Wednesday, August 25, 2010

KAVALA

Alexandroupolis, Gümülcine, İskeçe ve bir sonraki durağımız KAVALA. İşte yıllar boyu tarih derslerinde okuduğum KAVALALI MEHMET ALİ PAŞA'nın memleketine geldim. Keşke bu dersleri okurken görme şansım olsaydı buraları, eminim çok daha akılda kalırdı. Sahil kenti Kavala'ya arabayla girerken sanki Monako'ya gelmişiz gibi hissettim. Aynı orası gibi dağlara kurulmuş ve onun gibi yaşam standartları yüksek bir şehir belli ki.
İpsala'ya 174km. uzaklıkta bulunan Kavala'ya 1923 deki nüfus mübadelesinde Kapodokya Rumları yerleştirilmiş. Kavala müslümanları ise başta Kapodokya olmak üzere Anadolunun diğer yerlerine gönderilmiş. Yani aslında Kavala resmen Tekirdağ ile kardeş şehir olsa da duygusal anlamda Kapadokya ile kardeş.
Şehrin merkezinde tam da meşhur Kavala kurabiyecisinin karşısında otopark bulup arabamızı park edip şehri yürüyerek keşfe çıktık. İlk olarak merkezde bulunan Nikolai Kilisesini gördük. 1530’da İbrahim Paşa adına Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı cami, 1926’da kiliseye dönüştürülmüş. Yunanistan'da bu şekilde önce cami olup sonra kiliseye dönüştürülen çok sayıda eser var. Kilisenin ana caddeye bakan tarafından yukarı kaleye doğru yürürken sanki Safranbolu'da geziyoruz gibi hissettik. Evlerin mimarisi, kahvede oturan insanlar, sokak isimleri birer küçük Türkiye adeta. Yol boyu hediyelik eşya dükkanları sıralanmış, hatta birinde alışveriş yaparken sahibi ressam bayan İstanbuldan geldiğimizi öğrenince, Binbir Gece dizisindeki Şehrazat ve Onur'un sık sık buluştukları içinde şadırvan olan kahvenin nerede olduğunu sorması ilginç oldu. Yunanistan'da şu an en çok izlenen dizi imiş meğerse. Tabi bir İstanbul gezgini olan ben, kahvenin adresini bayana verince bir sürü el yapımı hediyenin de sahibi oldum. Bu bayan resim çizip bunları magnet olarak satıyor ve İstanbulda da bu kahvenin manzarasını çizip magnet yapmayı çok arzu ediyormuş. Kimbilir belki yine yolum düşer de bu kez onlardan satın alırım.

Hediyelik eşya dükkanlarını geçip sağda ilerlerken Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın külliyesi çıkıyor karşınıza. Şu an otel olarak kullanıldığı için içini tam gezemedik ama otel olarak son derece güzel ve bakımlı doğrusu. Kavala'ya gidince burada kalmak isterim doğrusu, İmaret Hotel...35 derece öğle sıcağında kaleye çıkan dik yokuşu tırmanmak hepimizi yordu ama yol boyu evlerin balkonlarının güzelliği, rengarenk saksıları ve çiçekleri ile karşılaştığımız manzara herşeye değdi. Yolun sonunda Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın atlı heykeli ve Halil Bey Camii sizi bekliyor. Kalenin çıkışında bir kafe var ki, manzarası ve iç dekorasyonu bir harika. Burada mutlaka soluklanmak o havayı koklamak gerek.

Yavaş yavaş acıkmıştık ve önceden araştırdığım "Panos ve Zafira"yı aramaya yeni başlamıştım ki, sahilde tam önünde duruyormuşuz farkında olmadan. Bizi kapıda güleryüzlü ve çok iyi Türkçe konuşan Swetlana karşıladı ve onun önerileriyle harika bir ziyafet çektik. Panos ve Zafira, 1965 de Yunanistana göçmen olarak döndüklerinde Kavala Limanda bu şirin restoranı açmışlar. İşlerine olan sevgileri ve merakları ile kısa sürede çok başarılı olmuşlar ve ünleri dünyaya yayılmış. Ben de araştırdığımda BBC Good Food ve LA Times Gourmet tarafından ödüllendirildiklerini okumuştum. Burada yediğimiz deniz mahsüllerinin, otların ve balığın tadı uzun süre hafızamızda kalacak sanırım. Bu arada Panos ve Zafira şu an 90 yaşındalarmış ve köylerinde mutlu bir hayat sürdürüyorlarmış, kendilerinden sonraki nesil işe aynen devam...
Güzel bir yemeğin ve kahvenin ardından, meşhur Kavala kurabiyelerimizi de alıp Selanik'e doğru yola çıktık. Bekle bizi Ata'm sana geliyoruz az kaldı...

No comments: