Monday, July 07, 2008

YOLLARDA

İnsan ancak bu kadar mutlu olabilir herhalde, kızının büyüdüğünü görmek ve onunla tatil yapmak, gezmek, eğlenmek. ..Bir haftalık tatil maceramız başlamıştı, benim küçük teyzem, Duru’nun büyük teyzesi Güler, Duru ve ben. Direksiyonda ben, Yenikapıdan Bandırma feribotuna bindiğimizde sanki herkes tatil için yollarda görüntüsü vardı. Duru çıplak ayak feribota yayıldı ve oyuncaklarıyla oynamaya başlamıştı bile. Bense sabahın altısında kalkmaya alışkın olsam da feribot sonrası araba kullanacağımdan biraz kestirmeye koyuldum, bu arada Güler Teyzem ve Duru da birbirlerine alışmış olsalar gerek ki uyandığımda gayet mutlu oynuyorlardı. Feribottan inişte tatil heyecanı işte başlamıştı. Ayçiçek tarlaları sağ ve solumuzda bizi selamlar gibiydi Bandırma yolunda. Duru ısrarla ne zaman geleceğimizi sormaktan yorulmuş olsa gerek uykuya dalmıştı bile. Ayran mekanı Susurluk, Balıkesir geçilince benim için Altınoluk’a geldik demek olur hep. Çünkü artık ağaçlık ve daha eski yollar başlar, yol kenarlarında sebze meyve satan rengarenk şalvarlı Ege köylüleri bir tablo gibi dizilirler. İvrindi, Havran, Edremit daha çok bir şehir havasında iken Akçay ile tatil başlar. Yazlık evler, yollarda mayolu insanlar, bahçe mobilyaları satıcıları “Burada tatil var, deniz var, huzur var” mesajı verir. Kaplıcaları ile ünlü Güre’yi geçince artık yavaş yavaş yolun sonuna geliyoruz demektir. Sağda Afrodit ‘i gördüğümde hep hazırlanırım artık arabadan inmeye. Ve işte Duru da uyanmıştı. “Anneeeee ne kadar uzağa yapmışlar bu Altınoluğu” derken sesi ağlamaklı ve son derece gergindi, o da bizler gibi serin sulara atlamaya, akşam çarşı gezmeye, ikindi çaylarında kurabiye yemeyi, sahilden geçen satıcılardan abur cubur almaya sabırsızlanıyordu.
Bavullar inerken, Duru bir senedir görmediği oyuncaklarını anneannesinin çekyatlarının altından çıkarmak için sürekli bizi meşgul ediyordu. Çocuk işte, ne evin tozu, ne annesinin yorgunluğu umurunda değildi. Evde yüzüne bile bakmayacağı kırık dökük oyuncaklar salona yayıldı, biz onların üstünden atlayarak üst kata bavulları çıkarttık ve sanki deniz bir saat sonra bitip tükenecekmiş gibi mayolarımızı giydik ve doğru sahile.
Kalabalık aileyiz vesselam. Sahilde bizi Almanya’da yaşayan yazlarını ise Altınolukta sahildeki evlerinde geçiren teyzemler karşıladı. Bu sene 2 kızları ve bizim de ilk defa gördüğümüz 1 yaşındaki torunları Frida ile tatil yapıyorlardı ve biz cümbür cemaat, çocuk sesleri, çığlıklar, oyuncaklar ile dolu bir hafta geçirdik. Altonulukta tatil benim için teyzeler, kuzenler, çaylar, gözlemeler, börekler, yüksek sesle konuşmalar, şen kahkahalar demek.
Duru ile yaptığımız en eğlenceli şeylerden biri de annemin üç tekerlekli bisikleti ile sahile inmekti. Aslında yürüyerek çok yakın olan denize bu bisikletle gitmek bizim için bir hareketti. Çünkü denize giderken küçük çaplı bir ev taşıyor gibiydik ve Duru bu kalabalıkta arka sepette oturmaktan çok keyif alıyordu. Havlular, deniz şemsiyesi, kolluk, çay temosu, bardaklar, meyva,Durunun oyuncakları. Bunların hepsi o sepete sığıyordu ve o da bunların en üstüne oturmaktan inanılmaz zevk alıyordu. Tabi arada sırada ayağa kalkıp beni bağırtmaktan da zevk alıyordu.
İsviçre Alplerinden sonra dünyanın ikinci bol oksijenine sahip Kaz Dağları eteklerine kurulmuş olan Altınolukun birkaç kilometre ötesindeki Küçükkuyu’ya mutlaka uğramanızı tavsiye ederim yolunuz Ege’ye düşerse. Hele ki Altınolukla Küçükkuyu arasındaki sınırda bulunan Hasanaki Et ve Balık restorantta Egenin türlü otlarını, mezelerini tadıp taze balıklarından mutlaka yemelisiniz. Denize sıfır olan bu mekanda güneşin batışını izlemek herhalde ölmeden yapılması gerekenlerin başında geliyor.
Deniz, yemek, güneş Duru için elma şekeri, mısır, açma, pamuk helva, meyve derken güzel günler çabuk geçer misali bir haftayı işte böyle geçirdik. Anılarda kalan güzel bir hafta ile tekrar İstanbul’a gerçek hayata döndük ama hala tatil anılarını konuşmaya devam.

No comments: