Sunday, October 31, 2010

GAP 1, Gaziantep

Ekim ayı boyunca yaptığım iş seyahatlerinin yorgunluğu bana yetmemiş olsa gerek ki, 27 Eylül sabah 04:30 da kendimi yine o sürekli beklediğim Atatürk Havalimanında buldum. Bu kez yanımda kızım ve eşim de vardı tabi. İstikamet bu kez GAP turu idi ve ilk olarak Gaziantep'e uçacaktık. İnsanın Bora Canay gibi bir arkadaşı, Burçak Altunay gibi bir de rehberi olunca, üstüne üstlük bir de mazide harika bir Antakya-Halep turu varsa sabahın kaçı olduğunun pek önemi yok doğrusu. Uçağımız yağmurlu İstanbul'dan kalkıp, güneşli ve pırıl pırıl Gaziantep'e tam iki saatte ulaştı. İş için olmayınca uçmak da, seyahat de, uykusuzluk da çok hoş geliyor insana doğrusu, hele herkes okula, işe, mesaiye giderken sizin sallana sallana gezmeniz......nasıl güzel bir duygu bu....
Güneydoğu anadolu bölgesinin en büyük şehrine girdiğimizde Türkiye'nin 10 km. uzunluğundaki en büyük parkı 100.yılı transit geçerek ilk durağımız Zeugma Mozaik Müzesine ulaştık. Müze girişinin hemen karşısında bulunan Theonoe bizi karşılamak için bekliyordu sanki. Hemen önünde aşk ve ruhun yanyana simgelendiği mozaikte Eros aşkı, Psykhe ise ruhu simgelemekteymiş. Oldum olası mitolojik hikayeleri başkalarından dinlemeyi sevmişimdir, kendim okumak yerine. Burçak da o kadar güzel anlatıyordu ki doğrusu, müzenin Mars salonuna ulaştığımızda hikayeler iyice çeşitlendi. Savaş ve bereketi simgelemesiyle Dünya'da bilinen tek Mars heykeli hakikaten de çok ilgi çekici. Müzenin bir diğer bölümü ''Kadınlar Odası''ndaki gözyaşı şişleri en ilgi çekiciler arasındaydı benim için bu gezide. Roma döneminden itibaren, hanımlar eşlerini askere ya da savaşa yolladığında ardından döktükleri göz yaşlarını şişelere doldururlarmış. Dönerlerse şişeyi kırarlar, dönmez şehit olurlarsa bu şişeleri mezara eşlerinin yanına gömerlermiş. Vay vay vay yani..Özellikle Dülük'de bulunan paleolitik taş aletlerinin ve bunların kullanımına yönelik materyallerin yer aldığı vitrinler takdire şayandı doğrusu.Buradan takıların olduğu ve Zeugma'nın sembolü olan ve hepimizi hüzünlü bakışlarıyla süzen Çingene kızının da bulunduğu, salona geçtik. Başlığı ve alnının kısa olması sebebiyle ilk bulunduğunda Çingene kızı olarak adlandırılmış. Saçlarının ikiye ayrılması, gözleri ve burun yapısıyla bazı arkeologlar tarafından Büyük İskender olarak da tanımlanmakta. Her kim olursa olsun insanda bir etki yaratıyor doğrusu. Gerçekten de Antakya Mozaik Müzesine göre çok daha büyük ve çok daha güzel sergilenmiş Zeugma'yı geride bırakarak Türkiye'nin ilk özel arkeolojik cam eserleri müzesi Medusa'da aldık soluğu ve içtik çayları. Eski bir Antep evinin restore edilmesiyle oluşturulan müzenin öyle bir avlusu var ki insanın kalkası gelmiyor. Hele sabahın dördünden beri ayakta iseniz...Türkiye'nin her yerinden eserlerin bulunduğu müzede telkari atölyesi, cam boncuk atölyesi tabi biz hanımların gözdesi oldu. Ömer Bey'in alevle işlediği cam boncukların nasıl yapıldığını görünce evdeki yerlerde sürünen boncukların değerini o zaman anladım işte. Yıllar önce İtalya'nın Murano adasında izlemiştim yine bir camın nasıl işlendiğini. Roma dönemine ait kandillerin,bayan takılarının, defne yapraklı kemerlerin ihtişamı karşısında büyülendim adeta. Hele tüm bunların bir hanım kolleksiyonere ait olduğunu duyunca ve kendisiyle tanışınca Türkiye'de daha gezecek çok yer daha öğrenilecek çok şey olduğunu bir kez daha anladım.








