Wednesday, December 30, 2009

Minik Sarı Kuş

Sabah hep olduğu gibi minik kızımı okula bıraktım ve uzun zamandır ilk defa hemen eve dönebildim, bu ara o kadar koşturuyorum ki benim için evde olmak büyük bir lüks. Arabamı park edip apartmana girecektim ki, yapraklarını dökmüş ceviz ağacımızın cılız dalları üzerinde sapsarı harika bir muhabbet kuşu gördüm. Belli ki kafesinden kaçmış hatta açık camı da görünce kendini dışarıya atmış. "Ah minik kuş ah, dışarısı çok tehlikeli senin için " diye düşünürken, ağacın altında pusuda bekleyen kedi ilişti gözüme. O an kedi bir hırladı kuşa ve kuş başka dala geçti, ardından da kedi tabi. Nasıl korkmuş zavallı kuş, o arada ben kediyi kovdum ama o da ne kocaman bir karga pike yapıp geçti yanından ben kışt kuşttt derken. Karga bana bakıyor ben kargaya, sürekli hoşt pişt kışttt diyerek ben kargayı kovarken minik kuşumuz da kargayı izlerken arkadan asıl tehlike geliyormuş nereden bilebiliriz. Ben ilk kargayla uğraşırken kuşun sırt tarafından gelen diğer karga.....evett kuşu kaptı gitti. Minik sarı kuş gitti....sabah sabah şahit olduğum bu olay gün boyu beni çok etkiledi ve biz insanoğlunun da önümüzdeki büyük diye gördüğümüz düşmanlarla uğraşıp korunmaya savunmaya çalışırken malesef arkadan gelen düşmanlara yem olduğumuzu düşündüm durdum.
Çoğu zaman da tehlikenin nereden geleceğini bilemiyoruz ve kuş gibi kargaya yem oluyoruz. Bilseydi kaçar mıydı kafesinden, uçar mıydı neşeyle camdan minik sarı kuş?
Bilsek güler miyiz bize dostmuş gibi sinsice yaklaşarak yüzümüze gülen kişilere, bilsek kaçar mıyız onların yanına, bilsek dost elimizi uzatır mıyız o kara ellere? Bilsek sever miyiz?

Friday, December 25, 2009

KURABİYELER HAZIR

Duru'nun günlerdir istediği yılbaşı kurabiyeleri nihayet bu akşam yapıldı ve muradına erdi küçük tatlı kızım. Bizim evde adet oldu her yıl kurabiye pişirip süsülemek. E tabi insanın tatlıcı, pastacı, yemek öğreticisi akrabaları, arkadaşları olursa bir sürü de tarifi olur. Sabah erkenden Duru okula gidince ben kurabiyeleri pişirdim çünkü süslemek için soğuk olmaları gerekiyor ve benim sabırsız kızım asla bekleyemez onların soğumasını.


Bu yıl ki tarif sevgili arkadaşım, "Kevser Aydoğdu ile Mutfak Deneylerinin" sahibi sevgili Kevser'den ve hakikaten de nefis bir kurabiye oldu. Sabah pişen kurabiyeler Duru ve kardeşim Aslı tarafından akşam bir güzel süslendi. Ev şu an harika tarçınlı kurabiye kokuyor ben bu satırları yazarken. Benim için yaşayan ev, kek kokuları, kurabiye kokuları, demlenen çay, pişen ekmek demek. Kapıdan içeri girince bu kokuları alınca hissediyorum oranın canlılığını ve çok şükür ki evimde bunları hissederek yaşıyorum.

İşte size yeni yılda ister sehpanızda tabak tabak süs olarak kalabilen isterseniz de bir çırpıda yiyip bitireceğiniz kurabiyelerin tarifi:
* 1 yumurta (oda ısısında bekletilmiş)
*150 gr. tereyağ (oda ısısında)
*1 su bardağı un
*1 çay bardağı mısır nişastası
*1 su bardağı pudra şekeri
* 1 çay kaşığı karbonat (silme)
* 1 çay kaşığı tarçın (tepeleme)
*1 çay kaşığı toz zencefil





