Wednesday, March 29, 2006

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM

İnsanın arayan soranının olması kadar güzel birşey olabilir mi? Dostlarının, ailesinin, sevdiklerinin yanında olması kadar ne insana mutluluk verir? Bugün benim doğum günüm ve ne mutluyum ki, sevdiklerim benimle, kalpleri benimle.Sabahtan itibaren telefonum susmadı, mesajlarım durmadı. Sabah işe geldiğimde masamda iki güzel kırmızı gül duruyordu, eşim ve kızımdan gelen; yani iki sevgilimden. Onların sevgisi, mutluluğu benim en büyük mutluluğum. İşe gelirken bugün daha güzel görüneyim diye uğradığım kuaförüm daha bir uğraştı bugün saçımla.Öğlene doğru gelen Eltoş elinde bir sepet sarı lalelerle içeri girdi ki; heryer cıvıl cıvıl oldu. İlk pastamı onunla yedik bugün başbaşa Beyaz Fırın'da.Bugün ayrı bir gündü ve özel bir gündü. Güneş tutulması yaşandı ve beni arayan herkes esprili bir şekilde bu olaya mutlaka değindi. İşyerinde üç boyutlu gözlüklerle izlediğimiz tutulmayı daha sonra dışarı çıkınca havanın loş olmasıyla biraz daha yakından yaşadık. Gerçekten çok duygulu anlardı. Gözlükle bakarken cep telefonumu üzerine koyup fotoğraf da çekmeye çalıştım ama ancak bu kadar: yukarıdaki kadar oldu. Burcu'dan ayrılıp işe dönmüştüm ki; işyerindeki dostlarım bu kez bir sürpriz organizasyon yapmışlardı.Hepsini çok seviyorum; hepsi çok özel insanlar. Dostluk, sevgi, güzellik paylaşılınca daha bir artıyor ne tuhaf. Herşey paylaşıldıkça azalır, daha az pay düşer size karşı tarafa verdikçe. Ama sevginizi paylaşınca çoğalıyor daha çok artıyor. Günü canım kocacığımla başbaşa Fishmekan ın Suadiyede açılan şubesinde balık yiyerek tamamladık. Çok mutluyum 33 yaşıma girerken, otuzlu yıllarımı tüketirken.

Tuesday, March 28, 2006

SALI SALLANIR, PAZAR YOKLANIR

Salı pazarının ününü duymayan yoktur herhalde ülkemizde. İstanbul'da demiyorum çünkü Türkiye'nin herbir şehrinden bu pazara gelen insanlar var. Hatta günlük tur yapıyorlarmış hanımlar. Benim için kalite ve çeşit açısından eskisi gibi parlak olmasa da Salı Pazarı arada bir uğramaya ve belli başlı tanıdığım tezgahlara bakmayı seviyorum. Bu salı da havanın güzelliğine dayanamadım ve işyerinde yapacak işlerimi tamamladıktan sonra akşam üstü kaçtım pazara. Tabi her zamanki gibi yine çokkkkkk kalabalıktı. Benim pazardaki tezgahlarım bellidir, bu yüzden çok fazla sağa sola takılmadan-takıldığınız anda ayırdığınız bütçenin çok üstünde harcamalar yaparsınız- buralara yöneldim. İlk olarak çoraplar.... Duru'ya ve kendime renagarek, Erkan'a koyu renk.....Tabaklar....Şirkete sarı,12 tane.....Eşofman....Mavi....Banyo paspası Aslı'ya......Masmavi.....Böyle başlar, çıkarken otopark parasını ancak denkleştiririm hep.Ama en güzeli eve gelip de onlara ortaya yayıp bakmaktır.Aldığımı unutup evde görünce çocuklar gibi sevinirim. Pazar demek, renk demek. Diğer pazarları da daha sonra anlatmak isterim tabi.

