"Uçurtmayı vurmasınlar" adlı bir film beni çok etkilemişti yıllar önce. Annesiyle hapishanede yaşayan bir çocuk vardı. Kaderin cilvesi derler ya tam bu deyişe uygun bir kader, şans her ne ise. Bugün sahilde düzenlenen uçurtma şenliğinde bir an nasıl olduysa geldi bu film aklıma. Herhalde üçümüz güzel havada, uçsuz bucaksız gökyüzünde uçurtmaları seyrederken aslında ne kadar özgür ve aslında ne kadar şanslı olduğumuzu düşünürken bir yerde aklıma geldi. Masmavi pırıl pırıl deniz, sıra sıra dizilmiş prenses adaları, rengarenk yelkenliler ve gökyüzü canlı mı canlı renkli mi renkli. Öğle saatlerinde uçurtmalarımızı aldık ve doğru sahile indik. Biz küçükken uçurtmamızı kendimiz yapardık. Rengarenk kağıtlar arar bulur, özel çıtalar kestirir onlardan harika uçurtmalar yaratırdık. Bugün artık ne vaktimiz olduğundan ne de çıtaları bulacak o mahalle marangozları olmadığından eskiden aldığımız uçurtmaları alıp düştük yola. Malesef iki uçurtmamız da bizi yarı yolda bıraktı aslında. İşte bizim yaptığımız uçurtmalar bize bunu yapmazdı. Birinin yapışkanı çıkmış diğerinin de ipini evde bırakmıştık ve yeni bir uçurtma almamız şart oldu. Baba kız büyük hazırlıklardan sonra uçurtmayı uçurtmayı başardılar.
Ama en güzel uçurtma en yüksekte salınan Türk bayraklı olanıydı. Göklerde dalgalanıyor ve Türk'ün gücünü sanki herkese kanıtlıyordu.
No comments:
Post a Comment