Saturday, January 31, 2009

SÖMESTRE TATİLİ

Aslında tatil demek de doğru değil çünkü Duru'nun okulu açık ama yine de sömestre tatili deniyor bu hafta ve diğer haftaya. Çocuklar okula gitmiyor Duru da ara sıra takılıyor bu hafta okula. Benim okul zamanlarımı hatırlıyorum da dört gözle beklerdim bu tatili. Çünkü annem de öğretmen olduğundan onun da tatiliydi ve evde oluyorduk hep beraber. Bütün bir sene özlediğim şey, annemle kahvaltı yapmak, gezmek, bir yere gitsem bile döndüğümde onun evde olması. Ne zaman şubat tatili olur o zaman kar yağardı hep ve biz mahsur kalırdık evde. İşte o zaman da ev gezmeleri yapardık yine benim en çok özlemini duyduğum şey. Annemle komşulara gitmek, çay börek kek yemek....Özlem işte ya da heves ya da özenti. Hafta başından program yapardık, bugün buraya yarın şuraya diye. Bir de hatırladığım, o zaman siyah beyaz olan televizyonun, şubat tatilinde bazı çizgi filmleri renkli olarak yayınlamasıydı. Ne büyük heyecandı bizim için dört gözle beklerdik bu programları. Ne güzel günlermiş, ne kadar mutlu günler.
Şimdi ben anneyim ve ben kızımı eğlendirmeye çalışıyorum sömestre tatilinde. O ne isterse onu yapıyoruz ve hep onunla geçiriyorum zamanımı. Geçenlerde duyduğum bir yaklaşımın doğruluk payının acaba gerçekten yüksek olup olmadığını düşünüyorum. Bir çocuk psikologu hani çok moda olan "kaliteli zaman" kavramını çürütüyor ve diyordu ki, çocukla kaliteli zaman geçirmek diye bir şey yok, çocuk her zaman anneyi yanında ister bunun azı çoğu yok, bu kavram günümüz hayat şartları, annenin çalışmak zorunda olduğu gerçeğini hafifletmek için yaratılmış, akla mantığa uygun hale getirmek için uydurulmuş bir savunma mekanizması, çocuğun anneye her zaman ihtiyacı var, çocuksam annemi hep yanımda isterim ben diyordu. Sanırım bir az düşünmek gerek doğru mu, ne kadar doğru. Ama gördüm ki, kızımla vakit geçirmenin hakikaten onun yanında olmanın azı çoğu kalitelisi yok.



Tiyatro, anneannesinin sergisi, orada yapıp kuzeni Bulut ile sattıkları resimler, ilk parasını kazanma gururu... ama en güzel anlar Bulut'un bizde kaldığı zamanlardı ki, biz de iki çocuğun ne olduğunu yaşadık. Kıyafet balosu yaptılar, mısır patlattılar, kurabiye pişirdiler, Pamuk ile oynadılar ve yorgunluktan gece baygın düştüler.

Sömestre tatili devam ediyor ve programlar yapılıyor, sırada Kaya Bebeğin ilk yaş günü ve Buggs Bunny gösterisi var.





Sunday, January 25, 2009

Bu Hafta Biterken

Sonbaharı bitireli çok oldu hani hüzün mevsimini, puslu günleri. Ama bu kış daha bir hüzünlü mü geçiyor ne, hergün yeni bir üzücü haber, yakınlarımdan alınan puslu sisli gündemler haydi hayırlısı. En çok da çocukların haberleri üzdü beni bu hafta, hastalıklar, ameliyatlar... Allah beterinden korusun demek adet de hani bunlar da az beter değil yani. Bu hafta biterken dua etmekten başka yapılacak bir şey yok "Allahım sen dermansız dert verme, gördüğümüzden geri koyma, ülkemizi koru, çocuklarımıza öncelikle sağlık ver" deyip yaşamaya devam. Bu hafta dedim ya küçük büyük yaşlı genç her kalp sıkıntıyla attı benim çevremde, hep bir hüzün vardı evlerde, ben belki bu hüznü bir az olsun dağıtır diye bu hafta benim için kafa dağıtıcı birkaç konudan bahsetmek istedim, sessiz bir pazar akşamında. İlki, 36 dilde çevirisi yapılan ve tüm ülkelerde en çok satanlar listesinde ilk sırada yer alan "Ye, Sev, Dua Et kitabı. Pegasus Kitabevinden çıkan kitapta yazar Elizabeth Gilbert yaşamını anlatmış. İtalya, Hindistan ve Endonezya boyunca içsel yolculuğunu anlatan kitaın 2009 yılında beyaz perdeye çekilmesi söz konusu ve Julia Roberts da Elizabeth Gilbert'i oynayacakmış. Herşeye sahip başarılı bir iş kadınının hayatındaki herşeyi bırakıp İtalya'da keyif, Hindistan'da ibadet ve Endonezya'nın Bali Adası'nda dünyevi hazlar ve ilahi yücelik arasındaki dengeyi arama hikayesini anlatan kitap benim için bu haftanın kitabı.



