Saturday, March 04, 2006

İZMİR ANILARI




28 Şubat Salı
İzmir yolculuğumuz başladı işte. Annem, küçük teyzem Güler ve ben. Bütün kızlar toplandık, toplandıkkk. Sabah 09:00 daki uçağımız için saat 07:00 de Erkan’la beraber yola çıktık ve ucu ucuna uçağımıza yetiştik. Allahtan Erkan bıraktı da taksilerde sürünmedik. İlk kez annem, teyzem ve ben yolculuk yapıyorduk. Üçümüz birlikte hiç yalnız seyahat etmemiştik. İzmir ziyaretimizin sebebi 3 hafta önce doğum yapan kuzenim Bahar ve minik oğlumuz Deniz’i görmek. Tabi birazcık !!!!! da gezmek.
Uçağımız tam zamanda kalktı ve çok rahat bir şekilde İzmir’e geldik. İlk olarak Bahar’a gidip Deniz Bey’i gördük. Biz gittiğimizde mışıl mışıl uyuyordu bebeğim. O kadar tatlı ve o kadar masumdu ki. O anda kızımın ne kadar çabuk büyüdüğünü ve 1.5 yaşına geldiğini anladım. Daha dün gibi doğumu. O da bu kadar ufak mıydı? Şimdi Duru’yu çok özlediğimi fark ettim. Onu İzmir’e getirmediğim için pişman oldum.
Deniz ile daha sonra tekrar buluşmak üzere ayrıldık. Konaklayacağımız Karşıyaka Öğretmenevi’ne eşyalarımızı bırakır bırakmaz kendimizi İzmir sokaklarına attık. İlk olarak Karşıyaka’dan vapurla Konak’a geçtik. Daha önceden bir gezi kitabı aldığım için ve biraz da İzmir’i bildiğim için minik gezi ve yiyecek turları planlamıştım kafamda. Eh yanımda iki tane acemi turist de olunca mecburdum buna. Vapurdan inince ilk işimiz ünlü Saat Kulesinde fotoğraf çektirmek oldu. Hemen kulenin yanındaki Yalı Camisine dışarıdan bakmakla yetinip arkasındaki XIX.yy ortalarında inşa edilen Hükümet Konağının da fotoğrafını çekip Konak-Kemeraltı turumuza başladık. İncik boncukçular ama en çok da renkli şamdanlar yapılan atölyeler hoşumuza gitti. Kemeraltında Kızlarağası Hanının avlusunda oturup çay içmeyi daha İstanbul’dayken kafama koymuştum. Gerçekten burası tam bir minyatür Kapalı Çarşı. Rengarenk dükkanları, gümüşçüleri ve özellikle de “Acı Kahvesi” ile tarihi yaşamak isteyenlere birebir. Meşhur İzmir lokmalarımızı yiyip, çayımızı içerek geçmişin izlerini bulduk bu tarihi mekanda. Turumuza ünlü Fransız şarkıcı Dario Moreno’nun doğduğu evin de bulunduğu sokakla devam ettik. Kendisi hiçbir zaman Türk olduğunu unutmamış ve yukarıdaki güzel sözü söylemiş İzmir hakkında. Tarihi asansör de bu sokağın sonunda. Asansöre binip yukarı çıktığımızda işte İzmir ayaklarımızın altındaydı. Arkamızda Boz Dağları , eteklerinde güzel İzmir, Karşıyaka karşımızda pırıl pırıl.Asansör gezimizden sonra ver elini Alsancak. İşte gerçekten İzmr’i özlemişim. Tabi Sevinç Pastanesinin o güzel pastalarını da. İzmir’e gelip de pastanelerine uğramadan olmaz. Bugün Sevinç’i tercih ettik. Burası İzmirlilerin adeta buluşma noktası. İzmir’de ilk çikolatayı yapan onlarmış. Sevinç’ten sonra sakin, trafiğe kapalı Alsancak sokaklarında gezerken gözümüz gönlümüz açıldı. Alsancak’tan vapurla Bostanlı’ya geçip Pavurya’da balıklarımızı yerken güzel bir günü mutlu bir şekilde kapatmak için kadehlerimizi kaldırdık…