Monday, March 27, 2006

BAHAR GELDİ

Galiba artık beklenen oluyor ve bahar geliyor. Güneşe hasret kaldık derken pazar günü ve bugün gerçekten özlediğimiz sıcaklık pencerelerden içeri giriverdi. Hele bir de saatler ileri alınınca tam bir huzur doldu içime. Sanki yeniden doğmuşum ya da çok istediğim bir şeye , çok özlediğim bir sevdiğime kavuşmuşum duygusu oluştu bende. Karanlık havalar çok sıkar beni, belki de eve kapanıp kalma kaygısı bu. Cam açamam, kalın giyinirim, hep bir üşüme hali. İşte iki gündür içeri giremiyorum ne güzel. Duru ile o park senin bu park benim gezdik hafta sonu.Bugün ise öğle yemeğinde çok sevdiğim bir kardeşimle yemek yedik Kalamış'da. Parlak güneş, tertemiz hava ve buz gibi gelen naneli doğal limonata eşliğinde. Bahar dalları açmış rengarenk. Çuha çiçekleri evlerin, kahvelerin bahçelerinde rengarenk, çeşit çeşit. Sahiller dolu, parklar dolu, herkes canlı herkes cıvıl cıvıl. Herkesi almış bahar neşesi, heyecanı. Eee boşuna söylememiş şair; "BEN HER BAHAR AŞIK OLURUM". Bahar geldi ve uzun süre kalsın.

Monday, March 20, 2006

ŞEKERPARE

En sevdiğim tatlı, en sevdiğim roman ve dizinin baş karakteri. Feride-şekerpare- Çalıkuşu'nun güzel, masum, asi kızı. Çocukken ilk kez kendi kendime yaptığım tatlı. Nerden geldi aklıma bilmiyorum ama uzun zamandır yapmadığım bu tatlıyı yapmak geldi içimden. Hem çocuklar da çok sever. Ama Duru tadına bakamadan uyudu bu akşam. İşten yorgun argın geldim kolları sıvadım ve önce hamurunu hazırladım. Bir yandan da hamurdan mideye götürmeyi ihmal etmedim. Yumurtaları bir kaba kırdım önce, pudra şekerini koyup iyice karıştırdım.Erimiş margarini ekledim.Tuzu, unu, karbonatı katıp hamur yaptım.Hamuru 10 dak. dinlendirdim. Daha sonra ceviz büyüklüğünde parçalar alıp, elimle şekil verdim. Üzerlerine yumurta sarısı sürdüm ve önceden ısıttığım fırında pembe olana kadar kızarttım. Fırından çıkar çıkmaz sıcakken üzerine şurup döküp, iyice çekmesini bekledim. Soğuyunca da hindistan cevizi ve antep fıstığı ile süsledim. Çocukken pişer pişmez kurabiye olarak da yerdim.
İşte malzeme:
* 2 kahve fincanı pudra şekeri
* 2 kahve fincanı erimiş margarin
* 5-6 kahve fincanı un
* 2 yumurta(birinin sarısını üzerine sürmek için ayırdım)
* 1 çay kaşığı karbonat
ŞURUBU İÇİN;
* 12 çorba kaşığı tozşeker
*1/4 limon
tozşekeri bir tencereye koydum ve üzerine iki parmak geçecek kadar su koyup kaynattım. Kaynayınca limon suyunu sıktım.
Çok kolay ve bir o kadar da lezizzzzz.

Wednesday, March 08, 2006

KADIN

KADIN

Kimi der ki kadın uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde
dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayâlimdir,
boynumda taşıdığım vebâlimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi derki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayâl ne vebâl.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,hayat arkadaşımdır.

NAZIM HİKMET

Monday, March 06, 2006

SOBELENDİM

Bu sefer sevgili Erva beni sobelemiş. Çok keyifsizim bugün umarım kitaplara da yansımaz. İşte favori 10 kitabım:

* Ayfer Tunç-Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
* Kürşat Başar-Başucumda Müzik
* Paulo Coelho-Simyacı
* Robin Sharma-Ferrarisini Satan Bilge
* Gary Chapman-Beş Sevgi Dili
* Maeve Binchy-Aşk Mutfakta Pişer
* Orhan Pamuk-İstanbul
* Edmondo De Amics-Çocuk Kalbi(ilk okuduğum kitap)
* N.H.Kleimbaum-Ölü Ozanlar Derneğil
* George Shinn-Güdülenmenin Mucizesi

Ben de Eltoş, Aslı yı sobeliyorum....

