Wednesday, February 08, 2012

HAVVA ANA

Bu yaz çok duydum adını, herkes Havva Ana’nın kahvaltısından bahsediyordu, özellikle de damak tadını bilen, yemekten anlayan, aşure koçum, avukat, anne, öğretmen Zennur deyince gitmek şart olmuştu da bir türlü fırsat bulamamıştım. Kara kış kıyamette iş için Bodrum’a gidip eh bir de vakit bol olup araba kiralayınca kendimi Yalıkavak yollarında buldum. Fonda hafif bir müzik, sağ tarafım deniz sol tarafım çam ormanı, sessizlik, özgürlük içinde araba kullanıyor ve yiyeceğim enfes kahvaltıyı düşlüyordum. Yalıkavak’ı geçip Gökçebel Köyü okundan sola dönüp öyle bir tepe tırmandım ki, bir köy meydanına gelince etrafta ne Havva Ana ne bir tabela vardı. Yağmur bardaktan boşalır gibi, sokakta tek allahın kulu yok. Mandalina toplamaya çıkmış bir amca görünce telaşla sordum Havva Ana’yı..sola dön sağa dön bayraklı ev dedi ama solda yol yok ya da o yolsa bu araba nasıl geçecek....bizim mutfak kapısının genişliği kadar bir yoldan sapıp daha da dar bir başka yola oradan bayraklı eve...Gece fırtınadan taş taş üstünde kalmamış, in cin top oynuyor. Çaldım kapıyı, içeriden nur yüzlü, topluca, hafif Ege şivesiyle çıktı Havva Ana. Kış be kızım kapalıyız demez mi...Büktüm boynumu, o kadar yolu boşuna mı gelmiştim, yol boyu kurduğum kahvaltı hayallerde mi kalacaktı, iş toplantıma daha çok vardı ne yapacaktım ben? Beden dilimi o kadar hızlı okudu ki, e madem geldin sen tanrı misafirisin buyur gir evim sana açık dedi. Hele bir de İstanbul’dan kocası doktor olan Zennur’un arkadaşıyım deyince baştacı yaptı beni. Yağmur suyuyla bir çay demledi bana, bu çayın tadı başka yerde yoktur dedi. O arada “bekle ben bir ineği sağam gelem, dağa götürecek kocam birazdan onları” dedi ve ortadan kayboldu. O sırada ben yazın dolup taşan, randevusuz asla misafir kabul etmeyen bahçeyi gezdim. Taş fırın, yaza hazırlanan bergamut kuruları, kırmızı biberler, zeytin çeşitleri...Aslında bir cennete düştüğümü, herkesin arayıp da bulmadığı kahvaltıyı paşa gibi hem de Havva Ana ile sohbet ederek yapacağımı düşündüm ve uçarak içeri girip sobanın başına kuruldum ve sohbet başladı.

Doğma büyüme Bodrumlu Havva Ana. İki kardeşi var ve annesi birgün diyor ki “benim hepinizi okutacak gücüm yok; gel sen okuma ben sana çeyiz yapıvereyim, onlara yapmam”..Havva Ana çeyizi kabul etmiyor, beni lise bitene kadar okut başka birşey istemem diyor ve 1972 yılında açılan Bodrum Lisesi’nin ilk mezunlarından oluyor. O zaman köyden kasabaya giden sadece bir dolmuş var, aynı dolmuş bir de akşam dönüyor o kadar. Yani Bodrum’un boş, ıssız zamanları. Çok güzeldi o zamanlar görecektin sen buraları diyor.