01 Mart Çarşamba

Sabah kahvaltımızı öğretmenevinde Akşam Sanat Okulu öğrencilerinin yaptığı çay servisiyle tamamladık. Beni tanıyanlar Pazar tutkumu bilirler. Semt pazarlarına uğramadan edemem. Didik didik malları karıştırmak, markalı malları ucuza almak, hangi pazarda ne ucuz araştırmak en büyük hobimdir. Kuzenimin oturduğu semt olan Bostanlı’nın bugün pazarı olur da ben gitmez miyim? Kahvaltı sonrası benim iki kafadarı koluma sıkıştırıp çıktım yola. Tam anlamıyla koluma sıkıştırıyorum gerçekten çünkü ikisi de hiçbir yer bilmedikleri gibi, yol iz konusunda da çok başarısızlar. Pazara geldik; bizim İstanbul pazarlarıyla çeşit ve büyüklük açısından kıyaslanamaz ama yine de oldukça güzeldi. Pazardan aldıklarımızı Bahar’a bırakıp, onu da alıp Özsüt’te sabah kahvelerimizi içtik, teyzeler – yeğenler olarak dedikodularımızı yaptık, gülüştük. Bahar’dan yarın onunla buluşmak üzere sözleşip ayrıldık ve Alsancak’a gitmek üzere vapura bindik. Şu an bu satırları Vapur’un terasından İzmir’i izleyerek yazıyorum. Hafif hafif esen rüzgar, masmavi bulutlar, pırıl pırıl güneş, yanımda sevdiklerim. Bundan güzel ne olabilir ki?
Vapurdan indiğimiz yer olan Pasaport semtine bizimkiler hayran kaldı. Sahil Boyunca yürüyüp Efes Oteline geldiğimizde içim sızladı. Güzelim türk filmlerine tanıklık eden bu güzel otel harabe halini almıştı. Efes Oteli ve palmiyelerin altında yine de fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyip fuara doğru yürüdük. Pasaport deyince ve karnım acıkınca ilk aklıma gelen yer: Topçu’nun Yeri. İzmir’e gelip de Topçuya uğramadan olmaz. Çöpşiş ve soğanın tadı bir başka oluyor burada. Annem ve teyzem yürümekten yoruldular ama Topçu’ya geldiklerinde yorgunluklarına değdiğini anladılar. Yemekler enfesti. Topunun duvarlarındaki ünlülerin fotoğraflarını görünce “pes yani bu kadarı” da dedim. Meşhur Pasaport kahvesinde, denize sıfır bir masada türk kahvelerimizi içip programımıza nasıl devam edeceğimizi düşündük. Pasaport – Alsancak arası aslında yürüyüş mesafesinde ama bizimkiler yürümek istemediği için taksiyle Gül Sokağa geldik. Burası en sevdiğim sokaklardan biri İzmirde. Sokağın sonunda Reyhan’da mola verip meşhur ananas-badem-beyaz çikolatalı pastasından yedik. İzmir gerçekten tam bir medeni şehir. Geniş caddeleri, modern insanları, ulaşımı ile tam bir Avrupa ülkesi. Kıbrıs Şehitlri’nde biraz alışveriş yapıp barların ve cumbalı evlerin olduğu Muzaffer İzgü ve Gazi Kadınlar Sokağını gezdik. Bu iki sokak bana biraz Ortaköy biraz Nevizade’yi hatırlattı. Gazi Kadınlar sokağının tam karşısındaki daracık sokaktan çıktığımızda güzelim Kordon bizi bekliyordu. Günbatımını izledik tahta bir banka oturup. Güneş bir başka mı batıyor bu şehirde ne? Gökyüzü kızıl, sırtımızı palmiyelere verip yüzümüzü denize çevirdik ve şu anda dünyanın en güzel ülkesinde yaşadığımızı bir kez daha anlayıp Karşıyakanın inci gibi dizili binalarını seyre daldık. Bugün tam bir bahar havası var İzmir’de. Alsancak iskelesinden Karşıyaka vapuruna bindik ve biraz öğretmenevinde dinlendikten sonra Girne Caddesindeki Kayseri Mutfağında Kayserililer olarak yemeğe koyulduk. Annem ve teyzem baba tarafından Kayserili olduğu için önce mekanın yemeklerine not verdiler tabi. Menüde erişte çorbası, etli sarma, kıymalı yağlama ve mantı vardı. Burayı bize Alp ve Bahar tavsiye etmişti ve geldiğimize de deydi doğrusu. O kadar çok yemiştik ki, Bostanlı’ya kadar yürümüşüz hiç farkında değiliz.