Sunday, March 05, 2006

ANNEMİN SERGİSİ

Biraz gecikmeli oldu annemin açtığı resim sergisinden bahsetmek; sebebi fotoğrafları tab ettirmekiçin beklememdi. Malum hala bir dijital fotoğraf makinesi alamadım kendime. 20-26 Şubat arasında annem iki bayan arkadaşıyla ilk resim sergisini açtı. Yandaki kavuniçi hırkalı annem, tabi sakallı ve fularlı olan da ressam hocaları.Gerçekten söylenecek çok söz, yazacak çok övgüler var ama tek kelimeyle mükemmeldi diyebileceğim. İlk sergileri olmasına rağmen ve daha yolun çok başında olmalarına rağmen gerek hazırlık ve organizasyon ve gerekse resimler mükemmeldi. Canım annem o kadar üretken o kadar çalışkan ve o kadar renkli bir insan ki, bütün bu özelliklerini sergisinde de gösterdi. Müzisyeninden şarabına, anı defterinden davetiyesine kadar bana göre herşey dört dörtlüktü. En güzeli de eski yeni tüm dostlarını, sevenlerini, yıllardır görüşmeyenleri buluşturdu bir çatı altında birkaç saatliğinede olsa. Biz da babam teyzem ve ben, o gün çok yoğun olan annemi azıcık yakalayıp zarzor yukarıdaki fotoğrafı çekebildik ancak. Hep söylerim yine tekrar ediyorum, annemle ne kadar gurur duysam azdır, örnek aldığım,hayran olduğum biricik başöğretmenim o benim. Eline sağlık güzel annem.

Saturday, March 04, 2006

İZMİR ANILARI




28 Şubat Salı
İzmir yolculuğumuz başladı işte. Annem, küçük teyzem Güler ve ben. Bütün kızlar toplandık, toplandıkkk. Sabah 09:00 daki uçağımız için saat 07:00 de Erkan’la beraber yola çıktık ve ucu ucuna uçağımıza yetiştik. Allahtan Erkan bıraktı da taksilerde sürünmedik. İlk kez annem, teyzem ve ben yolculuk yapıyorduk. Üçümüz birlikte hiç yalnız seyahat etmemiştik. İzmir ziyaretimizin sebebi 3 hafta önce doğum yapan kuzenim Bahar ve minik oğlumuz Deniz’i görmek. Tabi birazcık !!!!! da gezmek.
Uçağımız tam zamanda kalktı ve çok rahat bir şekilde İzmir’e geldik. İlk olarak Bahar’a gidip Deniz Bey’i gördük. Biz gittiğimizde mışıl mışıl uyuyordu bebeğim. O kadar tatlı ve o kadar masumdu ki. O anda kızımın ne kadar çabuk büyüdüğünü ve 1.5 yaşına geldiğini anladım. Daha dün gibi doğumu. O da bu kadar ufak mıydı? Şimdi Duru’yu çok özlediğimi fark ettim. Onu İzmir’e getirmediğim için pişman oldum.
Deniz ile daha sonra tekrar buluşmak üzere ayrıldık. Konaklayacağımız Karşıyaka Öğretmenevi’ne eşyalarımızı bırakır bırakmaz kendimizi İzmir sokaklarına attık. İlk olarak Karşıyaka’dan vapurla Konak’a geçtik. Daha önceden bir gezi kitabı aldığım için ve biraz da İzmir’i bildiğim için minik gezi ve yiyecek turları planlamıştım kafamda. Eh yanımda iki tane acemi turist de olunca mecburdum buna. Vapurdan inince ilk işimiz ünlü Saat Kulesinde fotoğraf çektirmek oldu. Hemen kulenin yanındaki Yalı Camisine dışarıdan bakmakla yetinip arkasındaki XIX.yy ortalarında inşa edilen Hükümet Konağının da fotoğrafını çekip Konak-Kemeraltı turumuza başladık. İncik boncukçular ama en çok da renkli şamdanlar yapılan atölyeler hoşumuza gitti. Kemeraltında Kızlarağası Hanının avlusunda oturup çay içmeyi daha İstanbul’dayken kafama koymuştum. Gerçekten burası tam bir minyatür Kapalı Çarşı. Rengarenk dükkanları, gümüşçüleri ve özellikle de “Acı Kahvesi” ile tarihi yaşamak isteyenlere birebir. Meşhur İzmir lokmalarımızı yiyip, çayımızı içerek geçmişin izlerini bulduk bu tarihi mekanda. Turumuza ünlü Fransız şarkıcı Dario Moreno’nun doğduğu evin de bulunduğu sokakla devam ettik. Kendisi hiçbir zaman Türk olduğunu unutmamış ve yukarıdaki güzel sözü söylemiş İzmir hakkında. Tarihi asansör de bu sokağın sonunda. Asansöre binip yukarı çıktığımızda işte İzmir ayaklarımızın altındaydı. Arkamızda Boz Dağları , eteklerinde güzel İzmir, Karşıyaka karşımızda pırıl pırıl.Asansör gezimizden sonra ver elini Alsancak. İşte gerçekten İzmr’i özlemişim. Tabi Sevinç Pastanesinin o güzel pastalarını da. İzmir’e gelip de pastanelerine uğramadan olmaz. Bugün Sevinç’i tercih ettik. Burası İzmirlilerin adeta buluşma noktası. İzmir’de ilk çikolatayı yapan onlarmış. Sevinç’ten sonra sakin, trafiğe kapalı Alsancak sokaklarında gezerken gözümüz gönlümüz açıldı. Alsancak’tan vapurla Bostanlı’ya geçip Pavurya’da balıklarımızı yerken güzel bir günü mutlu bir şekilde kapatmak için kadehlerimizi kaldırdık…