Tüm malzemeyi yoğurma kabında yoğuruyorsunuz, tereyağının iyice malzemeye karışması ve gözükmemesi gerekmektedir. Hamur kulak memesi kıvamına gelinceye kadar yoğurdum ama un az gelince ben biraz daha ekledim. Hamuru yarım saat buzdolabında beklettim ve nişasta serpilmiş zeminde 2 cm kalınlığında açtım. Yılbaşı kurabiyesi kalıplarıyla şekiller çıkarttım ve yağlı kağıda dizip önceden ısıtılmış 180 derece fırında kurabiyelerin çevresi pembeleşene kadar pişirdim. Kurabiyeler iyice soğuyunca süsüleme işlemi yapılmalı bu en önemli nokta. Bu yüzden ben sabah yapıp akşama da süsleme kısmını bıraktım. Bir de kardeşimin de evine kurabiye götürebilmesi için ölçüleri iki katı kadar yaptım.


Kurabiyeler hazır, hediyeler hazır e seni bekliyoruz yeni yıl.

Thursday, December 24, 2009

YENİ YIL HEDİYELERİ

Yılbaşı yaklaştı ve yine beni bir telaş aldı. Sevdiklerime özel birşeyler hediye etmeyi sevdiğimden bu yıl herkese çam sakızı çoban armağanı kendi ördüğüm atkı, bere, eldiven, kulak koruma bandını hediye etmeye karar verdim ve sürekli bir örgü örme halindeyim. Her ne kadar çok sevsem de örmeyi, galiba bu ara biraz abarttım.

Tuesday, December 15, 2009

SOĞUKLAR BAŞLADI MI NE


Bugünlerde artık kışın etkisini bayağı hissetmeye başladık mı ne, sürekli ıslak caddeler, gece cama vuran yağmur sesi, daha neredeyse öğle vakti kararan hava...Kış hakikaten geldi artık. Bizim evde kışın geldiği ocaktaki ıhlamurdan, bazı akşamlar içilen sahlepten bir de akşamüstü yaktığım mumlardan anlaşılıyor daha çok.


Daha bir sessiz oluyor ev, daha bir karanlık. Akşam yemeği daha erken yeniyor, iş daha çabuk bitiyor ve sanki daha çok zaman kalıyor kitap okumaya, yazı yazmaya, dvd izlemeye. En başta da örgü örmeye, ha kışın geldiğinin bir diğer belirtisi de rengarenk yünlerimdir benim. Örerken içimi ısıtan, sıkıntılarımı alıp götüren beni başka alemlere daldıran örgülerim. En mutlu olduğum zamanlardan bir kesittir, hafif bir müzik işliğinde çayım yanımda örgü ördüğüm anlar.


Hele kızıma yeni yıl hediyesi olarak ördüğüm kırmızı hırka, tam bir oyuncak oldu benim için bu soğuk kış akşamlarında. Kırmızı cıvıl cıvıl bir hırka. Örerken de, süslerken de aldığım keyfi anlatmak çok zor.


Şimdi hevesle hırkasını giymeyi bekliyor bizim cadı, ama önce bir süre gözümün önünde asılı duracak. Niye mi? Ben keyfini süreyim, izlerken bunu ben yaptım deyim, hem de ilk deneyimim bu diye övüneyim kendimle diye.

Saturday, December 12, 2009

YILLAR ÇABUK GEÇİYOR

"Yıllar ne çabuk geçiyor", "daha dün elime doğdu", "ben onun kısa pantalonlu halini bilirim" sözlerini hep yaşı geçgin insanlar söyler gibi gelirdi bana ya da ben artık o gruba dahilim bilmiyorum. Bildiğim tek şey artık yavaş yavaş orta yaşı geçiyorum galiba. 8 Aralık günü kuzenim Can'ın fotoğraf sergisinde hissettim bu duyguyu. Dün gibi hatırlıyorum onun doğumunu, annesinin onu bana bırakıp okula gittiği yılları, çocukluğunu, okul yıllarında ona ders çalıştırdığım akşamları. Yıllar ne çabuk geçti, şimdi ünlü olmanın başlangıç günlerini yaşayan bir sanatçı oldu sevgili Can. İşte hayat böyle birşey, bir zamanlar kardeşiniz olan hikaye okuyup oyun oynattıklarınız gün geliyor karşınızda ayakları yere sağlam basan meslek sahibi gençler olarak yer alıyor. Evet evet ben yaşlanıyorum, ama olsun kardeşlerimi böyle güzel yerlerde görüyorum ya ne yaşlılık ne ölüm hepsi vız gelir bana.

