ÇOK SEVDİĞİM BİR KARDEŞİM ARMAĞAN ŞAHAN'IN KALEMİNDEN....
AĞLAMA ANNE…
“Anne lütfen fön çektirme, çok sıkıldım, yarın çektirirsin”
“Eee kızım ama sen çektirdin”
“Olsun, sıkıldım diyorum, yarın çektir”
“Peki, peki tamam”
…
“Denize bak ne garip”
“Aaa gerçekten, hani böle filmlerde dalgalar uzaktan uzaktan gelir ya, öyle olmuş”
“Allah Allah, hayırdır inşallah”
…
Özetle böyle bir gündü. O zamanlar tam ağabeyimle birlikte dışarı çıkmak istediğim, arkadaşlıklarına özendiğim, kız arkadaşlarını model olarak benimsediğim dönemler… Defalarca ısrar etmiştim beni de götür bir gece çıkarken diye. İstemiyordu tabi, haklıydı da belki kendince. Ama o gece? Hadi kalk tamam gel bu akşam benimle dedi. Şaşırdım. Çok da sevindim. Özenerek giyindim. Öyle ya arkadaşlarına mahcup etmemeliydim, onlar gibi görünmeliydim. Çıktık, yan sokaktan Nilis’i aldık. Onunla zaten çok yakınız, kendimi kasmama gerek yok. Sahilde her zaman buluştukları yerde buluştuk hep beraber. Oturduk, sohbet ettik, eğlendik… Bir ara Nilis tam hatırlayamadığım ama hoşuma da gitmeyen bir şey söyledi bana. Kızdım. 2 gibi eve döndük. Ertesi sabah antrenmanım vardı ve 8’de kalkmam gerekiyordu.
…
Uyanamadım işte yine, yatağı sallıyordu annem.
“Anne, tamam sallama kalkıyorum” dememle annem üzerime atladı. Cebelleştik uzun bir süre. Ben ittirdikçe o üstüme kapanmaya çalışıyordu. Yatak m sallanıyordu, her yer mi anlayamıyordum.
“Anne ne oluyor?”
“Deprem kızım deprem ama ben hiç böyle deprem görmedim”
O an anladım, müthiş annelik içgüdüleri ile herhangi bir yıkıntı olma ihtimaline karşı benim üstümde duvar olacaktı annem… Etten ikinci bir duvar olacaktı. Hiç tereddüt etmeden, belki kendi ölecekti ama beni kurtaracaktı. Ağabeyime sesleniyorduk. Cevap gelmiyordu. Sonra bir daha… Yok, ses yok. Yavaştan durur gibi oldu. Bitti sandık; bitmemiş. Sonunda bitti, ikimizde hemen kalkıp ağabeyimin odasına koştuk. Neyse ki o da kapıda karşıladı bizi. “Hadi çocuklar hemen dışarı” dedi annem. “Beni bırakın, karanlık önümü görmüyorum yavaş inerim… Siz gidin”. Gider miyiz anne? Gitmeyiz; değil apartman, dünya başımıza yıkılsa yine gitmeyiz. Hep beraber çıktık apartmandan, sokağa koştuk. Durumun vahametini henüz kavramış değiliz, bir apartmanın yan yattığını görüp; “Bu da abartmış” diyoruz. Abartmamış, meğer az bile yapmış…
Sallanmaya devam ediyoruz. Binaların etrafında durmamamız gerektiğini anlayınca annem, Nilgün Teyze’lere gidip, onlarla birlikte sahile çıkmayı öneriyor. Yürümeye başlıyoruz. Zaten çok yakın. Bu arada Nilgün Teyze, Nilis’in annesi. Bir de Nilgün Teyze’nin annesi var, Aliye Teyze. 3’ü birlikte yaşar. Yürümeye başladıktan kısa bir süre sonra karşımıza Nilis’in sevgilisinin bir arkadaşı çıkıyor. Nilis’in erkek arkadaşını soruyor bize;
“Anıl’ı gördünüz mü?”
“Hayır, neden, ne oldu?”
“Nilis’lerin ev yıkılmış, Anıl çok kötü ama bulamıyoruz” …
Yarı korku, yarı bilinmezlik ve endişe ile birbirimize bakıyoruz. Konuşmuyoruz; tepkimiz adımlarımızı hızlandırmak oluyor. Daha önce görmemişiz ki, tahmin bile edemiyoruz bir evin nasıl yıkılacağını. Sonrasında tahminlere ve hayal gücüne gerek kalmıyor. Buyurun, bir ev nasıl yıkılır? Şaşkın gözlerle ilerliyoruz, inanamıyoruz gördüklerimize… Eee ama anne, hani onları da alıp sahile çıkacaktık? Çok uzatmayacağım… Onlar bizden önce çıkıp gitmişler, daha güvenli bir yere, ama almamışlar bizi, haber bile verememişler, haber vermeyi bile düşünememişler, hem de hiçbiri düşünememiş; ne Aliye Teyze, ne Nilis, ne de Nilgün Teyze…
Yakından tanıdığımız bir aile yanımıza gelmiş, “Gidelim” diyorlar. Sürekli sallanıyoruz ve korkarım gitmek zorundayız. Büyük bir kamp vardır Yalova’da. Hep beraber oraya gidiyoruz. Garip herkes. Haberleri açıyoruz radyodan. Genelde İzmit ve İstanbul’dan söz ediyorlar. Sabahın ilk ışıkları ile beraber içimiz acıya acıya da olsa, hepimiz şehir merkezine geri inmek istiyoruz. Gidiyoruz, bir gelişme yok, gelişme olmadığı gibi acılarda artış var, hızla ve hızlı bir artış…
Herkesin ağzında tek bir kalıp; “Ne, inanmıyorum, o da mı?”
Otururken bir yerde annemin gözünden gelen bir damla yaşı görüyorum… Konuşmuş çünkü Nilgün’üyle, senelerinin arkadaşı ile. Yalan söylemiş, Nilis çıktı demiş; hastanede demiş. Haklı kadın ağlamasın mı? O ağlamasın da kim ağlasın? Biz ağlamayalım da kim ağlasın? Böyle düşünürken birden kendime geliyorum. Ailem yanımda… Annem yanımda, ağabeyim yanımda.
“Ağlama anne, sakın ağlama, ayıp, bak yanımızdakinin oğlu ölmüş, ağlama…”
Sustu annem…
Siz hiç onlarca canınız yok olduğu halde şükrettiniz mi? Bir kişiyi bile kaybedince tutamazken gözyaşlarınızı, onlarcasına bir damla yaş akıtmadığınız oldu mu hiç?
…
“Anne lütfen fön çektirme, çok sıkıldım, yarın çektirirsin”
“Eee kızım ama sen çektirdin”
“Olsun, sıkıldım diyorum, yarın çektir”
“Peki, peki tamam”
…
“Denize bak ne garip”
“Aaa gerçekten, hani böle filmlerde dalgalar uzaktan uzaktan gelir ya, öyle olmuş”
“Allah Allah, hayırdır inşallah”
…
Özetle böyle bir gündü. O zamanlar tam ağabeyimle birlikte dışarı çıkmak istediğim, arkadaşlıklarına özendiğim, kız arkadaşlarını model olarak benimsediğim dönemler… Defalarca ısrar etmiştim beni de götür bir gece çıkarken diye. İstemiyordu tabi, haklıydı da belki kendince. Ama o gece? Hadi kalk tamam gel bu akşam benimle dedi. Şaşırdım. Çok da sevindim. Özenerek giyindim. Öyle ya arkadaşlarına mahcup etmemeliydim, onlar gibi görünmeliydim. Çıktık, yan sokaktan Nilis’i aldık. Onunla zaten çok yakınız, kendimi kasmama gerek yok. Sahilde her zaman buluştukları yerde buluştuk hep beraber. Oturduk, sohbet ettik, eğlendik… Bir ara Nilis tam hatırlayamadığım ama hoşuma da gitmeyen bir şey söyledi bana. Kızdım. 2 gibi eve döndük. Ertesi sabah antrenmanım vardı ve 8’de kalkmam gerekiyordu.
…
Uyanamadım işte yine, yatağı sallıyordu annem.
“Anne, tamam sallama kalkıyorum” dememle annem üzerime atladı. Cebelleştik uzun bir süre. Ben ittirdikçe o üstüme kapanmaya çalışıyordu. Yatak m sallanıyordu, her yer mi anlayamıyordum.
“Anne ne oluyor?”
