Monday, May 22, 2006

İSVİÇRE I,II

17 Mayıs Çarşamba
İşte üç günlük İsviçre seyahatimiz başlamak üzereydi. Erkan'ın orada toplantısını fırsat bilip ben de onunla yola koyuldum. Sabah Duru'yu yine uyurken bıraktık. Onu uyurken bırakıp gitmeyi ona yapılan bir haksızlık gibi düşünsem de uykusunu bölüp vedalaştıktan sonra tüm gününün kötü geçeceğini bildiğim için kızımı öpüp koklayarak 8:45 uçağına binmek için evden ayrıldık. Havaalanı o kadar kalabalıktı ki tüm uçuş öncesi işleri bitirdiğimizde ancak 10 dak. kahvaltı yapabilmek için vaktimiz kalmıştı. Uçağın boş olmasını fırsat bilip arkalardaki üçlü koltuğa boylu boyunca uzanmıştım ki; bir sallantı ve gümbürtüyle uyandım. Çok kötü türbülansa girmiştik. Pilotun uçuş ekibini hızlı ve panik bir şekilde yerlerine oturması için uyarmasıyla iyice korktum. Hava gayet açıktı, pırıl pırıl bir güneş vardı ve nasıl böyle sallandık halen anlayabilmiş değilim. Tam 12:00 de Basel-Mulhouse havaalanına indik. Bizi Erkan'ın şirketi adına karşıladılar ve kalacağımız Ramada Plaza Oteline geldik. 32 katlı dev bir otel burası ve aynı zamanda kongre merkezi. Eski şehir denilen merkeze yürüyerek 15 dakika. Yani gayet güzel birkonumu var otelin. Erkan'la eşyalarımızı otele koyduktan sonra hemen dışarı çıktık. Hava sıcaklığı 22 derece ve enfes bir güneş vardı. Otelimizden çıkıp dosdoğru yürüdüğümüzde Mittlere Rheinbrüche (Orta Köprü) adı verilen meşhur köprüye geldik. Altından Ren nehri geçiyor ve çevresinde eski tarihi binalar var. Nehrin kenarına beton merdivenler yapılmış ve Basel halkı güneşli havayı fısat bilip yerlere yayılmışlar bile. Tarihi ve güzel evlerin dizili olduğu Rheinsprung ve Augustinergasse caddelerinden yürüyüp Münsterplatz'a çıktık. Burada ünlü Münster Kilisesine dışarıdan bakmakla yetindik. Nasıl yürüdük, nerden geldik bilmiyorum ama meyve, sebze ve çiçeklerin satıldığı, rengarenk bir manzaranın olduğu Marktplatz'a gelmiştik. Burası gerçekten çok renkli bir mekan. Bizim Mısır çarşısını andırıyor. Burada en göze çarpan bina 16 yy.dan kalma Rathaus (Eski Belediye Sarayı) Bina muhteşem bir altın çanla süslenmiş. Yapının tamamı parlak kırmızı renkte. Buranın tam karşısında Schiesser Pastanesinde bir kahve molası verdik. 1870 de açılan ve o ünlü Basler Leckerli denilen meşhur kurabiyelerden ve camekanında dizili harika pastalardan tatmadan da yapamadık. Daha sonra yürüyerek Historical Museum ve Kunstmuseum (güzel sanatlar müzesi) u gezdik. Hemen yanındaki Kunsthalle de değişen geçici sergilerin olduğu ilginç bir yer. Aynı mekanda bulunan belediye tiyatrosunun önündeki çeşme de oldukça ilgimizi çekti doğrusu. Çeşme, suya tüküren 9 karakterin mizahi bir temsiliymiş. Şehrin güney batısında bulunan hayvanat bahçesini gezmek için harika bir zamandı ve trene atladığımız gibi ver elini Zoologischer Garten. Burası tam çocukların mekanı. 13 hektara yayılmış bir arazi üzerinde 600 farklı türden 4.000 hayvanın yaşadığı bir hayvanat bahçesi. Goril, gergedan, penguen, yunus, pelikan gibi çoğu hayvanı ilk kez burada gördüm. Tabi burada sürekli Duru'yu andık. Orada olsaydı ne kadar mutlu olurdu güzel kızım.
Akşam Ren Nehrinin kıyısında dizili kafelerden birinde içilerimizi yudumlayıp sokak çalgıcısının güzel müzikleriyle yorgunluğumuzun bir o kadar da mutluluğumuzun tadına vardık. Tek eksiğimiz biricik Duru'muzdu.
18 Mayıs Perşembe
Sabah Erkan gün boyu sürecek toplantısına gitmek için odadan erkenden ayrıldı. Odamız 31 katlı binanın onuncu katındaydı ve pencereler yere kadar camdı. Tüm Basel yattığım yerden ayaklarımın altındaydı sanki. Biraz uzun zamandır yapamadığım yatak keyfi yaptım doya doya. Daha sonra otelde harika bir sabah kahvaltısı yaptım acele etmeden çayın tadına vara vara. Gün boyu sevgili Dilek'in bana Basel'de tavsiye ettiği yerleri gezmek görmek istiyordum. İlk olarak alışveriş mi yapayım yoksa gezilip görülecek yerlere mi gideyim diye çok düşünmedim. Çünkü Basel zaten o kadar büyük bir şehir değil ikisini de aynı anda yapabilecek kadar küçük. İlk olarak otelden çıkıp yürümeye başladım, yolumun üstünde bana ilginç gelen bütün mağazalara uğradım. Aklımın bir köşesine not ettim nerede ne var. Orta köprüden geçip eski şehre vardım. Markplatza uğramadan yapamdım yine. Burada eski belediye binaının hemen yanındaki Globus adlı çok katlı alışveriş merkezine girdim. Bizim Çarşı Mağazalarına benziyor burası. İsviçre dedikleri kadar pahalıymış gerçekten de. Şöyle bir fiyatlara göz gezdirdim de bu mağazada öyle çok yanına yaklaşılabilir gibi değil. Ama Globus'un Gurme bölümüne gerçekten bayıldım. Aklınıza gelen gelmeyen her türlü yiyecek, içecek, sos malzemeleri ve daha fazlası burada. Buradan ufak tefek hediyelik aldıktan sonra Avrupa şehirlerinde uğramadan edemediğim H&M mağazasına girdim. Barselona'daki H&M beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Tekstil konusunda genelde herşey Türkiye'den gittiği için tercih etmiyorum ama aksesuar, çanta ve özellikle de çocuk aksesuarları ucuz ve bol çeşitli oluyor. Duru için buradan alışveril yapmak çok hoşuma gidiyor.Yine kendimi tutamayıp Duru için toka, ayakkabı, güneş gözlüğü, elbise derken fazla abarttığımı görüp kendimi dışarı attım. Ama o da ne; bir oyuncakçı dükkanı. Dilek el boyası ve tahta oyuncaklardan bahsetmişti. Gerçekten de çocukların doğum günleri ve partilerde yüzlerini boyamak için kullanılan boyalar, el boyaları son derece sağlıklı ve Dünya Sağlık Örgütü onaylı. Tahta oyuncaklarda aklım kaldı ama taşıması zor olacak diye hemen önünden geçmeyi tercih ettim. Öğen olmuştu bile. İsviçrelilerin günlük alışverişini yaptığı Coop mağazalarındn birine girip en üst katta kendime Fish&Chips ısmarladım.Çok da yorulmuştum hani. Yavaş yavaş derken nasıl olduğunu anlamadan elim torbalarla dolmuştu. Yemek sonrası otele döndüm, biraz dinlendim. Bu arada dünkü havadan eser yoktu: yağmurdan göz gözü görmüyordu. Otobüsle şehrin batı kapısı olan Splenton denilen bölgeye gitmeye karar verdim. Elimde harita ve küçük cep kitapçığımla Marktplatz'dan 3 numaralı trene binip Splenton'da indim. Basel'de ulaşım çok kolay, heryere tren var.Gerçekten Old Town dedikleri yerler buraları olsa gerek. Harika cumbalı, sardunyalı evler. Burada üniversite ve müzik akademisini gezdim. Otele döndüğümde yorgunluktan ölüyordum ama akşam olmuştu ve Erkan'ın iş grubuyla beraber akşam yemeğine davetliydik. Bir ŞATO'ya.Evet harika , şaheser, rüya gibi bir şatoya yemeğe gittik. Burası otelimize yaklaşık yarım saat uzaklıkta Bottmingen diye bir şato.Yani eskden bir şatoymuş. Anlatmaya kelimelerin yetmeyeceği bir mekan. Suların üstünde dev bir kale. "The Castle of Bottmingen" 14.yy. ortalarında inşa edilmiş. Asma bir köprüden geçip şatoya giriyorsunuz, harika bir bahçesi var ve içinde değişik ebatlarda salonlar. Hepsi restoran olarak kullanılabiliyor. 15 kişilik salondan tutun, 150 kişiye kadar alıyor. Bizi çok güzel bir kokteylle karşıladılar. Sıak olarak cevizli, zeytinli ekmekler ve sosisli kurvasanlar.Erkan'ların ekibinden Norveçli bir bey piyanonun başına geçti ve güzel bir müzik ziyafeti çekti. Asıl ziyafet ise adeta düğün masaları gibi hazırlanmış salona geçince başladı. Masaların üzerleri taze çiçeklerle süslenmişti ki içlerinde orkide bile vardı. Önce York (Grup İnsan Kaynakları Direktörü) açılış konuşması yaptı. Daha sonra da yemek başladı. Bizim masamızda dört tane Çekoslovak bayan vardı. Hanımlar çok tatlıydı ve gece boyu hoş sohbetler yaptık. Menü harika bir "Basler Mehlsuppe" ile başladı. Meşhur Basel çorbası. Ardından Ravioli. Ana yemek olarak "Emince de veau a la Zurichoise Rösti au beurre Legunes du marche"... Yani Rosto yanında fırın patates ve ıspanak ograten vardı vallahi. Ama tatlıyı daha doğrusu tatlının tabağını söylemeden geçemeyecğim. Düz bir beyaz porselen tabağın kenarına bitter çikolat ile desen çizmişler ve kırmızı şeker ile de çiçek yapmışlar. Tobleron çikolatalı mus sanki kendinden desenli bir tabakta sunulmuş gibiydi.
Harika bir geceydi. Kendimi "Alice Harikalar Diyarında" oyununda gibi hissettim o gece.

1 comment:

Dilek'ce said...

Sevgili Banu,
ne güzel hayvanat bahcesini dahi gezmissiniz! Ben senin o kadar zamanin olacabilecegini düsünmemistim bile. Cok sevindim tavsiye ettigim yerleri sevmene. Artik diger günlerin anlatimini da merakla bekliyorum:)
Sevgiler