Wednesday, December 29, 2010

MUTLU YILLAR


Bir yıl daha bitti, bir yıl daha yaşlandık, bir yıl daha eskittik, bir yıl daha yaklaştık sona, bir yıl daha eskidi nüfus kağıdımız ya da daha olgunlaştık, daha çok yaşadık, daha dolu dolu oldu hayatımız, daha çok birikti anılar...Ne derseniz, nasıl bakarsanız, nasıl yaşarsanız öyle olsun yeter ki gönüller hoş olsun.

Her yıl yaptığım gibi değerlendirmelerimi yapıyorum yılın şu son günlerinde, kendimi puanlıyorum bazen yıldızlı pekiyi alıyorum bazen tek ayak üstünde cezada duruyorum ama vicdanım hep rahat. Hatalarımla, haksızlıklarımla, tepkilerimle, öfkelerimle kendimi sorguluyor, başarılarımla gururlanıyor ve yeni yıla yepyeni bir "YAPILACAKLAR LİSTESİ" hazırlıyorum. Yaptığım, başardığım, tamamladığım her görevin üstünü karalamak benim en büyük ödülüm.


2010 yılı acısıyla, tatlısıyla güzeldi. Ozan katıldı aramıza, bana teyzeliği yaşattı. Bir kitabım çıktı ve kızıma bir miras kaldı benden. Volkan'ı kaybettik, 37 yaşında arkadaşımız bir anda kayıverdi elimizden en büyük üzüntüyü yaşattı bize.


2011'de bizi neler bekliyor, nasıl bekliyor var mıyız yok muyuz bu sene bilmem, tek bildiğim bugün hayatımızın geri kalanının ilk günü....Yaşamaya başlamak gerek..


İyi seneler...

Sunday, December 19, 2010

MAHALLEMİ SEVİYORUM

Hep düşünüyorum, kızımın tam sosyalleşme, dış çevreyle daha çok iletişime geçmeye başladığı ilkokul zamanlarında acaba rahatça dışarı çıkacağı, arkadaşlarıyla dışarıda oynayabileceği bir siteye taşınsak mı diye. Sonra bakıyorum çok büyük sitelerde bu çok da güvenli mi? Binlerce ailenin bir arada yaşadığı, güvenlik olsa bile kimin girip çıktığı belli olmayan kocaman devasa şehir siteler ne kadar benim arayışıma uygun? Sonra bakıyorum, oturduğumuz aprtman çok merkezi bir yerde, her türlü ulaşım aracına yakın, en popüler caddeye bir kaç adım. Kızım her ne kadar güvenli bir şekilde bahçesinde oynamasa da Sapancadaki evimizde hem bahçeye hem arkadaşa hem de gece geç saatlere kadar dışarıda oyun oynama zevkine varıyor.
Bugün bu büyük sitelerin hele hele şehir merkezinden ok uzağa kurulmuş, izole bir şekilde her türlü sosyal imkana kendi içinde sahip bu sitelerin bizlere göre olmadığnı anladım. Mahallemde yufkacımla, kasabımla, eczacı dostlarımla, kuaförümle,çorapcımla, bakkalımla iç içe yaşıyorum ben. Kırtasiye bağırsam duyulacak kadar yakın, yufkacım kapıma anında getiriyor yeni yaptığı o incecik yufkaları, kasabım "abla ciğer geldi az önce, ayırıyorum akşama" deyince mutluluktan uçuyorum. Kek yaptığım anda kabartma tozunun kalmadığını görünce hangi sitede bakkal anında koşar, ya da bugünkü gibi çok hasta olduğumda dışarı çıkacak halim yokken kasabımın anında tavuk getirmesini hatta "abla ocak olsa çorba olarak getirirdim" deyişini, kızım akşamın dokuzunda "anne yarın pembe karton gerekiyor" dediğinde o uzak sitelerin hangisinde kırtasiye bulabilirim acaba? Ben mahallemi, akşam geçen bozacımı, gece bir saatte bağıran sarhoş adamın sesini, köşedeki simitçimi-öyle bir simit evi açıldı ki bu arada tam köşemde her sabah taze sıcacık simit yiyoruz- seviyorum.

Monday, December 13, 2010

Aylardan ne ayı?

Çokkkk heyecanlıyım çok, akşam başlayan ön çalışmalarım sabah şekillenmeye başlayacak ve bir kaç saat sonra harika bir manzara beni bekleyecek ve tabi kısmeti olan yakınlarımı, tanıdıklarımı, tanımadıklarımı. Dün akşamdan yarım kilo buğday sekiz litre suda bir taşım kaynatıldı ve ağzı kapanıp sabaha kadar beni bekledi. Tam isabet bildiniz aşure yapmaya niyetlendim malum aşure ayı başladı. İşte gece bitti ve sabah oldu, herkes okula, işe yollandı veeeeee heyecanla dev tencerenin kapağı açıldı. Evetttt buğdaylarım patlamıştı tam da Zennur Abla'nın dediği gibi. Zennur Abla..aşurenin mimarı yani benim aşurenin ve benim yeni dostlarımdan biri..