“Deprem kızım deprem ama ben hiç böyle deprem görmedim”
O an anladım, müthiş annelik içgüdüleri ile herhangi bir yıkıntı olma ihtimaline karşı benim üstümde duvar olacaktı annem… Etten ikinci bir duvar olacaktı. Hiç tereddüt etmeden, belki kendi ölecekti ama beni kurtaracaktı. Ağabeyime sesleniyorduk. Cevap gelmiyordu. Sonra bir daha… Yok, ses yok. Yavaştan durur gibi oldu. Bitti sandık; bitmemiş. Sonunda bitti, ikimizde hemen kalkıp ağabeyimin odasına koştuk. Neyse ki o da kapıda karşıladı bizi. “Hadi çocuklar hemen dışarı” dedi annem. “Beni bırakın, karanlık önümü görmüyorum yavaş inerim… Siz gidin”. Gider miyiz anne? Gitmeyiz; değil apartman, dünya başımıza yıkılsa yine gitmeyiz. Hep beraber çıktık apartmandan, sokağa koştuk. Durumun vahametini henüz kavramış değiliz, bir apartmanın yan yattığını görüp; “Bu da abartmış” diyoruz. Abartmamış, meğer az bile yapmış…
Sallanmaya devam ediyoruz. Binaların etrafında durmamamız gerektiğini anlayınca annem, Nilgün Teyze’lere gidip, onlarla birlikte sahile çıkmayı öneriyor. Yürümeye başlıyoruz. Zaten çok yakın. Bu arada Nilgün Teyze, Nilis’in annesi. Bir de Nilgün Teyze’nin annesi var, Aliye Teyze. 3’ü birlikte yaşar. Yürümeye başladıktan kısa bir süre sonra karşımıza Nilis’in sevgilisinin bir arkadaşı çıkıyor. Nilis’in erkek arkadaşını soruyor bize;
“Anıl’ı gördünüz mü?”
“Hayır, neden, ne oldu?”
“Nilis’lerin ev yıkılmış, Anıl çok kötü ama bulamıyoruz” …
Yarı korku, yarı bilinmezlik ve endişe ile birbirimize bakıyoruz. Konuşmuyoruz; tepkimiz adımlarımızı hızlandırmak oluyor. Daha önce görmemişiz ki, tahmin bile edemiyoruz bir evin nasıl yıkılacağını. Sonrasında tahminlere ve hayal gücüne gerek kalmıyor. Buyurun, bir ev nasıl yıkılır? Şaşkın gözlerle ilerliyoruz, inanamıyoruz gördüklerimize… Eee ama anne, hani onları da alıp sahile çıkacaktık? Çok uzatmayacağım… Onlar bizden önce çıkıp gitmişler, daha güvenli bir yere, ama almamışlar bizi, haber bile verememişler, haber vermeyi bile düşünememişler, hem de hiçbiri düşünememiş; ne Aliye Teyze, ne Nilis, ne de Nilgün Teyze…
Yakından tanıdığımız bir aile yanımıza gelmiş, “Gidelim” diyorlar. Sürekli sallanıyoruz ve korkarım gitmek zorundayız. Büyük bir kamp vardır Yalova’da. Hep beraber oraya gidiyoruz. Garip herkes. Haberleri açıyoruz radyodan. Genelde İzmit ve İstanbul’dan söz ediyorlar. Sabahın ilk ışıkları ile beraber içimiz acıya acıya da olsa, hepimiz şehir merkezine geri inmek istiyoruz. Gidiyoruz, bir gelişme yok, gelişme olmadığı gibi acılarda artış var, hızla ve hızlı bir artış…
Herkesin ağzında tek bir kalıp; “Ne, inanmıyorum, o da mı?”
Otururken bir yerde annemin gözünden gelen bir damla yaşı görüyorum… Konuşmuş çünkü Nilgün’üyle, senelerinin arkadaşı ile. Yalan söylemiş, Nilis çıktı demiş; hastanede demiş. Haklı kadın ağlamasın mı? O ağlamasın da kim ağlasın? Biz ağlamayalım da kim ağlasın? Böyle düşünürken birden kendime geliyorum. Ailem yanımda… Annem yanımda, ağabeyim yanımda.
“Ağlama anne, sakın ağlama, ayıp, bak yanımızdakinin oğlu ölmüş, ağlama…”
Sustu annem…
Siz hiç onlarca canınız yok olduğu halde şükrettiniz mi? Bir kişiyi bile kaybedince tutamazken gözyaşlarınızı, onlarcasına bir damla yaş akıtmadığınız oldu mu hiç?
…
No comments:
Post a Comment