02 Mart Perşembe

Sabah kahvaltısından sonra bavullarımızı toplayıp Bostanlı’ya Bahar’a gittik. Deniz Bey yine uyuyordu. Geldiğimizden beri henüz hiç uyanık göremedik onu. Kahvelerimizi Bahar’da içtik ve tekrar dışarı çıktık. Bugün akşam uçağımız olduğu için sadece Karşıyaka tarafında gezecektik. İlk olarak Karşıyaka vapur iskelesinin hemen karşısındaki şu an adını hatırlayamadığım caddede dolaştık. Burası Kadıköy Bahariye caddesine çok benziyor. Sağlı sollu mağazalar, fast foodlar. Bir ucundan bir ucuna yürüyüp, sahildeki öğretmenevinde çaylarımızı içtikten sonra istikamet doğru Ege Park dedik ve bu küçük alışveriş merkezini biraz gezdik. Buraya geliş sebebim bir oyuncakçı bulup Duru’ya Teletubby evi satın almaktı ama maalesef bulamadım. Ege Parkın tam karşısında Carrefor vardı. Yine geçen İzmir’e geldiğimde uğradığım oyuncakçıda derdime derman olan ve yeni çıkan bir Teletubby oyuncağı aldım. Böylece bizimkiler İzmir’in kapalı alışveriş mekanlarını da görmüş oldular. Öğle yemeğimizi Bostanlı’da Kumrucu Şevki’de yedik. İzmir’in meşhur sandviçi Kumru’nun adını ilk duyduğumda bir tuhaf olmuştum. Bu nasıl bir isim diye. Ama Kumru’yu görünce fikrim değişmişti. Kumrularımızı yiyip, yine İzmir’in güzel pastanelerinden birine girip kestaneli bir pasta ile Bahar’a doğru yürüdük. Çok şükür Deniz Bey uyandı. O kadar minicik ki, insan kucağına almaya korkuyor. Ben şimdi teyze mi oldum? Çok güzel bir duygu bu. Bahar çok tatlı bir anne olmuş. Deniz’i sevdik kokladık, fotoğraflar çektik ve Bahar’ın hazırladığı çay sofrasına oturduk. İnsanın akrabalarının olması çok güzel, yan yana olduğumuzda ne çok gülüyor eğleniyoruz. Çaylarımı içip, pastalarımızı yedik ve güzel bir İzmir macerasını tamamlayıp hoş anılarla havaalanına doğru yola çıktık. İşte dolu dolu geçen üç günden sonra;

İzmir’de iyi ki gitmişim, iyi ki yemişim, iyi ki, görmüşüm, iyi ki yapmışım LAR:
* Asansöre çıkıp İzmir’e kuşbakışı bakmak,
* Dario Moreno sokağını görmek,
* Alsancakta Muzaffer İzgü ve Gazi Kadınlar sokağında dolaşmak,
* Kemeraltında boncukçuları gezmek,
* Kızlarağası Hanının avlusunda çay içmek,
* Kordon’da oturup gün batımını izlemek,
* Topçunun Yerinde çöpşiş yemek,
* Pasaportta gezmek, Pasaport kahvesinde oturup çayla simit yerken denizi seyretmek,
* Reyhan’da badem-anans-beyaz çikolatalı pasta yemek,
* Karşıyakadan Alsancak’a vapurla geçmek,
* Saat Kulesinde fotoğraf çektirmek,
* İzmir’in kumrusunu tatmak,
* Sevinç’te İzmir turuna mola verip pasta yemek,
* Gül sokak ve Kıbrıs Şehitlerinde dolaşmak,
* Taze balık ve İzmir’in değişik otlarından yemek.

6 comments:

Mr_TD said...

bu gevrecki arabasina cok güldüm dogrusu , Izmir ve cevresi icin ayri arabalarin üretildigini düsünce biran, ne de olsa "normali" simitci degil mi?Türkiye deki dIger sehrilerde neler yaziyorlar acaba üzerilerine merak ettim.

slmlar

mr TD

p.S
Cekilen resimleri kaydederken türkce karakterler kullaninca resimlerin büyük halleri acilmiyor,o yüzden ö,ü,ya da diger diger türkcede olan mesala ç,s harfleri kullanmamak lazim.

Anonymous said...

cok güzel bir gezi ve cok guzel bir gezi yazısı olmuş..Yine bekleriz.. İzmirden sevgilerle... :)

ssbb said...

O Bahariyeye benzeyen cadddenin adı Karşıyaka çarşısı:)

Anonymous said...

izmir i cok severim, bir daha giden veya orda yasiyan varsa benden de selam soylesin:) canim izmir seni de istanbul kadar seviyorum :)

Doorstepping said...

Yazı çok güzeldi.

Bilgi olsun diye;

İzmir'de simitler İstanbul'daki gibi yumuşak değildir, daha sert, çıtır çıtır... Kısacası "gevrek"tir. Bundan dolayıdır ki İzmir'de satılanın ismi "gevrek"tir. Çünkü genel anlamda bilinen simit gibi değildir!

tunahan said...

Merhabalar..
İzmir'le ilgili izlenimlerimi yazarken, başka kimler İzmir'i yazmış diye arandım; ve öyle buldum anılarınızı..
Uzun uzun ayrıntılı yazmışsınız; güzel olmuş gerçekten, parmaklarınıza sağlık..