Monday, March 21, 2011

MAGNETLERİM

En büyük, en zengin kollleksiyonum MAGNETLERİM. Yakında sırf bunun için bir buzdolabı alabilirim. Gittiğim her ülkeden,her şehirden topladığım magnetlerim gözümün bebeği. Hiçbir özel eşyama özen göstermem ama magnetlerime kıyamam, kırılmasına dayanamam. Onları yıllardır topluyorum, baktıkça yine tekrar gidiyorum o yerlere. Şimdi bu yönümü bilen arkadaşlarım da taşıyorlar bana magnet aynı kuzenim gibi. Kolleksiyonumda kuzenim in de payı büyük. İşte magnetin bana göre faydaları;

Seyahat için gidilen yerlerden getirilebilecek en ekonomik, taşıması en kolay, en renkli hediye.

Kolleksiyon yapmak için ekstra bir yer gerektirmez, mıknatıs tutan buzdolabı, aspiratör üstü, termosifon doğal gaz kombisi yeter.

Sadece siz değil, gezen herkes sizin için toplayabilir.

Gittiğiniz yerlerin anıları hep gözünüzün önünde olur.

En önemlisi de rengarenk bir mutfağınız olur

Tuesday, March 15, 2011

Üstüne vazife mi?

İnsanları çok seviyorum, yaşlısı genci, kızı erkeği, zengini fakiri, cahili alimi, güzeli çirkini ayırt etmeden her insanla birşeyler öğrenip alışverişte bulunuyorum. Ama insanlar, karşı taraf bazen sevilmemek için çaba harcıyor. Evet evet kendinden nefret edilmesi, ona sinir olunması ya da iletişimin kesilmesi için çaba harcıyor, belki de isteyerek yapıyor bilemiyorum ama ben bu tip insanları çevremden uzaklaştırmaya çalışıyorum yavaş yavaş.

Biz insanlar her konuda fikir yürütürüz, her konuda enerji harcar çözmeye çalışırız ama bu konular genellikle çözme gücümüzün olmadığı ya da üstümüze vazife olmayan konulardır. Tuttuğu futbol takımını şampiyon yapmaktan, ülkeyi kurtarmaya kadar ahkam keseriz, daha ailemizi yönetip doğru düzgün anne baba olamayız o ayrı...Hep üstümüze vazife olmayan konular için enerji harcar, "ben olsam şimdi çoktan çözmüştüm", "sallandıracaksın bir iki kişi bak görecekler", "böyle siyaset mi olur bana bıraksalar" deriz ama gidip oy kullanmayız. Üstümüze vazife olmayan konuları konuşmak kolaydır çünkü, atıp tutmak, yargılamak, akıl vermek dünyanın en kolay işidir çünkü eylem yoktur. Oysa ki iş, üstüne vazife olan işleri çözmeye gelince ortada kimse yoktur çünkü onun için çaba gerekir, eylem gerekir, kafa yormak ve düşünmek gerekir, elini taşın altına koymak gerekir. Kim yapacak bunları?


Nereden geldi bunlar aklıma, o kadar çok insan "ikinci çocuk düşünmüyor musun", "iki çocuk şart", "kardeş güzel şey","yap bir tane", "çocuğun için yapmalısın, onu tek mi bırakacaksın", "sonra pişman olursun" gibi laflar üretiyor ki bu ara ister istemez insan "acaba ben çok mu bencilim, onların aklı var düşünüyorlar hem de benim geleceğimi düşünüyorlar, ben salağım düşünemiyorum, çocuğuma kötülük mü ediyorum, illa düşünmem ya da yapmam gereken birşeyi atlıyor muyum" diye düşünmeden edemiyor. Ama ben kimseye "üçüncüyü düşünüyor musun", "niye iki çocuk yaptın, pişman olacaksın ileride çok yanlış yapmışsın", "tek çocuk şart, gerisi boş, sanki onlar ileride birbirine bakacak mı", "niye iki tane yaptın, sevgiyi, malı mülkü bölüşecek boşuna çocuk" demiyorum. Üstüme vazife değil çünkü, şimdi yaparım hiç yapmam sonra düşünürüm....bunlar benim bileceğim işler, herkes niye işine bakmaz, üstelik dozu şaşırıp bu konuda kızıma baskı yapanlar var..."Anneyi zehirleyemedik bari çocuğu zehirleyelim" bana böyle geliyor, bu insanları negatif hatta bir arkadaşımın deyimiyle "negatiften beslenenenler" olarak görüyorum malesef, hatta bazen onların, yaptıklarından memnuniyetsiz olup başkalarını da yapmaya zorlayarak "ben çektim, çekiyorum onlar da çeksin" bakış açısında gördüğüm bile oluyor.


Sözüm, beraber paylaştığımız fikir alışverişinde bulunduğumuz ve düzeyli konuştuğumuz sevgili anne arkadaşlarımdan dışarı tabi.


Her insan kapısının önünü süpürse heryer tertemiz olur düşüncesiyle, her insan kendi sorunlarını çözmeye çalışsa başkasınınkine kafa yorup, yorulmasa iyi olmaz mı?