'Anteplileri nasıl gözlerinden öpmem ki, onlar sadece şehirlerini değil, bütün ülkeyi kurtardılar' diye boşuna dememiş Atamız. Yerden 35-40 metre yüksekliğindeki Antep Kalesine çıktığınızda bu sözü çok daha iyi anlıyorsunuz.Günümüzde"Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması Müzesi" müzesi olarak kullanılan kalede destanlar canlandırılmış, gezerken o anları hissediyorsunuz adeta. Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcut. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kale’nin 36 burcundan bahsetmiş zamanında.
Ve işte yemek vakti, en güzel anların başladığı dakikalar. Lahmacunu, fıstığı, baklavası, kebabı ile Antep. İmam Çağdaş'ta lahmacun ile başlayan aşkımız Ali Nazik ile devam etti ama en önemli devre tatlı kısmı oldu. Yabancı Damat dizisi ile aklıma yer etmiş baklava ve fıstıklı dolamalara dayanamadım doğrusu, siz deyin bir ben deyim üç....Yemek sonrası, ünlü bakırcılar çarşısına bir anda dağılıverdi grubumuz. İstanbul Kapalı Çarşı kültürüne çok alışık olan bendeniz şöyle şipşak bir yemeniciler, bakırcılar, baharatçılar turu sonrası, yerel bir han kahvesinde çay yudumlamayı tercih ettim doğrusu kızım ve eşimle. Gerçekten de oturup insanları izlemek, kendi hallerinde yaşayıp giden mutlu ya da mutsuz doğu insanını tanımak, renklerini, seslerini, kokularını duymak, işte bütün anlam burada benim için. Otele girmeden önceki son durağımız Gaziantep Hayvanat Bahçesi oldu ki, burası meğerse Türkiye'nin en büyük hayvanat bahçesiymiş. Büyüklüğünün yanısıra temizliği de takdir edilecek haldeydi doğrusu. İstanbuldakilere bakınca burası hakikaten bir hayvan cenneti.
Zaman hızla akıp geçmiş akşam oluvermişti, konaklama yapacağımız harika otelimize girip, eşyalarımızı yerleştirip biraz dinlendikten sonra harika bir mekana akşam yemeğine gittik ki, dillere destan bir tarihi bina BAYAZHAN. Koskocaman bir avlu içinde yöresel ürünler satılan dükkanlar, restorant,1 adet Kahve Evi ve harika bir ortam. Hiçbir şey yemeseniz bile sadece o ortamı, tarihi yaşamak bile yetiyor insana.
GAP turumuzun ilk gününü uzun uzun yaşadık ve güzel anılarla günü kapadık, geriye aklımızda modern ama bir o kadar tarihine düşkün Antep yani Gaziantep kaldı.

1 comment:

Anonymous said...

Dunyayı gezıp GAP ı gormemek utanc benım ıcın..Mısır cok mu guvenlıydı kı gıttık gezdık gorduk..Daha guvenlı gunlerı beklemek ne kadar sacma olsada aıle ıcı demokrasıyı koruma adına bıraz daha bekleyelımm...Okudukca daha cok heyecanlandım daha cok merak ettım..Kalemıne saglıkkk Banucum..Bu kadar yogunlugunun arasında blog una zaman ayırıp yazdıgın ıcın ayrıca bır takdıre degersın...ıyı kı yazdın ıyı kı paylastın...harıka olmus..