Bu haftanın DVD si , Boleyn Kızı idi. İngiltere Kralı 8. Henry'nin aşklarını ve bu aşklar içinde yer alan iki kızkardeşin hazin hikayelerini anlatan filmde entrika, aşk, ihanet adına herşey var. Mary ve Anne Boleyn öyle iki kızkardeş ki ihtiraslarının kurbanı olmuş iki zavallı.






Bu haftanın sinema filmi ise VALİ benim için. Rahmetli vali Recep Yazıcıoğlu'nu anlatan film, tv de verilen Köprü dizinin devamı imiş aslında, izlemediğimden diziye yorum yapamayacağım ama film gerçekten de şahane olmuş. Recep Bey'in son görev yeri olan Denizli'de çekilen film, Yazıcıoğlu'nun Denizli'de çok sıradan ancak arkasında yüzlerce soru işareti bırakan trafik kazasıyla ölümünün perde arkası, ucu uluslararası örgütlere ve gizli servislere dayanan ilginç olayları anlatıyor.

Thursday, January 22, 2009

TOP 4

Evim evim güzel evim. Evde vakit geçirmek, kitaplarımı okumak, değişik yemekler yapmak, puzzle varsa iki parça koymak, Pamuk cumartesi geliyor onunla yuvarlanmak, parça parça değişik değişik örgülerime iki ilmek atmak, bazen hafif kestirmek....hiç bıkmadan yapabileceklerim. Evimde olmak beni çok rahatlatıyor, her şey her yer tanıdık benim bizim. Hele bir de evde kimse yoksa müziğimi koyup en güzel kitabımı okurken değmeyin keyfime. İşte en rahat olduğum evimde vazgeçemediğim bazı eşyalar var ki, hayatımı kolaylaştıran. Onlarsız asla yapamayacağım şeyler. İlki evlendiğimiz günden beri bizimle olan sadık dostumuz sadece bir kez yenisiyle değişen - o da aynı marka aynı renk olmak üzere- ekmek kesme makinemiz. 2000 yılında evlendik ve annemin Almanya'dan bize getirdiği ekmek kesme makinemiz 8 yıldır bizimle ve biz bugüne kadar ekmeği hiç bıçakla kesmedik dersem asla abartı olmaz. Çünkü ekmek bıçağımız bile yok. O kadar rahat bir makine ki, hep fiştedir bizim evde. İki saniyede en zor ekmeği bile keser. 8 yıl içinde 1 kez bozuldu ve Almanya'dan yenisini aldık. Ve hep bizimle, onsuz mutfak düşünemiyorum.


İkinci güzellik, tüy toplama rulom. Manto, elbise üzerindeki tüylerden Pamukun tüylerine kadar herşeyi bu kağıt rulo ile toplayabiliyorum. Üst üste yapışkan kağıtlardan oluşan bu ruloyla tüyleri topladıktan sonra kağıdı koparıyorsunuz ve alttan yeni kağıt çıkıyor. Hem kolay hem ucuz olan bu rulo bizim evin vazgeçilmezi.




Biraz da sağlık. Son günlerde nar ve portakal karışımı meyva suyu bizim evin gözdesi. Portakal sorun olmuyor da nar çok zor bir meyva. Ama bu pembe aletle nar suyu bir harika. Yıkanması kolay, kullanması kolay pembe hanım mutfağıma ayrı bir renk kattı. Onsuz bir kahvalt olamaz.Bu arada nar gerçekten de çok faydalı bir meyva, özellikle anti aging yani yaşlanma önleyici bir etkisi varmış ki bunu öğrendiğimden beri sürekli içiyorum yiyorum diyebilirim.






Veeee güzellik. Bütün bunları yaparken bakımlı olmak da şart. Saçlar en önemlisi deyip bu düzleştirici makinemle artık saçlarım hep fönlü. İster kuaförde çektirdiğiniz fönü uzun süreli kullanmak için ister kendinize şık bir saç yapmak için bu alet bir afet.