Friday, March 04, 2011

Çikolatalı Makaron

İlk olarak Fransaya gittiğimde denemiştim makaronu ve hayran kalmıştım. O tadı yıllar sonra Türkiye'de Beyaz Fırında ilk olarak denediğimde yine tadı damağımda kaldı ama hiç yapılabileceğini düşünmemiştim...Sanki yapanlar iki gözlü iki kollu değil, ne bileyim öyle rengarenk içi tuhaf kremamsı olan kurabiyeleri sanki ben yapamazmışım gibi. Sonra bayağı ünü yayıldı bu makaronların ve mahalle pastanelerinde dahi boy göstermeye başladı. Bana da bir heves geldi yapma konusunda. Becerikli arkadaşlarım da çok güzel bir şekilde hazırladılar rengarenk makaronları ve ben de ha gayret dedim kendime ve işte bir makaron macerasına giriştim. Gıda boyam olmadığı için ilk olarak çikolatalı yapmaya karar verdim.
Önce makaronları birbirine yapıştırmak için kullanılan kremayı hazırladım, bunu evdeki şokellayla yapanlar da var ama ben krema yapmayı tercih ettim. Eriyince yaklaşık bir su bardağı kadar olan bitter çikolatayı benmari usulü erittim ve üzerine 1/4 su bardağı çiğ krema koyup iyice karıştırdım. Bunu bir kenara bıraktım soğusun diye. 3 yumurtanın akını mikserle iyice beyazlayana kadar çırptım. Bembeyaz bir köpük olunca içine yavaş yavaş yarım su bardağı toz şeker ekledim ve iyice kabarmasını sağladım. Ayrı bir kapta 100 gram çekilmiş kabuksuz bademi, bir su bardağı pudra şekerini ve 3 yemek kaşığı kakaoyu karıştırdım. İyice karıştırdığım bu karışımı yumurtalı karışıma ilave ettim ve tahta bir kaşıkla çok az karıştırdım. Çok karışırsa yumurtalar sulandırıyormuş hamuru. Yağlı kağıt serdiğim fırın tepsisine , karışımı pasta şırıngası yardımı ile 3cm. çaplı daireler şeklinde dizdim. Bu kısmı biraz zor geldi bana. 150 derece olarak soğuk fırına makaronları koydum ve 10 dakika tutup fırını 175 dereceye getirdim ve makaronları 15 dakika daha pişirdim. Pişen makaronları iyice soğuduktan sonra kağıttan çıkarmak birazor oldu, birbirin eşit ölçülerdeki daireleri, daha önceden hazırladığım krema ile yapıştırdım ve makaronlarım hazırdı. Ben de yapabilmiştim sonunda, şimdi amacım mor makaronlar yapmak....
Tatlı hayat güzel yahuuuu...

Tuesday, March 01, 2011

KEYİF

İnsanların "keyif" anlayışı ne farklıdır, dışarıda içilen bir kaç kadeh, en pahalı arabayı almak, en güzel tatil beldelerine gitmek, en komik arkadaşlarla buluşmak, yemek yapmak, ameliyat yapmak, okumak, maça gitmek....say say bitmez. Kiminin keyif anları kimine eziyet, kiminin lüksü kimine sefalet...Bazen maddi, bazen manevi ama insanı insan yapan anlar ve işte beni "ben" yapanlar:
* Üst üste birkaç gün verdiğim eğitim sonrasında, herşeyi bitirip arabaya binip evime döndüğüm dakikalar....Aynı şey eve dönüş için havaalanında beklerken de geçerli, orada içilen çayın bile tadı başka...
* Ekmek makinasının "içine eklenecek malzeme varsa koyabilirsin" alarmının öttüğü an, ceviz, çekirdek içi, zeytin ..bunları eklemek kadar güzel bir duygu yok
* Kadıköy Balıkçılar Çarşısında boş boş gezmek, Altınoluk'tan kahvaltılık alıp, Çiya'da yemek, tadına doyum olmaz
* Evde temizlik yaptıktan/yapıldıktan sonra mis gibi salonda oturup taze demlenmiş çay içmek ve kitap okumak
* Turşu, salça, makarna, domates sosu gibi saklanacak gıdaları evde hazırlamak sonra da bunları sıra sıra dizip "emeğimi" izlemek
* Yeni denediğim bir yemeğin beğenilmesi, keyfime diyecek olmaz
* Görüşmelerim sonrasında karşımdaki kişilerin bana güvenmesi ve işi almam...Son iki senedir "tek başıma" bunu başarabilmek beni keyiflendiriyor
* Sabah herkes evden çıkınca evin bana kaldığı anlar..döneceklerini bilmek keyif veriyor, tersini düşününce hislerimi uzun uzun yazmak isterim başka bir zaman
* Evin kalabalık olması, yenilip içilmesi, yapılan sohbetler, yaşayan bir ev olması.....çok keyifli
* Okuldan servisle gelen kızımın, servisin içinden kafasını uzatıp" beni kim karşılayacak acaba" bakışı ve beni görünce yüzündeki "tebessüm"
* Çok severek aldığım bir kitabı, ilk okumaya başladığım anlar
Yaşam, ancak keyifli anların bolluğu ile güzel. O anları beklemek hiçbir yarar getirmiyor bunu anladım, o anları ancak yaratabilince mutlu oluyor insan, bir ekmek yapmak kimine eziyet belki, bana da bir neşe, bir yaşam enerjisi... "Sıkılmıyor musun" diyenler var bana, insan sıkılmak isterse ne mekan tanır, ne ortam yeter ki sıkılmak isteyelim. Ben de isteyince harika sıkılıyorum,dibine kadar.....