Havva Ana’nın o zamanlar çeyizde gözü olmadığı gibi şimdi de gösterişte, eşyada, lükste hiç hevesi yok. Tek derdi oğluna iyi bir eğitim aldırmak ve gelecek bırakmak. Bu işe, bu harika kahvaltı sofralarına da zaten bunun için başlamış, oğlunu okutabilmek tek derdi. Ondan süt, tereyağ, yoğurt almaya gelen İstanbullu yazlıkçılar, her geldiklerinde Havva Ana’nın ikram ettiği çöreği böreği yerken bir yandan da ona hep bu işi meslek haline getirmesini, çok iş yapacağını söylüyorlar. O sıralar oğlu İlyas lisede ve eğitimi için paraya ihtiyaç var. Bir Amerikalı ile tanışıyor Havva Ana köyde ve kendi deyimiyle “Amerikalı da doğalcı ben de”. Birbirlerini çok seviyorlar çok şey paylaşıyorlar çünkü ikisi de doğal ürünler yetiştiriyor, toprak seviyor. Dostlukları ilerliyor, Amerikalı arkadaş Havva Ana’nın yaptığı yemekleri internete koyuyor ve hakkında yazı yazıyor. 1 hafta sonra arayıp TV’den geleceklerini orada program yapacaklarını söylüyor. Tam sebze meyve zamanı, herşey doğal ve Havva Ana herşeyden herkesten daha doğal. İşte o andan itibaren Havva Ana için güzel günler başlıyor. Fatih Terim ve Acun Ilıcalı’nın ziyareti ile ünü daha da yayılıyor. Bu arada ünlenirken o hiç boş durmuyor ya da rehavete kapılmıyor, hep kendini geliştiriyor, mekanını güzelleştiriyor, yenilikler yaratıyor. İŞİNİ GÜZEL YAPACAKSIN diyor başka birşey demiyor.
Yaptıklarını satıyor Havva Ana, özellikle de mandalina ve bergamut reçelini gelenlerin çok sevdiğini şişe şişe alıp götürdüklerini söylüyor. Özellikle belirtmeden de geçmiyor, eğer kahvaltı için yedek varsa veririm yoksa asla satmam, benim için önce gelenlerin mutluğu, doyması önemli diyor. Bahçeler bitmeden sezonu da açmıyor, önce çiçek, renk önemli onun için.

Geçen yıl İtalya Torino’ya gitmiş ve orada bizi temsil etmiş. Türk bayrağını taşıdım diyor gururla. Türkiye’nin yemeklerini, doğal ürünlerini, kültürünü orada anlatmış ve bir sürü de insan tanımış. Havva Ana bu kadar ilgiye, rağbete rağmen asla büyümeyi, daha fazla masa eklemeyi düşünmüyor. İstanbullu sanatçılar bana kızıyor yer yok, burnu büyüdü filan diyorlar ama büyürsem her telefonsuz geleni alırsam hizmet kalitem düşer, yine onlar zarar görür diye de ekliyor.

E başarı bu kadar büyük olunca meyve veren ağaç taşlanır misali Havva Ana’yı da eleştiren çok. Komşuları, onlarla görüşmediği, gidip gelmediği için pek şikayetçilermiş. Valla isteyerek değil ama vaktim yok diyor. Maya at peynir yap, yaza sebze meyve hazırla, etrafı yıka pakla, süt sağ derken gün geçiyor,onlarla laf yapacak zamanım kalmıyor diyor. O kadar içten o kadar nur yüzlü bir insan ki, bilerek isteyerek insanlardan kaçması zaten mümkün değil.

Benim asıl ilgi alanım anneliğe gelince Havva Ana kendini çoooookkkkk fedakar bir anne olarak görüyor. Oğlu için yapamayacağı şey yok ve her annenin de fedakar olması gerektiğini, çocuğu için her tür zorluğa katlanması gerektiğini ama yeni nesil annelerin biraz rahatlarına düşkün olduğunu da ekliyor. “Peki ya sen?” deyince, o; çoktan kaderine razı:” ileride kadın tutar baktırırlar bize de, e ne yapsınlar işleri güçleri olacak tabi” diyecek kadar da hoşgörülü ve gururlu.

İşte Bodrum’dan Havva Ana izlenimlerim böyle. Ben kabak çiçeği dolmasını, elleriyle yaptığı ekmeğini ve daha çok şeyini tadamadım ama insanlığına, doğallığına, tereyağına, reçellerine bayıldım. Yolunuz düşerse mutlaka Havva Ana’da kahvaltı yapın derim. Öyle deniz manzarası, şık koltukları, tam takım çay bardakları yok, bunları beklerseniz hiç gitmeyin. Gitmişken köpeği Yıldız’a da benden de selam söyleyin. Ama asla telefon açmadan gitmeyin üzülürseniz sonra karışmayız. Şımarıklığa, ukalalığa hiç gelemiyor ha benden söylemesi. Sanatçı sanatçılığını, gazeteci gazeteciliğini, insan insanlığını bildikten sonra kapımız herkese açık diyor ve son sözü de ekliyor: “İŞİNİ GÜZEL YAPACAN,BEN BAŞKA ŞEY BİLMEM”.

Havva Ana (cep): 0532.684.79.66
Ev: 0252.386.33.06

1 comment:

Anonymous said...

Yine gittin, buldun,başardın Banu ya....tebrikler sana..senin Havva ananın evinden aradığın günden beri ben hayallerinde Gokcebel de geziyorum :))) gittin ve bakan değil gören gözle keşfettin geldin ..helal olsun :))