01 Mart Çarşamba

Sabah kahvaltımızı öğretmenevinde Akşam Sanat Okulu öğrencilerinin yaptığı çay servisiyle tamamladık. Beni tanıyanlar Pazar tutkumu bilirler. Semt pazarlarına uğramadan edemem. Didik didik malları karıştırmak, markalı malları ucuza almak, hangi pazarda ne ucuz araştırmak en büyük hobimdir. Kuzenimin oturduğu semt olan Bostanlı’nın bugün pazarı olur da ben gitmez miyim? Kahvaltı sonrası benim iki kafadarı koluma sıkıştırıp çıktım yola. Tam anlamıyla koluma sıkıştırıyorum gerçekten çünkü ikisi de hiçbir yer bilmedikleri gibi, yol iz konusunda da çok başarısızlar. Pazara geldik; bizim İstanbul pazarlarıyla çeşit ve büyüklük açısından kıyaslanamaz ama yine de oldukça güzeldi. Pazardan aldıklarımızı Bahar’a bırakıp, onu da alıp Özsüt’te sabah kahvelerimizi içtik, teyzeler – yeğenler olarak dedikodularımızı yaptık, gülüştük. Bahar’dan yarın onunla buluşmak üzere sözleşip ayrıldık ve Alsancak’a gitmek üzere vapura bindik. Şu an bu satırları Vapur’un terasından İzmir’i izleyerek yazıyorum. Hafif hafif esen rüzgar, masmavi bulutlar, pırıl pırıl güneş, yanımda sevdiklerim. Bundan güzel ne olabilir ki?
Vapurdan indiğimiz yer olan Pasaport semtine bizimkiler hayran kaldı. Sahil Boyunca yürüyüp Efes Oteline geldiğimizde içim sızladı. Güzelim türk filmlerine tanıklık eden bu güzel otel harabe halini almıştı. Efes Oteli ve palmiyelerin altında yine de fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyip fuara doğru yürüdük. Pasaport deyince ve karnım acıkınca ilk aklıma gelen yer: Topçu’nun Yeri. İzmir’e gelip de Topçuya uğramadan olmaz. Çöpşiş ve soğanın tadı bir başka oluyor burada. Annem ve teyzem yürümekten yoruldular ama Topçu’ya geldiklerinde yorgunluklarına değdiğini anladılar. Yemekler enfesti. Topunun duvarlarındaki ünlülerin fotoğraflarını görünce “pes yani bu kadarı” da dedim. Meşhur Pasaport kahvesinde, denize sıfır bir masada türk kahvelerimizi içip programımıza nasıl devam edeceğimizi düşündük. Pasaport – Alsancak arası aslında yürüyüş mesafesinde ama bizimkiler yürümek istemediği için taksiyle Gül Sokağa geldik. Burası en sevdiğim sokaklardan biri İzmirde. Sokağın sonunda Reyhan’da mola verip meşhur ananas-badem-beyaz çikolatalı pastasından yedik. İzmir gerçekten tam bir medeni şehir. Geniş caddeleri, modern insanları, ulaşımı ile tam bir Avrupa ülkesi. Kıbrıs Şehitlri’nde biraz alışveriş yapıp barların ve cumbalı evlerin olduğu Muzaffer İzgü ve Gazi Kadınlar Sokağını gezdik. Bu iki sokak bana biraz Ortaköy biraz Nevizade’yi hatırlattı. Gazi Kadınlar sokağının tam karşısındaki daracık sokaktan çıktığımızda güzelim Kordon bizi bekliyordu. Günbatımını izledik tahta bir banka oturup. Güneş bir başka mı batıyor bu şehirde ne? Gökyüzü kızıl, sırtımızı palmiyelere verip yüzümüzü denize çevirdik ve şu anda dünyanın en güzel ülkesinde yaşadığımızı bir kez daha anlayıp Karşıyakanın inci gibi dizili binalarını seyre daldık. Bugün tam bir bahar havası var İzmir’de. Alsancak iskelesinden Karşıyaka vapuruna bindik ve biraz öğretmenevinde dinlendikten sonra Girne Caddesindeki Kayseri Mutfağında Kayserililer olarak yemeğe koyulduk. Annem ve teyzem baba tarafından Kayserili olduğu için önce mekanın yemeklerine not verdiler tabi. Menüde erişte çorbası, etli sarma, kıymalı yağlama ve mantı vardı. Burayı bize Alp ve Bahar tavsiye etmişti ve geldiğimize de deydi doğrusu. O kadar çok yemiştik ki, Bostanlı’ya kadar yürümüşüz hiç farkında değiliz.