Monday, January 19, 2009

PRATİK BİR AKŞAM YEMEĞİ

Evde en çok vakit geçirdiğin yer neresi diye sorsalar hiç düşünmeden MUTFAĞIM derim. Hele Erkan'ın bana hediye olarak yaptırdığı yeni mutfağımda - neredeyse 2 sene olmuş - yemek yapmak benim için çok keyif. Ama bu ara havadan mı, yorgunluktan mı bilinmez öyle çok uğraşmalı yemekler yapmıyorum, yapamıyorum. Bugün bir tv kanalında gördüğüm ama çok da izlemediğim bir yemeği yapmaya karar verdim ve iki üç dakika izlediğim ama sonunu tahmin ettiğim bu güzel et yemeğini pişirdim. Harika oldu diyebilirim, hem hafif hem kolay hem de görünümü hoş. Bunun için yarım kilo jülyen doğranmış antrikot ya da straganof ete ihtiyacınız var. Ben straganof kestirdim daha yumuşak olur diye ama pekala tavuk ya da hindi eti de olabilir. Eti biberiye (ben kurusunu kullandım bulursanız tazesi de çok hoş olur) ve zeytinyağ ile 2 saat önceden marin ettim. yarım sarı renk dolmalık biber, yarım kırmızı renk biber ve yarım havucu da jülyen doğradım. Vog'da çok az zeytinyağı ile önce eti pişirmeye başladım. Et suyunu bıraktı ve suyunu çekene kadar kavurdum daha sonra sırasıyla havuç ve biberleri ekledim. Onlar da yumuşayınca kimyon, karabiber ve tuzu ekleyip çok az pişirdim. Etin yanına güzel bir beyaz pilav ve mevsim salata ile harika bir akşam yemeği oldu.

Sunday, January 18, 2009

DAVETLİSİNİZ


Annemin 2009 un ilk sergisinine davetlisiniz...
24 ile 30 ocak tarihleri arasında sergiyi
gezebileceğiniz gibi,
24 ocaktaki açılış kokteyline de bekleriz efendim.
Kadıköydeki Beşiktaş İskelesinin karşısında
Kadıköy Belediyesi Meclis Binası'nda saat 16:00 da başlayacak.

Friday, January 16, 2009

AŞURE GÜNÜ

Geleneksel tatlımız aşure en sonunda bizim evimizde de pişti bugün. Yıllardır annem pişirir konu komşuya dağıtırdı ama benim nedense nasıl yapıldığı hiç ilgi alanıma girmemişti. Mutfağa çok meraklı olmama rağmen herhalde sadece aşureyi yemek kısmıyla ilgilenmişim....Amma velakinnnn "kızı olan aşure yapmalı" lafını duyunca sordum soruşturdum galiba biraz da canım aşure pişirmek istedi ve bugün daha doğrusu dün akşam başladım işe. Kızı olan niye aşure yapmalı sorusuna gelince; bir rivayet eskiden aşure pişince evin genç kızı dağıtırmış ki, bu evde gelinlik kız var mesajı verirmiş hane sahibi. Bir diğer rivayet eve bolluk getirsin diye imiş. Ama hakikaten de aşure o kadar bereketli bir tatlı ki, pişirirken anlıyorsunuz.

Akşamdan buğday, nohut ve fasulyeleri ıslatıyorsunuz o yüzden biraz hazırlaması zaman gerekiyor.


Aşurenin hikayesi de çok hoş: Nuhun gemisi, tufan sona erip, karaya oturduğunda, gemidekiler şükretmek için bir kutlama yapmak istemişler. Fakat geminin yiyecek ambarları neredeyse boşalmak üzereymiş ve bunun üzerine gemidekiler yiyecek ne bulurlarsa bir araya getirerek bir çorba pişirmişler ve aşure ortaya çıkmış.


Sabah olunca ilk işim sırasıyla fasulye ve nohutu haşlamak oldu. Canım düdüklü tencerem, iyi ki varmış vallahi. Yoksa akşama kadar değil yarına ancak pişerdi benim aşurem. Onlar haşlanırken bir yandan da ıslattığım buğdayları pişirmeye başladım. Tencerem pek hoştu doğrusu, bu tencere bu aralar elden ele evden eve geziyor, kimlere konuk olup aşureler kaynattı bir bilseniz.