Monday, December 07, 2009

HERPES ZOSTER

Uzun bir ara verdiğimin farkındayım yazılarıma, son yazdıklarıma da bakınca aslında biraz biraz çağırmışım stresi, sıkıntıyı ve sonunda da zonayı. Evet bana herbes zoster teşhisi kondu yani halk tabiriyle "zona" ya da "kuşak hastalığı" veya "gece yanığı". Son zamanlarda dedim ya biraz fazla takmışım galiba herşeyi. Zona olduğumu duyan herkes, "ne oldu neye üzüldün bu kadar" deyip durdu. Mümkün mü üzülmemek, stressiz yaşamak dünyada? Tabi öyle hop diye üzülüp hop diye olmuyor hiçbirşey. Anlar, saniyeler, günler, aylar belki yıllarla çıkıyor arazlar insan vücudunda. Sonra bir anda, vücudunuzun direncinin en az olduğu noktada yakalıyor hastalıklar sizi, bedeninizi. İşte benimki de öyle birşey.

Niye ben, niye zona geldi beni buldu diye önce kendime soruyordum ama sonra bunu sorgulamanın ne bana ne zonama faydası olduğunu düşünüp biraz daha bilimsel verilere baktım ve su çiçeği geçiren herkesin zona hastalığına yakalanabileceğini gördüm. Çünkü bu iki hastalığa sebep olan virüs aynı. Bu virüs insan vücuduna ilk girişinde su çiçeği hastalığına sebep oluyor. Su çiçeği geçiren kişilerdeki virüs sinir hücrelerinin köklerinde yerleşiyor ve uzun yıllar hiçbir belirti ve rahatsızlık yapmadan sinir köklerinde kalabiliyor. Uygun ortam bulduğunda virüs aktive olarak zona hastalığını yapıyor.

Temel olarak virüsün aktive olmasında etkili olan sebep vücut direncinin azalması. Direncin azalması ile virüs bulunduğu yerde üremeye, sinir kökünden sinirlerin dallarına doğru yayılmaya başlıyor ve deriye kadar ulaşarak belirtileri oluşturuyor. Direnç düşmesinde stres, aşırı yorgunluk, üzüntü, vücuttaki yaralanmalar en sık görülen sebeplermiş. Eh her ne kadar dostlarım bana "ne güzel yaşıyor gidiyorsun, stresin yok, derdin yok, sen kendini çok dinliyorsun" deseler de işte hayat öyle değil demek ki.

Zonanın belirtilerine gelince,benim sırtımda bir ağrı ile başladı. Vücudumun o bölgesinde iğnelenme, kızarıklık ve sonrasında kabarcıklar meydana geldi. Tabi bazılarında bu kabarcıklar su toplama haline gelebiliyormuş ki ben de olmadı. Şu an için bir haftam doldu ve artık kaşıntılar başladı, bu da zonanın yavaş yavaş beni terk ettiğinin göstergesi sanırım.

Zona geçince ne olacak, artık hiç stres yapmayacak mıyım, üzülmeyecek miyim tabi ki hayır. Eğer inzivaya çekilip, bu dünyadan elinizi ayağınızı çekmeden yaşamaya devam ederseniz bunlardan ayrı kalmanız da mümkün değil. Ama bunları yönetebilmek gerekli, yani bu stres dozunu dengede tutmak. Zaten hayatta hiçbirşeye stres yapmayan insanların ben biraz duyarsız, gamsız olduğunu düşünürüm. Stres olacak ki hareket olsun, kendini yenileme olsun ama işte artık bu stresin hayatımı yönetmesine izin vermeyeceğim galiba. En başta da benim stres düzeyimi gereksiz yükselten kişileri hayatımdan yavaş yavaş çıkarmam gerek diye düşünüyorum artık. Eh onlar olmasa hayatımdan çok şey de gitmez herhalde. Başarırsam yazarım yine, başaramazsam zaten yine zona olmuşumdur kesin.