13 Nisan 2007 Cuma , 2. Gün
Prag'da yine güneşli bir güne kalktık cuma sabahı. Bugün 2 saat uzaklıkta Karlovy Vary şehrine yolculuğumuz...Saat 10 gibi otobüse bindik ve ilk durağımız Prag'ın dışında bulunan "Lapis" adlı Türk mücevherat mağazası. Efendim Pragda en ünlü şeylerden biri de Çek Granadası diye bilinen bizim lal taşı olarak tanıdığımız taşlar. Bu lal taşı meğerse Çeklere aitmiş ve kayaların üzerinde bite bu taşlar işlenerek çeşitli amaçlarla kullanılıyormuş. 5 katlı Lapis mağazası da en ünlü üretim ve satış merkezlerinden biri ve mağazanın neredeyse tüm çalışanları Türk. Bu kadar Türk'ü bir arada Prag'da bulmak çok zor olduğundan Türk havasını içimize çekerek Lapis'in güzel çaylarından içip kısa molamızı tamamlayarak Karlovy Vary'ye doğru yolumuza devam ettik. Karlovy Vary diğer adıyla Karlsbad bir kaplıca cennetiymiş. Çok fazla SPA merkezi ve termallerin olduğu bu şehirde 1916 yılında ulu önderimiz Atatürk de tedavi amaçlı bulunmuş ve burada kalıp bu güzelliği görünce Yalova Termal'in yapım emrini vermiş.
Şehre geldiğimizde burası bir şehir mi cennet mi gerçekten karar vermekte zorlandık. Viktorya dönemini yansıtan tarihi bulvarların olduğu, manolya bahçelerinin bulunduğu, en güzel mücevher ve kristal mağazalarına sahip bu şehir bence dünyada görülmesi gereken ilk yerlerden biri. Şehrin belli yerlerinden 55 derece akan su neden buranın bir termal cenneti olduğunu çok açık gösteriyor. Zaten şehrin adı Karslbad da "Kral'ın Banyoları" anlamına geliyormuş. Bizler Türk geleneği şifa niyetine suları yüzümüze sürerek şehri turlamaya devam ettik. Ama bence bu şehir kaplıca özelliğinden çok, ortasından geçen nehir, kıyı boyunca muazzam binaları ve parklarıyla çok daha ünlü olmalı. Annemle şehrin altını üstüne getirerek Casino Royal filminin çekildiği mekanları ve James Bond'un filmdeki ünlü casinosunun olduğu Grand Otel Pupp un önünde fotoğraf çektirerek köprü üzerine kurulmuş bir kafede cappucinolarımızı yudumlayarak Karlovary turumuzu bitirdik. Otobüse döndüğümüzde herkes mis gibi havanın etkisiyle çarpılmış bir biçimde uykuya daldı. Ta ki ünlü bira fabrikası Krusovice'e gelene kadar. Çekler tam bir birakolik. Ülkede 500 çeşit bira varmış hatta bazı restoranlar biralarını kendileri yapıyorlarmış. Zaten biranın yapımında kullanılan şerbetçi otu denilen bitki de yol boyunca tarlalara çoktan ekilmiş ve eylül ayında yapılacak hasatı bekliyor. Öyle normal bira bardaklarıyla da içmiyorlar devasa kaplarda servis ediliyor biralar ve tüm cafelerde sudan ucuz. Krusovice fabrikasının bahçesine de iki tane dev fıçı şeklinde prefabrikler yapmışlar: birinden bira alıp içiyor diğerinden kasalarla bira satın alabiliyorsunuz. Ben de hatıra olarak bardak ve iki şişe birayla buradan mini bir alışveriş yaptım. Otele döndüğümüzde akşam olmuştu ve Karlovy Vary'den aldığımız ufak tefek hediyeliklere bakarak annemle biraz günün yorgunluğunu atmaya çalıştık. Prag gerçekten de incik boncuk hediyelik açısından cennet. Akşam bu kez de şehrin diğer bir tarafı olan ve New Town diye adlandırılan Yeni Şehir'de gezmek için düştük yola. Otelimizden yürüyerek yaklaşık 2km. sonra vardığımız Vaclav Meydanı tam bir Paris'in Champ Elysee 'si. Komünist rejimin devrildiği meydan olan Vaclav çok geniş bir cadde ve Champ Elysee'nin sonundaki zafer anıtı gibi bu caddenin sonunda da Ulusal Müze ve hemen önünde de Aziz Vaclav'ın atlı heykeli var. Bu meydandaki binaların çoğu otel ve restoranlara dönüştürülse de, ortaçağ da at pazarı olarak kurulan meydan çok önemli bir alışveriş merkezi aynı zamanda. 700 metre uzunluğundaki meydanın sonunda KFC'den aldığımız yiyeceklerimizi bulduğumuz en güzel manzaralı bankta yerken annemle harika ve ışıl ışıl parlayan tarihi Europe Oteli de bize gülümsüyordu. Son olarak eski şehir meydanında limonlu çaylarımızı yudumlarken önümüzdeki saat kulesi de çalmaya başlamış ve çıkan havariler bizi uğurluyordu, sabaha görüşene kadar.
No comments:
Post a Comment