Aşureliklerimin başında fasulye, nohut gelse de içine koymak için kabuksuz fıstık, fındık, portakal kabuğu rendesi, kuru üzüm, incir, kayısı, üstü için de nar, ceviz, tarçın ve toz antep fıstığı mutfakta hazırdı. Onlara bakmak bile keyif verdi bana. Buğdaylar haşlanınca (ki yiyince anladım biraz daha pişebilirmiş? tozşeker, fasulye ve nohutu koydum bir taşım kaynatıp ardından kuru üzüm, portakal rendesi, fıstık, fındık, kuru incir, kuru kayısıları ekledim. Bir taşım kaynatıp aşureyi kaplara boşalttım. Annemden hatırladığım aşure dağıttığı kapları bir daha geri alamama sorunu yaşardı hep. Bu nedenle ben kimseye dert olmasın diye, hazır dağıtma kaplarına koydum aşuremi. En zevkli kısmı ise üstünü süslemekti. Bir ara kendimi aşureleri seyrederken buldum. Hele bunu ben yaptım diye etrafa dağıtmak yok mu, beni çok mutlu etti.


Beni dışarıdan modern, rahat, ev işleriyle ilgisi olmayan biri olarak görür çoğu beni tanımayan insan. Hele işim gereği çok dışarıda ve sosyal olmam nedeniyle de bu imaj kuvvetleniyor belki ama elimde aşure kapı kapı gezince işte beni tanımayanların yüzündeki ifadeyi görmek çok hoş doğrusu.

Her geleneği, her adeti zamanında, yeri gelince yapmak hoşuma gidiyor, kızımda da aşurenin nohutlarının kabuklarını ayıklarken gördüğüm heves, onun da benim yolumda gittiğini hissettirdi bana.

Monday, January 12, 2009

HİBİSKUS

Ben bu Hibiskus ile bu hafta tanıştım ama ne kadar geç kaldığımı şimdi anlıyorum. Herşey ciğerlerim sökülürcesine öksürmem ile başladı. Öyle bir öksürük ki uyutmuyor, yedirtmiyor, nefes aldırmıyor. Sürekli gittiğim kuaförüm Ayhan her gittiğimde bana bir çay hazırlatır, içinde ada çayı (gerçek, dal şeklinde) ve değişik morumsu bir ot olan bir çay. Sıcak suyun içine bu ikisinden bir dal koyar ve 5 dakika bekletir sonra da ben afiyetle içerim. Bu gittiğimde bunları aldığı yeri sordum ve doğruca Bostancıdaki aktara gittim. Daha BiiZ kuaförden geliyorum deyince bana bir demet adaçayı ve bir torba da o koyu renk bitkiden verdiler. Bu nedir deyince bu Hibiskus dediler. Efendim Hibiskus, Latince adı Kerkedeh olan ve Sudan çöllerinde yetişen bir bitki imiş. Hibiskus da vücuda şifa veren, ferahlatan anlamındaymış. Hibiskus o kadar çok hastalığa deva oluyor ki, ölü hücreleri yeniliyor, öksürüğe iyi geliyor, kandaki şekeri düzenliyor, tansiyona iyi, kireçlenmeyti önlüyor, grip ve öksürükte nefes açıcı etkisi var. Ben aktara çok öksürdüğümü söyleyince bana kendi hazırladığı karışımı denememi istedi ve içinde başta hibiskus olmak üzere ayrıca zerdeçal, keten tohumu, hatmi, ebe gümeci,ısırgan yaprağı, meyan kökü, defne, tarçın, ada çayı, okaliptüs, mentollü nane olan bu karışımı verdi. Bir tatlı kaşığı karışımı bir sıcak su dolusu kupaya koyup 5 dakika bekletiyorsunuz ve içine şeker yerine bal koyup içiyorsunuz. Ben pratik çay süzgeçlerine koyup bekletiyorum , tadı biraz kötü; "adaçayı-hibiskus" karışımından hazırladığım o insanı hafifleten, sakinleştiren çaya benzemiyor ama öksürüğe çok etkisi var. Tavsiye ediyorum. Devir alternatifler devri ne yapalım, hem ucuz hem doğal hem faydalı.

Thursday, January 08, 2009

Hayatımdaki Önemli Numaralar


2542 İlkokul numaram

535 Lise numaram

9203039 Üniversite numaram

34 KA 503 Babamın ilk arabasının plakası, Anadol marka idi ve onu çok severdik ailecek

34 FGV 74 Benim ilk arabamın plakası, mor bir clio idi. Ben , kızkardeşim, erkek kardeşim hep bu arabada şoförlük deneyimi kazandık.