02 Mart Perşembe

Sabah kahvaltısından sonra bavullarımızı toplayıp Bostanlı’ya Bahar’a gittik. Deniz Bey yine uyuyordu. Geldiğimizden beri henüz hiç uyanık göremedik onu. Kahvelerimizi Bahar’da içtik ve tekrar dışarı çıktık. Bugün akşam uçağımız olduğu için sadece Karşıyaka tarafında gezecektik. İlk olarak Karşıyaka vapur iskelesinin hemen karşısındaki şu an adını hatırlayamadığım caddede dolaştık. Burası Kadıköy Bahariye caddesine çok benziyor. Sağlı sollu mağazalar, fast foodlar. Bir ucundan bir ucuna yürüyüp, sahildeki öğretmenevinde çaylarımızı içtikten sonra istikamet doğru Ege Park dedik ve bu küçük alışveriş merkezini biraz gezdik. Buraya geliş sebebim bir oyuncakçı bulup Duru’ya Teletubby evi satın almaktı ama maalesef bulamadım. Ege Parkın tam karşısında Carrefor vardı. Yine geçen İzmir’e geldiğimde uğradığım oyuncakçıda derdime derman olan ve yeni çıkan bir Teletubby oyuncağı aldım. Böylece bizimkiler İzmir’in kapalı alışveriş mekanlarını da görmüş oldular. Öğle yemeğimizi Bostanlı’da Kumrucu Şevki’de yedik. İzmir’in meşhur sandviçi Kumru’nun adını ilk duyduğumda bir tuhaf olmuştum. Bu nasıl bir isim diye. Ama Kumru’yu görünce fikrim değişmişti. Kumrularımızı yiyip, yine İzmir’in güzel pastanelerinden birine girip kestaneli bir pasta ile Bahar’a doğru yürüdük. Çok şükür Deniz Bey uyandı. O kadar minicik ki, insan kucağına almaya korkuyor. Ben şimdi teyze mi oldum? Çok güzel bir duygu bu. Bahar çok tatlı bir anne olmuş. Deniz’i sevdik kokladık, fotoğraflar çektik ve Bahar’ın hazırladığı çay sofrasına oturduk. İnsanın akrabalarının olması çok güzel, yan yana olduğumuzda ne çok gülüyor eğleniyoruz. Çaylarımı içip, pastalarımızı yedik ve güzel bir İzmir macerasını tamamlayıp hoş anılarla havaalanına doğru yola çıktık. İşte dolu dolu geçen üç günden sonra;

İzmir’de iyi ki gitmişim, iyi ki yemişim, iyi ki, görmüşüm, iyi ki yapmışım LAR:
* Asansöre çıkıp İzmir’e kuşbakışı bakmak,
* Dario Moreno sokağını görmek,
* Alsancakta Muzaffer İzgü ve Gazi Kadınlar sokağında dolaşmak,
* Kemeraltında boncukçuları gezmek,
* Kızlarağası Hanının avlusunda çay içmek,
* Kordon’da oturup gün batımını izlemek,
* Topçunun Yerinde çöpşiş yemek,
* Pasaportta gezmek, Pasaport kahvesinde oturup çayla simit yerken denizi seyretmek,
* Reyhan’da badem-anans-beyaz çikolatalı pasta yemek,
* Karşıyakadan Alsancak’a vapurla geçmek,
* Saat Kulesinde fotoğraf çektirmek,
* İzmir’in kumrusunu tatmak,
* Sevinç’te İzmir turuna mola verip pasta yemek,
* Gül sokak ve Kıbrıs Şehitlerinde dolaşmak,
* Taze balık ve İzmir’in değişik otlarından yemek.