahilferdeki çok daha büyük ve ferah.
Akşam olmuştu ve artık ayaklarımın altı su toplamıştı ama durmak yoktu. Kısacık zamanımızı iyi değerlendirmeliydik. Akşam yemeği sonrası havanın da güzel olmasını fırsat bilip Viyana'nın en ünlü simgelerinden olan tarihi dönmedolap için lunaparka gittik. Prater adı verilen dönme dolap 1896 yılında İngiliz mühendis Walter Basset tarafından yapılmış, 1945'de büyük kısmı yandığından orijinal kabinlerin ancak yarısı bugüne kalabilmiş. Biz yeni, üstü açık olana bindik ve Duru'nun bizi burada görse, onu bırakıp gittiğimiz için bize ne kadar kızacağını konuşarak ışıklar içindeki Viyana'yı tepeden seyrettik. Bu devasa lunaparkta çarpışan arabalardan korku tünellerine, çok yükseklere çıkan değişik makinalardan atlıkarıncalara kadar herşey mevcut.
Yoğun, hızlı ama bir o kadar da keyifli geçiyor Viyana günleri ve geceleri...
No comments:
Post a Comment