22 Ekim 1996 İlk işe başlama tarihim

25 Haziran 2000 Evlilik tarihimiz

21 Temmuz 2004 Kızımın dünyaya gelişi


Monday, January 05, 2009

İPEK

İpek, kuklamızın adı. Duru ile beraber yarattığımız , kırmızı saçlı, çılgın kuklamız İpek. Çok sevdik onu, akşam akşam bize neşe getirdi. Herşey Duru'nun okul defterine öğretmeninin yazdığı yazıyla başladı. Çocukların aileleriyle paylaşımda bulunarak hazırladıkları aylık aile proje çalışmasının bu ay ki konusu olan "Kukla Dükkanı Projesi" için Duru ile beraber yapmamızı istedikleri bir kukla. Duru bu tabi annesi kılıklı, tezcanlı. Tam akşam yemeği hazırlıkları sırasında tutturdu kuklamı yapalım diye. Evde malzeme var mı, sofra hazırlanacak mı, ne kuklası yapacağız, sonuçta ilk kukla deneyimimiz olacaktı bu. Biraz internete bakayım dedim neler yapılabilir diye ama nerede Duru'da o sabır..Ben de artık ne var ne yok evde döktüm ortaya, tabi biraz el işlerine meraklı olduğumdan fena malzeme de çıkmadı hani. İlk olarak silikon tabancamı çıkardım sonuçta en büyük yardımcım o benim yapıştırma işinde. Biraz kumaş, kırmızı tüy, Duru'ya oyuncak yapmak için aldığım plastik gözler ve renkli ponponlar. O an mutfakta olduğumuzdan ilk olarak gözüm kağıt havluya çarptı. Bitmek üzere olan havluyu çıkartım içindeki kartonu gövde olarak kullanabilirdik. Gazete kağıdını buruşturarak yaptığım kağıt topu, Erkan'ın eski bir beyaz çorabının içine koyunca işte harika bir kafa. Çorabı da rulo kartonun içine koyunca başı da dışarıda bırakınca işte kukla yavaş yavaş belirmeye başladı. Kırmızı çizgili kumaştan elbise ve beyaz dantelden fırfır pek yakıştı kuklamıza. Ben bu arada gözleri yapıştırma işini Duru'ya devredip kolları için araştırma yapmaya başladım ve evdeki plastik çatallar aklıma geldi. Karton rulaya delik açıp kolları takınca arkadan oynatılabilen hareketli bir kukla meydana geldi. Bu arada Duru gövdesini boyamaya başlamıştı bile. Saçlarrrrrr, ah işte o harika İPEK saçlar...Kuklamıza ruh katmaya gerek kalmadı o kadar eğlendik ki yaparken, eminim bizim ruhumuz ona yansımıştır. Kukla İpek şu an Duru ile PiBi Ayıcık seyrediyor, bu gece beraber uyuyacaklarmış İpek ile ve yarın Kukla İpek, Durunun okulunda çocuklarla hayat bulacak. Kukla dükkanını şimdiden merak ettim ben de.

Sunday, January 04, 2009

2009 Hoşgeldin



Duru okulda bir yeni yıl şarkısı öğrenmiş, geçen hafta hep onu söyledi: "Yeni yıl yeni yıl hoşgeldin bize, mutluluk getirdin bütün ülkemize..." keşke herşey bu şarkı gibi olsaydı.




Ama yeni yıl hiç hoş başlamadı ülkemizde, 1 ocak günü tüm haberlerde içimizi yakan acı bir tablo vardı, 7 pırıl pırıl gencin ölümü hem de acı bir şekilde ölümü. Bir an empati yapıyorsunuz o ailelerle, yakınlarıyla... sonra empati sempatiye dönüşüyor ve oturup saatlerce ağlıyorsunuz. Sonra bir başka kanalda bir başka haber izliyorsunuz, 35 yaşında bir bayan doktor evinde ölü bulundu derken spiker, ölenin soyadı tanıdık geliyor, cenazeyi taşıyanlar arasında eski bir dostu görüyorsunuz aniden ve evet o soyadı.. evet onun kuzeni....

Başka bir kanal, Gazze....

Ah be 2009 , acaba hep "kötü geçecek kötü geçecek" denildiği için mi bize böyle geldin, bize inat mı yapıyorsun?O zaman " süper bir yıl olacak , harika geçecek bu yıl" diyorum. Bu yıl herşey çok güzel olacak, gülmekten göz kenarlarımız kırışacak, neşeden kahkahadan sesimiz kısılacak. Çocuklarımız için "bu yıl çok güzel olacak". Ve çocuklar... hep böyle gülecek...oynayacak...
Yeni yılda tüm dileklerinizin gerçekleşmesi dileklerimle...