Bundan başka mutluluk olur mu, ilk aşama başarıyla tamamlanmış, ev bana kalmış, soğuk ama güneş var, çayım, simidim ve peynirim. Önce ocağın altını açıp buğdaylarla oynamaya devam, bu arada 2 çubuk tarçın ve 10 karanfil de tüle sarılıp beraber kaynaşmak sıkı fıkı olmak için buğdayın arasına bırakıldı. Hep beraber onlar oynaşırken fokur fokur ben de çayımı içip simidimden koparırken, içine katılacak diğer malzemeleri hazırladım bir yandan. Haşlanmış bir bardak nohut ve iki bardak fasulye, kuru incir, kuru kayısı, kuru üzüm, evde var olan biraz altın çilek, haşlanmış ve kabukları soyulmuş iç badem...Tabi kuru olan herşey 15 dakika suda bekletildi. Bir yandan yine sonradan içine katılacak bir portakal kabuğu rendesi ve iki bardak portakal suyu da hazır edildi. Bu arada buğdaylar iyice yumuşamış, tarçın ve karanfil kokusu tüm evi sarmıştı. Önce tarçın-karanfil ikilisini buğdaylara veda ettirip sırasıyla nohut, fasulye, tüm kuru malzemeler ve portakal türevlerini tencereye attım ki....Aman o portakalın yaydığı koku bir başka güzel geldi burnuma. Bir yandan karıştırıp bir yandan yavaş yavaş kattığım ılık iki bardak sütle aşure iyice kıvamını almıştı. İşin en güzel tarafı aynı masallarda olduğu gibi koca tencereyi koca bir tahta kaşıkla karıştırmak oldu. Duru olsa bu görevi asla bana bırakmazdı eminim. Zaten akşamdan beri koca tencereye bakıp bu da neyin nesi diye pek merak etmişti güzel kızım. Tüm malzemeleri kattıktan sonra son söz toz şekere geldi. Ben biraz tatlı sevdiğimden 4,5 bardak şeker kattım ki sadece kendim yiyecek olsam daha da katabilirdim. Şekeri katıp bir taşım daha kaynattıktan sonra ocağın altını kapadım ve tencerenin de kapağını sıkıca kapatım doğru dışarı...Evet evet doğru markete gittim ne için mi, aşureleri dağıtırken kişilere tabağı geri verme ya da yıkama işi çıkmasın diye alüminyum kase almaya. Şehir merkezinde oturmayı bu yüzden seviyorum, şehir dışındaki lüks siteler bana göre değil galiba bunu anladım, ayakkabımı giyip çıktığım gibi alüminyum kase ya da akşamın bir vakti pembe karton nerede bu kadar kolay bulunur. Kaseleri alıp eve gelip bir de çay keyfi yaptıktan sonra 15 dakika olmuş ve artık kaselere dökme zamanı gelmişti aşureyi. Ne kadar çok olmuştu, ne çok kişi nasiplenecekti. Kaseler tezgaha sığmadı dersem abartmış olmam.

2 saat ancak bekletebildiğim aşurelerimin üstünü toz tarçın, nar, file fındık, blueberry kurusu ve ceviz ile süsleyip önce komşularıma ikram ederek işin en keyifli kısmının zevkine vardım. Dimdik, gururla, işte aşurem, benim aşurem, aman yemeyin öyle seyredin, kıymayın ona, bakın ben eğitim veriyorum, çalışıyorum ama bunu da yapabiliyorum, ne çok uğraştım......daha neler diyesim geldi ama demedim tabi...

Bir aşure günü de böyle geçti, ev hala portakal, tarçın, karanfil kokuyor ve hala sımsıcak ve biz hala çok mutluyuz.

Sunday, December 12, 2010

GÜNLERDEN PAZAR

Ne çok özlemişim evimi uzun süren iş seyahatlerinden sonra. Haftaya olan seyahatim bir sonraki haftaya ertelenince içimi bir rahatlık sardı ki anlatamam. Nasıl bir özgürlük, nasıl bir rahatlama ve gevşeme. Ne yapacağımı şaşırdım, kızımla oyun, evin ben yokken dağılan dolaplarını toplama, gezme, yemek yapma, kitap okuma, film izleme, öylece yatma uzanma...hangisini yapsam nereden başlasam, herşeye saldırdım resmen. Sanki aylardır eve uğramamışım gibi...Tabi günlerden pazar ve üçümüzün bir arada olması gibi faktörler eklenince en keyifli şey çayın yanına eğlenceli şeyler hazırlamak olduğu kaçınılmazdı. Duru da çok özlemişti benimle mutfakta olmayı. Anne kız ne kadar malzeme varsa döktük önümüze, heryeri batırdık, herşeyin tadına baktık ama sonuçta çok keyif aldık. İşte sonuç, erikli tart ve çilekli kapkek.

Saturday, December 04, 2010

Ne Büyük Özgürlük

-Kimseye muhtaç olmadan tek başına uçağa binebilmek ve seyahat edebilmek

-Her yemeği yiyebilmek

-Sokakta dilediğin gibi yürümek, istediğin kafeye girip birşeyler içebilmek

-Arabana atlayıp her yere gidebilmek ve saat kaç olursa olsun bunu yapabilmek

-Çocuğun olmasına rağmen tek başına gezebilmek

-Kıyafetinin düğmesini ilikleyebilmek, kolyeni kilitleyebilmek

-Suyunu kendin alabilmek, yemeğini yapabilmek

-Bankaya gidip bankamatikten işlem yapabilmek, internetten hizmet alabilmek

-Veeee bir cihaza bağlı olmadan nefes alabilmek


EY ÖZGÜRLÜKKKKKKK